Ligden çekilmek mümkün mü!

Fenerbahçe Spor Kulübü’nün resmî sosyal medya hesabından Fenerbahçe futbol takımının Türkiye Süper Ligi’nden çekilmesi gündemli bir toplantı yapılacağı duyuruldu. 

Bu mümkün mü?

Elbette mümkün. 

Ancak her mümkün olanı yapmak mümkün değil. 

Fenerbahçe futbol takımının sahibi Fenerbahçe A.Ş. adlı bir şirket. 

Bu şirketin bir kısım hisseleri Fenerbahçe Spor Kulübü Derneği’ne ait, bir kısım hisseler ise halka açık. Yani borsaya kote. Yani İMKB’de işlem görüyor. Yani SPK denetimine tabii. 

Dernek, hem çoğunluk hissesine sahip olduğu için hem de şirket ana sözleşmesi gereği şirketin yönetiminde tek söz sahibi. 

Yani dernek yönetimi ya da genel kurulu toplanıp futbol takımının süper ligden çekilmesine karar verebilir. 

Derneğin temsilcileri olarak Fenerbahçe A.Ş. yöneticileri futbol takımını oynamakta olduğu ligden çekebilirler. 

Ancak bu oldukça ciddi sorunlar doğurur.

Şirket sahibi olduğu tek varlık olan takımın ligden çekilmesi ile tüm gelirlerini kaybeder. 

Bu da bir anlamda şirketin intihar etmesi demektir. 

Bir örnek olarak vermek gerekirse Arçelik’in “Biz artık tüm fabrikaları kapatıyoruz ve beyaz eşya da, kahverengi eşya da üretmeyeceğiz. Satmayacağız” demesi anlamına gelir. 

Bu durumda şirketin borsadaki değeri hızla yerle bir olur, milyonlarca küçük yatırımcı yatırımlarını kaybederler. 

SPK anında ilgili şirketin tahtasını kapatır. 

İşlemlerini durdurur. 

Şirketten bununla ilgili bir açıklama ister. 

Bu arada yapılan tüm işlemleri de incelemeye alır. 

Bu açıklama ile tahtanın kapatılması arasında geçen sürede kim hisse almış, kim hisse satmış, kim manipülasyon yapmış incelemeye başlar. 

Kolay iş değildir anlayacağınız. Ağır sorumluluğu vardır. 

110 yıllık Fenerbahçe kimsenin oyuncağı değildir. 


Dağ taş lider fotoğrafı olursa 

Dün de söylediğim gibi, hafta sonunda, birkaç dostumla birlikte minik bir kısa bir tatil yaptım. 

Haftanın 2 günü karakola gidip imza vermek zorunda olduğum için zaten uzun tatil biraz zor

Bu kısa tatilde de büyük bölümü KOİ yani özel sektöre ait karayollarında olmak üzere yaklaşık 1700 kilometre yol katettim. 

Yoldan aklında kalan ne oldu diye soracak olursanız, çok kısa bir yanıtım var. 

Tek aklımda kalan şey, tüm paralı ve pahalı otoyolların kenarlarını, köprüleri, üst geçitlerini süsleyen bir kişi kaldı aklımda. 

Recep Tayyip Erdoğan. 

Ve belediyeciliğin AKP’nin işi olduğu yolundaki iddiası. 

İçinde, kenarından, kıyısından geçtiğim kentlerin genel görünümü pek öyle söylemese de, AKP liderinin iddiası bu yönde idi. 

Ve bunu yolun her kilometresinde bir şekilde tekrarlıyordu. 

Bu iddiası bir yana, bu kadar fazla tabelanın ve Cumhurbaşkanı fotoğrafının varlığı bile biraz acayip doğrusu. 

Yıllardır Avrupa’nın pek çok ülkesinde karayolu ile seyahat yaptım. 

Avrupa’yı otomobil ile farklı dönemlerde neredeyse boydan boya geçtim. 

Aynı şeyi ABD’de yapmışlığım vardır, hatta kimi Asya ülkelerinde de. 

Böyle bir manzarayı yani tüm yollarda adım başı karşıma çıkan o ülkenin lideri fotoğrafını hiçbir Avrupa ülkesinde görmedim. 

Fransa’da yollarda ne Giscard d’Estaing’in, ne Mitterand’ın, ne Chirac’ın, ne Sarkozy’nin, ne Holland’ın, ne Macron’un fotoğrafları dört bir yanda karşıma çıktı. 

Keza Alman otobanlarında ne Kohl’ün, ne Schröder’in, ne Merkel’in tek bir fotoğrafı yol kenarlarında tabelalara yer alırdı. 

İtalya, İspanya, İngiltere’de durum asla farklı olmadı. 

Ama kimsenin günahını almak istemem. 

Bazı ülkelerde lider fotoğrafları aynı bizde olduğu gibi yolları süslerdi. 

Mesela Suriye’de hatta işgal altında olduğu dönemde Lübnan’da Hafız Esad’ın, Mısır’da Mübarek’in, Azerbaycan’da Aliyev ailesinin, Türkmenistan’da Türkmenbaşı’nın fotoğrafları her yerde asılı olurdu. 

Zannederim bu fotoğraflar bile nereye ait olduğumuzu ya da nereye ait olmaya doğru ilerlediğimizi göstermesi bakımından ciddi bir öneme sahip. Çünkü eskiden de Türkiye’de sokakları, yolları, binaları liderin fotoğrafı işgal etmezdi. 

Tabii Murat Kurum’u da unutmamak lazım. 

Eskiden İstanbul’a vardığımızı da İstanbul il sınırlarından çıktığımızı da yoldaki İstanbul tabelalarına bakarak anlardık. 

Şimdi artık Erdoğan’ın yanındaki Murat Kurum fotoğraflarından anlıyoruz. 

İstanbul’da da dağ taş Kurum ve Erdoğan’ın fotoğrafları. 

Bu fotoğraflara bakınca demokrasimizin kalitesini ve Osmanlı’dan bu yana yüzü Batı’ya dönük bir ülkenin yüzünü nereye döndüğünü de anlıyoruz. 


Selçuk Üniversitesi’nden zorunlu oruç

Selçuk Üniversitesi öğrencilerinin şikayet ettiği konu başka üniversiteler için de geçerli mi bilmiyorum ama gerçek bir rezalet. 

Mesele şu: Selçuk Üniversitesi rektörü Ramazan dolayısıyla üniversite yemekhanesindeki öğle yemeği servisini iptal etti. 

Zaten zor bela geçinen hatta geçinemeyen öğrenciler, devletin verdiği bir hakkı, rektörün keyfi bir kararı ile kullanamıyorlar. Mecburi bir oruca zorlanıyorlar. 

Sanki okuldaki herkes Müslümanmış gibi, sanki her Müslüman oruç tutmak zorunda imiş gibi, sanki hasta, rahatsız olan yokmuş gibi. 

Mecburi oruç. 

Niye? 

Çünkü rektör bey öyle istedi. 

Rektör efendi ise bu konudaki şikayetlerini dile getirmek için kendisinden randevu isteyen öğrencilere randevu vermiyor, dertlerini sosyal medyadan kendisine ulaştırmak isteyen gençleri ise Twitter’dan engelliyor.

Emin olun ki, bu rektör okulun eğitim kalitesi ile bu kadar ilgilenmiyordur. 

Sanki rektör değil, Selçuk Üniversitesi’nden sorumlu cemaat imamı. 

Yok mu bu öğrencilerin sesini duyacak birisi!

Yoksa oruç tutmayanlara kulaklar da mı tıkalı! 


Üstün Ergüder’in telif hakkı

Sözcü TV’de Erol Mütercimler’in “Aynanın arkası ve komplo teorileri” programına konuk oldum hafta sonunda. 

Keyifli bir sohbetti. 

Programın bir yerinde Profesör Ahmet Arslan’ın benim için “entelektüel kabadayı” diye takıldığını söyledim. 

Dün yoldayken Prof. Dr. Üstün Ergüder aradı. 

Sevgili rektörüm bana “Bütün programlarını izliyorum. Katıldığın programları da izliyorum” dedi. 

Sonra da ekledi. 

“Ama sana entelektüel kabadayı diyen Ahmet Arslan Hoca değil, benim. Telif hakkı bende” dedi. 

“Hemen düzeltirim hocam” dedim. 

“Düzelt diye demiyorum. Sadece bil diye diyorum” dedi. 

Haklıydı. İTÜ, Boğaziçi Üniversitesi’nde aynı dönemde okuduğumuz İSO Başkanı Erol Bahçıvan’a fahri doktora verirken, Üstün Hoca le birlikte idik ve bana bu lakabı taktığını o gün söylemişti. 

Telifi ona aittir. 

Özür dilemek ise bana… 

Erol Mütercimler’e de hem bu düzeltmeyi yapmama olanak sağlayan hatayı yapmamı sağladığı için, hem de keyifli program için teşekkür ederim. 


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Güç şımarıklığının bir müeyyidesi olduğu zaman. 

Erişilebilirlik Araçları