Yapmayın Başkan
Fatih Altaylı
Ağustos 18, 2019
Yazı İçeriği
Yapmayın Başkan
Yapmayın Başkan
Sevgili Ekrem İmamoğlu, Seçilmenizin ardından size bir kez minik bir uyarı yazısı yazdım. Bu ikinci oluyor. Sayın Başkan, Dün İstanbul’da günlerdir beklenen bir yağış vardı. Beklenenin üzerinde yağdı yağmur. Tam bir felakete dönüştü. Ve siz burada yoktunuz. Burada kalsaydınız yağış daha az olmayacaktı. Burada olsaydınız sağı solu su basmasını engelleyemeyecektiniz haliyle. Yine Üsküdar ve Eminönü’nde deniz ile kara birleşecekti, su elinizle boşaltamayacaktınız elbette. Bir alt geçitte boğulan vatandaşımızı dalıp kurtaramayacaktınız. Kapalıçarşı’da yıllardır yapılan tahribatın sonucu olan su baskınını da durduramayacaktınız. Siz İstanbul’da olsanız da, gidip AKOM’da şov yapıyor olsanız da tüm bunlar yine yaşanacaktı. Herkes biliyor ki, bunlar İstanbul’da yılların tahribatının sonucu. Herkes biliyor ki, felaketin boyutlarının bu denli büyük olmasının temel sebebi iklimin artık farklı olması. Ama yine de burada olmalıydınız. Niye biliyor musunuz? Çünkü burada olsaydınız binlerce kişi “Nerede bu Başkan” diye sormayacaktı. On binlerce trol “Hani bu Başkan ya!” diyemeyecekti. Bazıları “İşte gördünüz cehape zihniyetini” diye tutturamayacaktı. Açık söyleyeyim bana “Nerde bu başkan” diyenlere ben “Yahu adam Hacı Bayram’da. Parti toplantısı için gitmiş” diyordum. Bodrum’da olduğunuzu bilmiyordum. Açıkçası ihtimal bile vermiyordum. Yapmayın Başkan. Bir gün sonra dönseniz de buna hakkınız yok. Çünkü siz milyonlarca insana umut verdiniz. Ve hâlâ umutsunuz. Kendinizi harcamak isteyebilirsiniz. Ama umutları trollere yem etmeyin. ***
Bir iki ekleme
İstanbul-İzmir arasındaki paralı otoyolu yazdım dün. Bir iki konuyu eklemeden geçmeyeyim. Yolun güzergahı ile ilgili kafamda bir iki soru ya da sorun var. Yol birkaç noktada rüzgara ve hava şartlarına çok açık bir seyir izliyor. Bazı bölgelerde kış şartları hiç umulmadık bir şekilde bu yolun kış aylarında kapanmasına neden olabilir diye korkarım. Dikkat çeken bir başka nokta ise yol üzerindeki dinlenme tesislerinin tamamlanmamış olması. Neredeyse coğrafi işaretli haline gelmiş bazı şeyleri göz arıyor. Susurluk’tan ayran içmeden, tost yemeden geçmek biraz garip geldi. ***En iyi pikaplar
Dijital müziğin yükselişi sürerken, bir yandan da analog müziğe yeniden dönüş yaşanıyor. Gerçek audiophillerin zaten hiçbir zaman vazgeçmediği pikaplar, gençlerin gönlünde yeniden yer etmeye, yeniden popüler olmaya başladı. Ben de geçmişte bir kez yazdığım pikaplar üzerine bir yazımı tekrarlamaya karar verdim. Baştan söyleyeyim, bu tavsiyeler biraz pahalı, daha doğrusu gereksiz pahalı tavsiyeler. Bende bu pikapların hiçbiri yok. Gençliğimde almış olduğum, 30’lu yaşları devirmiş pikaplarımı kullanıyorum. Bir tane 1970’lerin sonundan Thorens, bir tane 80’lerin başından Nakamichi, bir tane de yakın zamanlardan Marantz’ım var. Bir yerlerden para bulursam bir de McIntosh alırım belki. Ama aranızda parası kulaklarından fışkıran varsa, onlar için bazı tavsiyelerde bulunacağım. Ama önce şunları söyleyeyim de, verdiğiniz para boşa gitmesin. Pikabınızı hoparlörlerinizden mümkün olduğunca uzağa koyun. Hoparlörle aynı zemin veya aynı platform üzerine asla ve asla koymayın. Çünkü hoparlörlerin yayacağı veya sebep olacağı titreşim pikabınızın plakları doğru okumasını engeller. Pikabınızın özel bir düzeneği yok ise koyduğunuz yerin düz olmasına dikkat edin. Mutlaka su terazisi ile pikabınızın tam düz bir doğrultuda yerleştiğinden emin olun. Pikabınızı bağlayacağınız priz mutlaka çok iyi topraklanmış olsun. Son dönem yapılan amplifikatörlerin pek çoğunda turntable girişi yer almıyor. Bunun için bir minik ara amplifikatör gerekiyor. Bunu alırken çok ucuza kaçmayın. Gelelim en iyi ve haliyle en pahalı pikaplara… 1- AV DESINGHOUSE DERENVILLELivaneli’nin yanıtı
Zülfü Livaneli birkaç gün önce kendisi ile ilgili eleştirilerime ve Celal Şengör’ün ders gibi açıklamasına bir yanıt yolladı. Aynen yayınlıyorum: “Değerli dostlar, İsim vermemiş olmama rağmen belli ki ‘Batı’nın Kibri ile Doğu’nun Cehli Arasında’ adlı kitabımdaki birkaç cümle sizi gücendirmiş. Bence buna hiç gerek yok. Değerli insanlar olduğunuzu bilirim elbette. Celal Hoca’yı da bizim evde çok geç saatlere kadar zevkle dinlemişliğim vardır. Ele aldığım konu Yeni Ahit’in yazıldığı dille ilgili örnek veriyor ama odak noktası bu değil. Asıl derdim ülkemizde son yıllarda başgösteren kestirme hüküm verme zafiyeti. Ekran dili, bilimsel dil değildir, ekranda ilim yapılamaz, sadece sohbet edilir, bir tv show’udur. Bilim kılı kırk yararak, kendinden emin olmayarak, sürekli ‘acaba’ sorusunu sorarak ilerleyen bir dal. Bunu en iyi; zaten bildiğimiz ve iftihar ettiğimiz akademik unvan ve başarılarını gereksiz yere sıralayan Celal Hoca bilir. Ekranlarımızın unvan fetişizmini kullanarak ipe sapa gelmez konuşmalar yapan sözüm ona ’hoca’larla dolu olduğu bir dönemi eleştirmek için yazdığım yazının hedefi İlber ve Celal hocalar değil elbette. Bu isimleri onlarla yan yana koymak büyük bir küstahlık olur. Yine de bu örneği vermemin sebebi, Hristiyan teolojisinin binlerce yıldır tartıştığı ve imanı ilgilendiren bir konuda bir jeolog hocanın bu kadar kestirme bir hüküm vermiş olmasını ona yakıştıramamaktır. Hepimiz biliyoruz ki İsa’nın ve havarilerin dili Aramice idi. İsa vaazlarını ana dilinde verdi. Hatta çarmıhta can vermeden önceki son sözleri, Aramice ‘Eli eli lama sebaghtani’ (tanrım tanrım beni niye terk ettin) oldu. O dönemde Filistin Yahudilerinin dili Aramiceydi. (Aramî demek gerekir aslında.) Eski İbranice unutulmuştu. Hatta havralarda çevirmen kullanılıyordu. Havariler de o yöreden çiftçi, balıkçı, demirci gibi mesleklere sahip olan yerli insanlardı. Başka bir dili sofistike biçimde yazacak birikime sahip değillerdi. Hem de peygamberin kelamını değiştirerek başka bir dile aktarma gereğini duyamazlardı. Dolayısıyla özellikle Matta incilinin Aramice olduğu kesinlik kazanmıştır. Yoksa havarilerden hiçbir şey kalmadığı ve İsa kelamının iki-üç yüz yıl sonra Yunanca yazıldığı sonucuna varırız. İsa’nın Aramice söylediği sözleri niçin başka dile aktarsın havariler. Hem yapamazlar hem de günah. Tanrı kelamından söz ediyorlar. İsa Aramice ‘Bir yanağına vurana öbür yanağını uzat!’ dediyse niye bunu olduğu gibi ana dillerinde aktarmak yerine bilmedikleri başka dile çevirmeye uğraşsınlar. Ya çeviride bu söz, ’Bir yanağına vuranın sen de yanağını okşa’ halini alırsa. Ya da aslı zaten böyle ise. Bu durumda havarilerin yazdığı ve esas kabul edilen Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinin sahte olduğu gibi bir sonuç ortaya çıkar ki bu Hristiyanlık dininin toptan inkarı anlamına gelir. Bu konuda yazılan kitapları ve tartışmaları okumaya on insan ömrü yetmez. Gottfried Lessing’den tutun, Doğu Kilisesi patriklerinin açıklamalarına, İslam ansiklopedisinin İncil maddesinden, binlerce ciddi ilahiyatçının, kongrenin incelemelerine kadar birçok ciddi kaynak İncil’in ilk dilinin Aramice olduğunu söyler. İslam Ansiklopedisinde konu hakkında şunlar yazılıdır: ’İnciller’in bilimsel tenkidî çalışmalarına göre Matta, Grekçe Matta İncili’nin yazarı değildir; Îsâ’nın sözlerini Hz. Îsâ’nın konuşma dili olan Ârâmî dilinde yazmıştır. Havâri Matta’ya ait olan bu metin daha sonra Yunanca’ya çevrilmiş, buna yapılan ilâvelerle bugünkü Matta İncili ortaya çıkmıştır.’ Kaldı ki Eski Ahit’in Ezra, Daniel bölümleri bile Aramicedir. Aksini düşünmek Hz. Muhammed’in aktardığı ayet ve hadisleri Ali, Ömer, Ebubekir gibi takipçilerinin başka bir dile çevirmeye çalışmasını düşünmek kadar abestir. Xxx Ama konumuz bu değil, tv’lerde yarı şaka yarı ciddi programlarda bu kadar ciddi konular hakkında kesin hükümler veriliyor oluşu. İlk ve kaynak Yeni Ahit’in Aramice yazıldığını belirten ve Goethe’nin de üstadı olan Gottfried Lessing ne diyor: Hakikati araştırmak ona sahip olmaktan daha değerlidir. Hiçbirimiz Hristiyan ilahiyatçısı değiliz. Çay içerken, MS 70’ten önce yazılanlar doğru değildir gibi cümleler kurmak bana uygun gelmiyor. Zaten bu dünyada herkes bazı konuların cahilidir. Cehalet görece bir kavram. Ben oldum, ben her şeyi bilirim diyen hocalarla ilgili olarak kitapta İbni Kemal ve Molla Kasım örneklerini verdim. ‘Her yeni şey öğrendiğimde bilmediklerimin ne kadar çok olduğunu anlıyorum’ diyen Einstein da müthiş bir örnektir. Evet işte böyle; bana ve birçok kişiye cahil diyebilirsiniz, ben bundan gocunmam çünkü bilmediğimi bilmek gibi bir özelliğim var. Ama en değerli insanların bile ben her şeyi bilirim tavrından kurtulması onları bilgeliğe ve olgunluğa yaklaştırır. Her gün rahmetle andığım Halil İnalcık, Talat Halman bu anlayışın kutupları oldular. Neşet’in bilgece türküsündeki gibi dünyanın rengine kanmayalım. Çünkü her şeyin bir evveli bir ahiri var. Sevgili Altaylı; Kitap toplama kavramı bende çok acı çağrışımlar yapıyor. Yarım asır boyunca plaklarımın ve kitaplarımın yasaklanmasından çok çektim. Bence kitap yerinde dursun; isteyen okusun istemeyen okumasın. “ ***NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Adam olanlardan korkmadığımız zaman.X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar
Zeki Demirkubuz yorumluyor
Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Hak"
Eylül 15, 2025
Bedia Ceylan Güzelce & Müfit Can Saçıntı
"Gülmek bir savunma mekanizması"
Eylül 14, 2025