Komşumuz terörist
Fatih Altaylı
Ocak 19, 2014
Yazı İçeriği
Komşumuz terörist
Komşumuz terörist
Türkiye’nin yakın tarihinde,büyük kentlerimizde terör estirmiş, sivillerin canına kıymış, hedefsiz bombalarla pek çok insanımızı öldürmüş iki kanlı terör örgütü var. Biri bizim “yerli malı” terör örgütümüz PKK, diğeri ise uluslararası terör örgütü El Kaide. Her iki örgüt de uluslararası terör örgütleri arasında yer alıyor. Türkiye 2 yıl kadar önce, Suriye’de Esad’ın gitmesi ve büyük ihtimalle de Suriye’de yönetimeMüslüman Kardeşler’in gelmesi için Esad’a karşı bir mücadele başlattı. Bu mücadele başlangıçta çokulusluydu. Türkiye ile birlikte Batı dünyasının büyük bölümü bu mücadeleye destek verdi. Ancak zaman geçtikçe, Batı’nın bu mücadeleye desteği azaldı, Türkiye büyük ölçüde yalnızlaştı. Ve bir süreden beri gözlemlenen durum şu: Başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri ve İsrail, Suriye’de Esad’ın gitmesini istemekten yavaş yavaş vazgeçtiler. Hatta “ehveni şer” olarak Esad’ın kalması konusunda uzlaştılar. Türkiye ise Esad karşıtı politikasını o kadar sert bir zemine oturtmuştu ki, bu manevrayı yapamadı. Sonuç olarak, Türkiye’nin “Mutlaka gitmeli” dediği Esad gitmedi. Ancak Türkiye’nin Esad karşıtı politikasının tek bir “somut sonucu” oldu. Esad zayıflayınca, Türkiye’nin güneyde iki yeni komşusu oldu. Güneyimizde Esad’ın kontrolü dışındaki Kuzey Suriye’de iki yeni “devletçik” ya da “sözde devlet” peydahlandı. Bu devletlerden biri Suriyeli Kürtlerin PKK’sı sayılan ve PKK ile aynı pozisyondaki PYD tarafından ilan edildi. Diğeri ise El Kaide tarafından. Yani biri yerel, diğeri ise uluslararası olan iki büyük terör organizasyonu artık Türkiye’nin güney komşusu. Bu durumda Türkiye’nin 900 kilometreye yakın sınırında tam bir “terör” hâkimiyeti var. Bunun Türkiye’ye etki etmesi kaçınılmaz. Bir yıl kadar önce Türkiye’nin güneyinin Pakistan’ınAfganistan sınırı gibi olacağını söylediğimiz zaman kimse ciddiye almamıştı. Bakalım iki yeni “terörist” komşumuzun etkinliğini pekiştirmesi halinde bu sözlerimiz ciddiye alınacak mı bilmiyorum. Bu arada bazı okurlar, “Ahmet Davutoğlu’nu niye sürekli eleştiriyorsun?” diye kızıyorlar. Bu yazıyı okuyunca belki sorularına yanıt bulmuş olurlar. Ayrıca şunu da unutmasınlar; bugün Türkiye’de içeride yaşadığımız pek çok sıkıntının nedeni de aslında Türkiye’nin Davutoğlu tarafından oluşturulmuş dış politikası. Bunu da bir kenara not edin bence. İlk imam hatibi, Atatürk açmıştı ÖNCEKİ gün imam hatip okullarının 100. kuruluş yıldönümü için bir tören yapıldı. Ben de töreni “hayretle” izledim. Çünkü Cumhuriyet’imizin kuruluşunun 90. yılı daha yeni kutlanmışken, imam hatip okullarının 100. yılı nasıl olabiliyordu anlamadım. Cumhuriyet öncesi dönemde Osmanlı’da imam hatip okulu diye bir şey yoktu. Çünkü böyle bir şeye ihtiyaç da yoktu. Dini eğitim medreselerde ve tekkelerde veriliyor, din adamları buralarda yetişiyordu. Ancak Cumhuriyet’le birlikte medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla “din adamı yetiştirilmesi” bir sorun olarak ortaya çıktı. Bu nedenle de “imam hatip okulları” kurulması gerekti. Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk imam hatip okulları, 1924 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından kuruldu. 29 adet olarak yurdun çeşitli bölgelerinde kurulan bu ilk imam hatip okullarının sayıları giderek azaldı ve 1930’a gelindiğinde 3’e düştü. Bir-iki yıl içinde tamamı kapandı. 1948 yılında CHP, imam hatip okullarının yeniden açılması için kanun teklifi verdi.Ancak okul yerine 1949 yılındaAnkara ve İstanbul’da birer imam hatip kursu açıldı. Bunların ihtiyaca yeterli olmaması nedeniyle 1950-58 yılları arasında Demokrat Parti iktidarında toplam 26 imam hatip okulu açıldı. 27 Mayıs Darbesi sonrası İsmet İnönü’nün başbakanlığı sırasında 1 yıl içinde 2 imam hatip okulu daha açıldı. Ardından Adalet Partisi döneminde imam hatip okulları patlama yaptı. 1990’ların ikinci yarısına gelindiğinde 600’ü aşkın imam hatip okulu vardı. Ama dediğim gibi, bu okulların 100 yaşında olması imkân dahilinde değil. Bu 100. yıl meselesini nereden bulup çıkardılar çözemedim. 1913 yılında açılan “Medresetül Eimme ve’l Huteba”ları imam hatip okulu zannedip onun 100. yılını kutluyorlarsa bilemem. Ama onlara da imam hatip okulu demek pek de doğru olmaz. Biz nasıl güveneceğiz! BAŞBAKAN Erdoğan, “Yolsuzluk yapan evladımı evlatlıktan reddederim” diye “ağır” konuştu. Bu cümlenin “baba-oğul” veya “baba-kız” ilişkisi açısından elbette bir önemi vardır ama “kamusal” açıdan hiçbir şey ifade etmez. En azından bizim için bir anlamı yoktur. O aile içi ilişkidir. Ayrıca Türk hukukuna göre “maddi karşılığı” da yoktur. Bana göre bir Başbakan’ın söylemesi gereken cümle, “Yolsuzluk iddiasıyla karşı karşıya kalan oğlum bile olsa onu yargının karşısına oturturum” olmalıdır. Tabii Başbakan yargıya güvenmiyor olabilir. O zaman da şunu sormak hakkımızdır: “Başbakan’ın bile güvenmediği yargıya biz sıradan vatandaşlar nasıl güveniriz?” Soruma yanıt bekliyorum GÜLEN Cemaati’nin en görünen yüzü olan Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’na dün birkaç soru sordum. - Hangi gazeteciler Fethullah Gülen’le görüşmek için Pennsylvania’ya gitti? - Hangi gazeteciler Fethullah Gülen’le görüşmek için randevu talep etti? - Cemaat’in okullarını ziyaret etmek için düzenlenen gezilere hangi gazeteciler kaç kez katılıp nerelere gittiler? Dün bununla ilgili bir açıklama görmedim, duymadım. Aynı soruları bugün bir kez daha tekrarlıyorum. Yanıt alıncaya kadar da tekrarlama niyetindeyim.
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar





