Kamyoncuya kuzu, vatandaşa kurt
Fatih Altaylı
Eylül 21, 2013
Yazı İçeriği
Kamyoncuya kuzu, vatandaşa kurt
Kamyoncuya kuzu, vatandaşa kurt
KAMYON teröründen bahsettim dün.
Sadece dün değil, aylardır bahsediyorum.
Sadece ben de bahsetmiyorum.
Herkes yazıyor, haber yapıyor.
"Çıt" var mı?
Yok elbet.
Çünkü memlekette "nobranlık" hâkim.
"Medya kim ki!" duygusu, fikri hâkim.
Halk adına şikâyet ediyoruz ama umurlarında mı!
"Gerekenleri memnun et" yeter.
Halk ne ki!
"Kamyonlara ceza kesilmiyor, kamyonlara ceza kesilmeyecek şekilde radar uygulaması yapılıyor" diye yazdım.
Daha ne diyeyim.
Bundan açık bir "ima" olur mu?
Kamyoncular köprüyü yıkacak, İstanbul'u bitirecek, binlerce kişiyi öldürecek.
Parka giden vatandaşa gaz sıkan, yolda yürüyen üç kişiyi coplayıp dağıtan polis, kamyoncuların önünde kuzu.
Kesemiyor köprü yolunu.
Bakan dün "Ucuz atlattık, yıkılabilirdi" diyor.
Trafik müdüründen tık yok, çıt yok.
Yanıta tenezzül bile etmiyorlar.
Etmiyorlar, çünkü onların işi halkı memnun etmek, halkın güvenliğini sağlamak değil.
Onlar vazifelerini başka türlü yerine getiriyorlar.
Mesela mı?
Meselası da çok kolay.
Anlatayım.
İstanbul'da yaşayanlar bilir, İstinye Park diye bir alışveriş merkezi var.
Aylardır neredeyse günün 24 saati, İstinye Park'ın çıkışında trafik kontrolü var.
Başka hiçbir yerde yok, İstinye Park'ın önünde güpegündüz araçlar durduruluyor, sürücülere alkol muayenesi yapılıyor.
Hani her yerde olsa anlarım.
Hayır sadece İstinye Park'ın önünde.
Niye orada?
Herhalde toplumun "hoş görülmeyen" kısmı oraya takılıyor, orada yiyip içiyor diye.
Terörist kamyoncuya "kuzu" olan trafik polisi, İstinye Park önünde "kurt" oluyor.
Tam 38 gündür, her gün.
Not: Şimdi bazıları diyecek ki, "Ne o rahatsız mı oldun alkol muayenesinden". Hayır olmadım. Hem de hiç. İçince direksiyona geçmemek gibi bir huyum var. Ama böylesine çifte standarda, sadece bir yerde ayrımcılık yapılmasına "kıl" oldum.
Hafriyat döküm alanları
İSTANBUL'da hafriyat döküm alanları son yılların en çok konuşulan konularından biri.
Trakya'da eski kömür madenleri, Anadolu tarafında ise bazı eski ocaklar döküm alanı olarak kullanılıyor.
Bir şantiye halindeki İstanbul'un tüm hafriyatları buralara dökülüyor.
Günde en az 10 bin kamyon hafriyattan söz ediliyor.
İki gündür eleştirilerime konu olan kamyon terörünün nedeni de bu döküm alanlarından birinin kapatılmış olması.
Kamyoncular buna kızdıkları için Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nü yıkacaklardı neredeyse.
Benim merak ettiğim şu:
Bu döküm alanlarında büyük rant var.
Bu döküm alanları kimlere ait?
Bunlar hak sahiplerine nasıl veriliyor?
Bunların işletmeleri hangi usullerle dağıtılıyor?
Bunlarla ilgili ihaleler nasıl yapılıyor?
Fiyat nasıl belirleniyor?
Buralar kaça veriliyor?
Kamyon başına kaç para alınıyor?
Buralardan elde edilen gelir ne?
Bu soruların yanıtlarını bütün İstanbul halkı merak ediyor.
Dilimde Teoman'ın şarkısı...
DÜN keyifsizdim.
Genelde çok keyifli olduğum söylenemez ama dün ekstradan keyifsizdim.
Çünkü yaş günümdü.
Gençken "bayram" olan doğum günleri, yaş ilerleyince "matem" haline geliyor.
Önünüzde daha az sayıda bahar, daha az sayıda yaz kaldığını biliyorsunuz.
Zaten aynaya bakmak iyiden iyiye tatsız bir duygu olmuş durumda.
Sakallar beyazlamış bile, şakaklardaki beyazlık hızla çevreye yayılıyor.
Göğüste bile beyazlık hâkim artık.
Yüzün aşağı doğru sarkıyor giderek, yerçekimine artık karşı koyamıyor.
Kilo almak giderek daha kolay, kilo vermek giderek daha zor olmuş.
Eskiden gömleklerin kolları dar gelirken, şimdi beli dar gelmeye başlamış.
Tek tesellin, arkadaşlarının birkaç yıldır kullandığı ilaçlara sen henüz başlamamışsın ama o günler de çok uzak değil, hissediyorsun.
Geçen yılların getirdiği tek mutluluk, kızının giderek büyümesi, gözünün önünde bir genç kız olmaya başlaması ama onu da derin düşününce "Yakında gidecek" diyorsun.
Sabahtan beri Teoman'ın şarkısı dilimde "Bugün benim doğum günüm" diyen... O benden şanslı, bar taburesi üzerinde oturuyor. Ben ise gazetedeki odamda, tatsız tuzsuz bir koltukta.
Üstelik "babamın öldüğü yaşı" görebilecek miyim ona da emin değilim.
Çok da umurumda değil aslında.
Geçmişe bakınca güzel günler var hep.
En büyük teselli o.
Ama aynı zamanda biraz da kaygı.
"Acaba çocuklarımız da bizim gördüğümüz o güzel günleri görebilecek mi?" diye.
Ama sabah sabah bir teselli daha çıkıyor karşıma.
Ekranda bir fotoğraf.
Daniel Craig'in fotoğrafı.
Denizden çıkan mayolu halini erkeklerin kıskançlık, kadınların beğeniyle kafalarına kazıyan o adam.
Manhattan'da sokakta yakalanmış.
Acımasız paparazziler çekmişler.
Kafasında bir şapkayla dolaşıyor.
Fotoğrafı iyice inceliyorum.
Onun da sakalları ağarmış.
Onun da yüzü yerçekimine karşı koyamamış.
Ona da yaşlı adam hali hâkim olmaya başlamış.
Ki o benden 6 yaş küçük.
En büyük teselli oluyor bu en erkek James Bond'un fotoğrafı bana.
"Aman be Fatih" diyorum kendi kendime. "Daniel Craig bile bu hale geldiyse sen ne takıyorsun kafana."
Üstelik onun kaybedecek çok daha fazla şeyi var zamana yenik düşecek.
Keyifleniyorum hemen.
"Daha güzel günler göreceğiz" diyorum bir kez daha.
Babamın hiç unutmadığım cümlesi bir daha takılıyor dilime.
"Bu da geçer ya hu."
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar