Precious loneliness değil aloneness
Fatih Altaylı
Ağustos 21, 2013
Yazı İçeriği
Precious loneliness değil aloneness
Precious loneliness değil aloneness
SON günlerin önemli tartışması, Başbakan danışmanlarından gelen tanımlama. “Precious loneliness” yani “değerli yalnızlık”. Türkiye’nin dış politikası bu cümleyle tarif ediliyor. Ortadoğu’da olan biten başta olmak üzere, uluslararası politik meselelerde Türkiye gibi düşünen ve Türkiye gibi hareket eden başka bir ülke, başka bir yönetim olmamasını bu cümleyle tarif ediyorlar. Demek istenilen şu: “Bizim tavrımız, tutumumuz doğru. Başkası bu doğruları görmüyorsa bu bizim hatamız değil, onların hatası. Şimdi bu politik duruşta yalnız olsak da, bir gün haklı olduğumuz anlaşılır.” Bu yaklaşımda bir haklılık payı olduğunu kabul etmemek imkânsız. Ama dış politika dediğiniz şey bu şekilde yürütülebilir mi? Ya da bu dış politikayı ne kadar yürütebilirsiniz? Bunu yürütecek gücünüz var mı? Hem ekonomik, hem siyasi. “Loneliness”ın sözlüklerdeki tariflerine baktığınız zaman farklı tanımlarla baş başa kalıyorsunuz. Tariflerden biri şu: “Yalnız olmaktan kaynaklanan depresyon hali.” Bu elbette uzun süreli yalnızlıkların ortaya çıkardığı bir durum. Türkiye “depresyona girmeden” ne kadar süre “yalnız” olmayı kaldırabilir? Çünkü “loneliness”a çok benzeyen ama aslında apayrı olan bir kavram da var. Onun adı da “aloneness”. Türkçe’ye en iyi çevirebileceğimiz şekliyle “tek başınalık”. Türkiye galiba bugünlerde “yalnızlık”tan da öte “tek başınalık” durumunda. Onun tarifleri de şöyle: “Herkesten ve her şeyden ayrı olma hali.” Ya da “aynı sınıfta olduklarınla bile bir arada olamama durumu”. Türkiye’nin dış politikadaki durumunu biraz daha iyi yansıtan bir durum. Ama bunların hepsinden altta, son madde olarak bir tarif daha var: “Yardımsız kalma.” Ve benim en ciddi sıkıntım da bu. Türkiye ahlaki olarak doğru bir duruş sergiliyor olabilir. Bu duruş “vicdani olarak” değer taşıyor olabilir. Ama dış politika dediğiniz şeyi sadece “vicdan” üzerine oturtmak doğru mudur! Ya da nereye kadar o doğrunun üzerinde durabilirsiniz. Bir gün o meşhur denklem karşınıza çıkmaz mı! Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan MISIR’da olan bitenin Türkiye tarafından bu denli önemsenmesini ve bu meseleye bu kadar girilmesini yadırgayanlar var. Türkiye’deki İslamcılığın temellerini bilmeyince, bu yadırgama çok normal. Çok açık söyleyeyim, Türkiye’deki “İslamcılığın” Mısır’a olan yaklaşımı sadece siyasi değil aynı zamanda “duygusal” ve hatta “romantik” bir ilgi. Çünkü Türkiye’deki İslami çevrelerin önde gelen isimleri, Türkiye’de dinin baskı altında olduğunu düşündükleri dönemde Mısır’a sığındılar. Türkiye’deki İslami entelektüellerin büyük bölümü Mısır’da yetişti. Mehmet Akif’ten Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası İhsan Efendi’ye kadar pek çoğu. Son Şeyhülislam Sabri Efendi de bunlardan biriydi. Mısır sadece Türkiye’deki değil İslam dünyasındaki tüm “entelektüellerin” baktığı merkezdi. Bu yüzden Mısır’ın Türkiye’deki İslamcılık üzerinde hem etkisi büyüktür, hem de duygusal bağı. İslam dünyasında Mısır “entelektüel” açıdan büyük önem taşır. İslam’ın entelektüelleri Mısır’a dönüktür. Suudi Arabistan ise “ekonomik” açıdan büyük önem taşır. İslam dünyasının fakir fukarası ve avamı Suudi Arabistan’a dönüktür. İslam dünyasının tarihini yaşamak isteyenler için ise Türkiye’nin önemi büyüktür. İslam tarihine önem verenler Osmanlı’ya, dolayısıyla Türkiye’ye döner yüzlerini. Şimdi bu üç önemli merkez birbiriyle karşı karşıya. Bu bile İslam dünyasını sıkıntılı günlerin beklediğinin işareti. Not: Başbakan Erdoğan ilk kez Suudi Arabistan’ı doğrudan hedef alan bir konuşma yaptı dün. Bunun yansımalarının neler olacağını çok merak ediyorum.
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar