
Fatih Altaylı
Yazı İçeriği
DPT’yi kapatırsan kaynakları çarçur edersin
Habertürk’te bir şey değişmez
Belediye başkanı parti yöneticisi olur mu!
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
DPT’yi kapatırsan kaynakları çarçur edersin
Fatih Altaylı
Aralık 24, 2024
Yazı İçeriği
DPT’yi kapatırsan kaynakları çarçur edersin
Habertürk’te bir şey değişmez
Belediye başkanı parti yöneticisi olur mu!
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Habertürk’te bir şey değişmez
Youtube programında Emre sorunca kim yazmış diye merak edip baktım.
Son derece doğru sorunun sahibi gazeteci Toygun Atilla imiş ve Ulaştırma Bakanı Uraloğlu’nun Marmaray ile ilgili olarak verdiği sayıları yazmış ve çok yerinde bir soru sormuş.
Uraloğlu, Marmaray’ın 20 Aralık’ta 743 bin 596 kişiye hizmet verdiğini söylemiş ve “Ne kadar doğru bir yatırım olduğunu bir kez daha ortaya koydu” demiş.
Toygun Atilla da Bakan’a bir soru yönelterek “Yapımı 8 yıl ertelenen ve Marmaray gibi 5 milyar dolar maliyet ile hizmete giren Sivas-Ankara hızlı tren hattında durum ne?” demiş.
Çünkü aynı maliyetle hizmete giren Marmaray günde 745 bin, yolcu taşırken, Sivas-Ankara Demiryolu günde 1800 yolcuya hizmet veriyor. O da iyi gününde.
Peki aradaki fark, iki yatırım arasındaki bu verimlilik ve haliyle gereklilik farkı nereden kaynaklanıyor!
Soru çok güzel ve benim de yıllardır sorduğum soruların bir benzeri. Ve eski DPT müsteşarı İlhan Kesici’yi yayına alıp, tam da bunları konuşmuştuk. Bu güzel sorunun çok basit bir yanıtı var.
Fark planlamadan kaynaklanıyor.
Devlet Planlama Teşkilatı’ndan.
Hemen baştan söyleyeyim, Marmaray bir AKP projesi değil.
Bu sistem, AKP daha kurulmadan önce, Ecevit Hükümeti zamanında planlanması tamamlanmış, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından onaylanarak yatırım programına alınmış ve kredisi bile bulunmuş bir yatırımdı.
Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz döneminde temeli atılmaya hazırdı.
Yani asla ve asla bir AKP projesi değildir.
Bitirip tamamlamak AKP’ye nasip olmuştur.
Gelelim Sivas-Ankara Demiryolu ile Marmaray arasındaki verimlilik farkına.
AKP öncesinde devlet projeleri ilgili bakanların keyfine, arzusuna göre yapılmazdı.
Bir bakan ya da milletvekili milyar dolarlık projeleri kafasına göre planlayıp, ihaleye çıkamazdı.
Proje önce DPT’ye giderdi, DPT tüm projeleri inceler, gerekliliğine ikna olur ve sonrasında da öncelik belirler ve yatırım programına öyle alınırdı.
Ne kadar gerekli, ne kadar acil, yatırımını ne kadar sürede geri döndürür, bunların hesabını DPT yapardı.
Sonrasında iş ihaleye çıkardı ve ihale sürecinde elbette bugün için ufak tefek sayılabilecek yolsuzluklar olurdu ama Zafer Havalimanı ya da bu demiryolu hattı gibi abuk sabuk yatırımlar yapılmazdı.
Sonra AKP geldi, en büyük yatırımcı bakanlık olan Ulaştırma Bakanlığı’nın bakanı Binali Yıldırım, Erdoğan’ı DPT’nin gereksizliğine, yatırımları engellediğine, bürokratik olarak gereksiz olduğuna ikna etmeyi başardı.
Ve sonrasında rezaletler başladı.
Türkiye’nin dört bir yanında lüzumlu lüzumsuz demeden yatırımlar başladı.
Öncelik falan kalmadı.
Mesela Bayburt Grup gibi şirketler türedi ve açık bilgilere göre sadece bu şirket 50 milyar dolarlık kamu ihalesi aldı.
Bakanlara, bürokratlara yakın böyle onlarca şirket türedi.
Kamuoyu büyük projeleri tartışırken, özellikle Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde Anadolu’da her biri milyar dolarlık bir sürü gereksiz yatırım yapıldı.
Ve bugün bunlar hâlâ devam ediyor.
Her bakan kendine yakın bir müteahhit ya da müteahhitler belirliyor ve kuş uçmaz kervan geçmez yerlere milyar dolarlık yollar, saçma sapan ve gereksiz tüneller, arasında iki minibüsle taşımacılık yapılabilecek yerlere milyar dolarlık demiryolları yapılıyor.
Ne bir planlama, ne bir sağlıklı bir öncelik belirleme.
Türkiye’nin vergisini üreten başta İstanbul büyük kentlere siyasi rekabet nedeniyle para ve hizmet aktarılmazken, abuk sabuk yatırımlarla Anadolu değil ama bir grup müteahhit abad ediliyor.
Ve bu sistem bakanlar değişse de yeni bakanlar ve yeni şirketlerle devam ediyor.
Ama toplum öylesine duyarsızlaşmış ki, bunlar haber bile olmuyor.
Olsa da kimse umursamıyor.
Dünün en çok konuşulan meselelerinden biri, Ciner Medya Grubu’nun satılması idi.
18 yıl boyunca çalıştığım ve yöneticiliğini yaptığım grup satılınca herkes “Niye satıldı biliyor musun?” diye bana sormaya başladı.
Şöyle söyleyeyim.
15 Mayıs 2023 günü ayrıldığım Ciner Medya Grubu’nun kapısından bir daha içeri girmedim.
Bir kez bir konserde karşılaşmak dışında çok da sevdiğim, dost bildiğim Turgay Ciner ile de bir araya gelmedim.
Keza grubun en üst yöneticisi, dostum Kenan Tekdağ ile birkaç kez sağda solda karşılaşıp, bir kadeh şarap veya bir kahve içmek dışında birlikte olmadık.
Bu yüzden de çok şey biliyorum diyemem.
Bildiğim şudur.
Ciner Medya Grubu iki ayrı yapıydı.
Bunlardan Habertürk televizyonu, radyosu ve Habertürk internet sitesi Kenan Tekdağ’ın yönetimindeydi, Bloomberg ve Show TV ise Didem Ciner’in.
Haber ile ilgili yayınlarda Tekdağ, eğlence ile ilgili işlerde ise Didem Ciner sorumluydu.
Turgay Ciner ise hemen hemen 10 yıldır medya grubuna pek ender uğruyordu.
Grubu satmak istediği ise bilinmeyen bir şey değildi.
Sadece tok satıcı olarak uygun fiyatı ve satın alma kabiliyetine sahip bir alıcı olması gerekiyordu.
Bir süre önce Halk TV’nin patronu Cafer Mahiroğlu bana grubu almak istediğini ama anlaşamadıklarını anlatmıştı.
Şimdi satış gerçekleşmiş ve Can Holding açıklanmayan ve 800 milyon dolara yakın olduğu söylentileri dolaşan bir miktara grubun yeni sahibi olmuş.
Kenan Tekdağ’ın Can Holding’in sahipleri ile akraba olduğu zaten biliniyordu ve Kenan Bey Can Holding’in sahip olduğu Bilgi Üniversitesi’nin mütevelli heyetinde ve yönetiminde yer alıyordu zaten.
Ve eski Ciner, yeni Can veya belki Bilgi Medya Grubu’nun başında Kenan Tekdağ olmaya devam edecek.
Grubun yayın politikasını zaten Kenan Tekdağ belirlerdi yıllardır.
Bundan böyle de öyle olacak.
Yani anlayacağınız Habertürk’te bir değişiklik olmaz.
Şimdiye kadar nasıldıysa, bundan sonra da hemen hemen öyle olur.
Sadece Turgay Ciner’in artık kafası daha rahat olur.
Belediye başkanı parti yöneticisi olur mu!
AKP’nin Saadet Partisi’nden devşirdiği İstanbul İl Başkanı’ndan pek de memnun olmadığı ve değiştirileceği konuşuluyordu.
Gerçekten de Kabaktepe döneminde AKP İstanbul’daki etkinliğini ve gücünü büyük ölçüde yitirmiş, mega kentte Kılıçdaroğlu bile sandıkta Erdoğan’ı geçmişti. Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almayacağı için de bu işin faturası Kabaktepe’ye yıkıldı.
Şimdi medyada Kabaktepe’nin AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından görevden alındığı ve yerine Bağcılar Belediye Başkanı Abdullah Özdemir’in getirildiği yazılıp çiziliyor.
Ben de hayretle okuyorum.
Niye hayretle okuyorum onu da anlatayım.
Bağcılar Belediye Başkanı Abdullah Özdemir, AKP’nin yeni nesil politikacıları arasında parlak ve başarılı bir isim olarak öne çıkıyor, şaşırmamın nedeni Özdemir’in kendi değil.
Ancak bir Belediye Başkanı’nın il başkanı olması yasaya göre mümkün değil.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 37. Maddesi’ne göre belediye başkanları bir partinin yönetim organlarında görev alamazlar.
Ya biri ya diğeridir.
Bağcılar Belediye Başkanı Özdemir partisinin il başkanı olmak istiyorsa belediye başkanlığından istifa etmek zorundadır.
Aksi mümkün değildir.
“Pekala mümkündür” diyen olursa o zaman Ekrem İmamoğlu’nun da hem İBB Başkanı, hem de CHP genel başkanlığını aynı anda yürütmesi mümkün demektir.
Bunlardan ikincisi ne kadar mümkünse, ilki de o kadar mümkündür.
Bunu bile bilmeden Bağcılar Belediye Başkanı’nı AKP İstanbul İl Başkanı olarak kulis bilgisi diye yazmak da basınımızın ne hale geldiğinin göstergesidir.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Kendimizi çocuklarımızın sahibi zannetmediğimiz zaman.
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar