Silivri Günlüğü – 17
Fatih Altaylı
Temmuz 17, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü – 17
Silivri Günlüğü – 17
Emre Beyciğim selamlar, sevgiler…
Sana, tüm ekibe, değerli izleyicilerimize, herkese…
Umuyorum hepiniz iyisiniz, sağlık afiyettesiniz…
Sağlığımla ilgili sorularına verdiğim yanıtlar inşallah seni rahatlatmıştır. Gerçekten beni merak etme, Silivri’deki infaz koruma ekibi hepimize gayet iyi bakıyor.
Hepsi üniversite mezunu ve pek çok kamu kurumunda bu kalitede personel ortalaması yok.
Biz iyiyiz, siz de iyi olun.
Bazı tutuklu avukatları, benim Silivri’deki durumumu olumlu bir bakış açısıyla yansıtmamı doğru bulmadıklarını, sonuçta buranın bir cezaevi olduğunu söylüyor ve benim durumdan şikayetçi olmam gerektiğini savunuyorlarmış.
Tabii ki burası bir cezaevi ve elbette ki burada olmak hoş ve arzu edilen bir şey değil.
Ama bizim burada olmamızın nedeni buradaki infaz koruma ekibi değil.
Bize, tüm tutuklulara karşı yapılan hukuksuzluğun, adaletsizliğin nedeni yargı. Sorun yargıda ve eminim ki hiçbir infaz koruma memuru yargıdaki siyasallaşmanın sorumlusu değil.
Ayrıca da buradaki şartlardan sürekli yakınıp dışarıda bizi düşünen, bizi seven dostlarımızı, ailelerimizi daha fazla üzmek mi lazım?
Gerçekten de durumum iyi.
Elbette Ayşe Barım’ın bir an önce tahliye edilmesi gerekiyor, elbette Murat Çalık’ın bir an önce tahliye edilmesi gerekiyor.
Ama onların burada veya İzmir’de cezaevlerinde olmasının nedeni, Çalık’ın hastaneden elleri kelepçeli olarak çıkarılmasının nedeni infaz sistemi değil.
Keza burada haksız, hukuksuz, kirli bir komplo sonucu tutulan herkesin en kısa sürede serbest kalması en azından tutuksuz yargılanması gerek.
Benim açımdan, 2,5 dakikalık bir konuşma ile ilgili iddianame yarım saatte yazılabilecekken haftalardır yazılmayıp, yargılanmanın geciktirilmesi de cezaevi personelinin suçu değil.
Bu yüzden kimse kusura bakmasın ben ne görüyorsam, ne yaşıyorsam onu yansıtmaya devam edeceğim.
Silivri soğuk değil ama sinekli…
Burada yeni bir sinek türü keşfettim.
Sivrisineği hepiniz bilirsiniz ama “Silivrisinek” diye daha gelişmiş bir tür var. Adını da ben koydum.
Emre, dün buradaki en kötü değilse bile en tatsız günümü geçirdim.
Sabah temizliğini bitirmiş, yerleri silip süpürmüş, bulaşıkları yıkamış, banyoyu temizlemiş, oturmuş çalışıyor, çay içiyordum.
Birden avluma kalabalık bir grup girdi.
İnfaz koruma memurlarının yanı sıra aralarında mavi üniformaları ile jandarmalar da vardı.
“Askeri arama var” dediler.
Ne olduğunu anlamadan içeri girdiler ve önce üzerimi aradılar.
Sonra kıpırdamamamı söyleyip yattığım bölüme çıktı birkaçı, birkaçı da mutfak dolabını açıp içine göz attılar.
Yukarıda içinde birkaç parça eşyamın olduğu dolapları ve yatağı, yatağın altını üstünü arayıp gittiler
“Keşke içeri dalmadan önce ayakkabılarınızı ya da postallarınızın altını kapı önünde bir yere vursaydınız. Avludaki çalı çırpı parçalarını ve kuş pisliklerini yeni sildiğim odaya taşıdınız.” diye anlamsızca sitem ettim.
“Geçmiş olsun.” dediler. İyi çalışmalar dileyip çıkıp gittiler.
Niyeyse kendimi kötü hissettim.
Sonra yeniden temizlik yaptım.
Belli ki arada böyle bir kontrol olacak.
Keşke kapı önünde bir paspas olabilseydi.
Neyse tutuklu problemleri ile daha fazla vaktinizi almadan gündeme geçelim.
Dün terörsüz Türkiye gündemine 15 Temmuz arası verilmişti ve darbe girişimi gecesini bir kez daha hatırladık.
Umarım Türkiye’yi o geceye götüren süreç, FETÖ’nün arkasındaki güçler, darbenin amacı, sorumluları, azmettiricileri bir gün bütün netliğiyle ortaya çıkar.
Ben hala o günün hesabının tam olarak görülmediği, sorumlulardan tam olarak hesap sorulmadığı kanaatindeyim.
Dünün en sıkı FETÖ’cülerinin bugün hala ortalıkta yüzsüzce gezmesi ve hala iktidarın makbul destekçileri arasında görünmesi bende hiç olumlu fikirler uyandırmıyor.
FETÖ yöntemlerinin bugün hala kullanılıyor olmasının yarattığı duyguyu ise hiç söylemeyeyim.
Yeni açılım ya da terörsüz Türkiye süreci ile ilgili iktidar bize başından beri tek bir şey söyledi.
“Pazarlık yok. Kayıtsız şartsız silah bırakacaklar ve örgüt kendini lağvedecek.”
Biraz kafası çalışan herkes bunun böyle olmadığını biliyordu.
30 kalaşnikof yakılıp, PKK’lıların üslerine döndüğü törende bunun böyle olmadığını kesinlikle anladık.
Dağdan emekli olmaya hazırlanan, PKK’lı grubun etkin ve önemli ismi Bese Hozat “Ankara ve İstanbul’da demokratik siyasetin öncüleri olmak isteriz. Artık top karşı tarafta, atılacak adımları bekliyoruz.” dedi.
Ardından başka bir cümle duyuldu “Öcalan özgürlüğüne kavuşmadan PKK’nın silah bırakma kararı uygulanamaz.”
İktidarın pazarlık yok dediği buydu.
Pazarlık yoktu gerçekten.
Fiyat belliydi.
Tam da bu durumda pazartesi gecesi DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları Halk TV’ye konuk oldu.
İsmail Saymaz’ın şahane sorularına olabildiğince açık yanıtlar verdi.
Daha açık olabilirdi ama belli ki hassas süreci akamete uğratmak istemiyordu.
Tülay Hanım’dan şunu öğrendik.
İstenen şey PKK’nın dağ kadrolarına yönelik bir aftı.
Böylece bunlar ya da en azından bir bölümü ülkeye dönecek ve Mehmet Ağar’ın 2006 yılında söylediği gibi “düzovada siyaset yapacaklardı”
İsmail Saymaz “Yani af mı?” diye sordu.
Hatimoğulları “Af değil, özel düzenleme.” dedi ısrarla.
Kim bilir, belki de Öcalan’ın genel başkanı olduğu, PKK’lıların da vekili olduğu bir partiyi TBMM’de görecektik yarın öbür gün.
PKK savaşı kazanmış olsa da sonuç bu olurdu diye düşündüm.
Bu tabloyu benim fazla düşünmeme gerek yok, inek hırsızları ve sözde milliyetçiler düşünsün.
Tabii Demirtaş’ın özgürlüğüne kavuşması, eş genel başkanın da salıverilmesi şart, ki bu zaten yasal olarak da olması gereken ve süreçten bağımsız bir gereklilik.
Tabii biraz uzun vadeli düşününce epey bir güldüm.
Düşünsenize Demirtaş serbest kalmış, İmamoğlu içeride ve aday olamıyor.
CHP ile DEM’in ortak adayı Demirtaş.
MHP de destek veriyor.
Çok eğlenceli olmaz mıydı!
Hemen sinirlenme Emre.
Sadece hoş bir olasılık olarak gözünün önüne getir.
Ayrıca terörist yaftasından kurtulmuş DEM Parti’nin, Türkiye’nin demokratik hale gelmesine çok katkı yapacağına samimi olarak inanıyorum.
Sonuçta anlıyoruz ki, PKK’nın dağ kadrosundakilere yönelik özel bir af sözü verilmiş.
Oldu oldu, olmadı sil baştan…
30 silahın bırakılması ise iktidarın atacağı af adımı için bir iyi niyet gösterisinden ibaret.
Halk TV’yi ve Tülay Hatimoğulları’nı bu güzel ve bilgilendirici yayın için kutluyorum.
Üçlü bir ittifak olmadığını da sayelerinde öğrenmiş olduk.
Burada bir parantez açarak İsmail Saymaz’a bir selam vermek istiyorum.
İsmail gerek Hatimoğulları ile yapılan programda, gerekse hemen ardından katıldığı yayında muazzamdı.
Tülay Hanım’a soruları iyi ve aydınlatıcı etki yaptı ama sonraki programda CHP’li belediyelere yapılan operasyonlar ile ilgili verdiği bilgiler, detaylar, Ergenekon dönemi ile yaptığı benzetme ve kıyaslamalar müthişti.
İsmail; bilgisi, bunları sunuş biçimi, kurduğu mantık düzeni, hafızası ile çok ayrışan bir gazeteci oldu.
Kendisine hayranlığım her geçen gün artıyor.
İnşallah böyle devam eder.
Onlar TV ekibi gibi, İsmail Saymaz da Türkiye’deki gazetecilerin yüz akı konumunda.
İyi ki var, iyi ki varlar…
Deustche Bank’ın ülkeler ve şehirler arasındaki gelir ve harcamalar anketini gördün mü bilmiyorum.
Türkiye’nin nasıl bir felaketle karşı karşıya olduğunu net ortaya koydu.
İstanbul kira artışında dünya şampiyonu. ..
Üç odalı bir evin kirası, beş yılda dolar bazında %300 artarak 600 dolardan 1700 dolara çıkmış.
Kira sonrası elde kalan gelirde de dünya sonuncusu…
Bir odalı evin kirası ise 950 dolar. Asgari ücretin 500 dolar olduğu, çalışanlarının yarısının asgari ücret aldığı ülkede tek odalı evin kirası 950, 3 odalı evin kirası 1700 dolar ise Cumhurbaşkanı ister 4, ister 5 çocuk istesin kimse ne çocuk yapabilir ne evlenebilir.
Kusura bakmasın…
Zaten çocuk yapsan ne olacak. Sisteme köle mi doğuracaksın…
Yine başka bir araştırma, NATO üyeleri arasında sağlık ve eğitime en düşük oranda bütçe ayıranın Türkiye olduğunu gösteriyor.
Sağlığa %3, eğitime %2.5…
Yunanistan ve Bulgaristan bizden iyi.
Hatta çok daha iyi.
Bu eğitim düzenine kim çocuk vermek ister?
Üstelik MÜSİAD eğitimin çok uzun olduğunu, bu yüzden genç işçi bulamadıklarını söylüyor.
Yani eğitimsiz köle arıyorlar.
Eğitim demişken, zor LGS sınavında 700 küsur öğrenci tüm sorulara doğru yanıt vermiş.
Bakanlık ise önceki yılların aksine sınav sonuç istatistiklerini yayınlamıyor.
İşkilli olduğu için dingildiyor.
Diyorum ya FETÖ öldü ama yöntemleri yaşıyor, yaşatılıyor.
Yani diyeceğim o ki, zaten kötü olan eğitim düzeninin bir tık iyisine kavuşmak isteyenler de hileye, hurdaya, soru hırsızlığına kurban ediliyorsa aklı başında kim çocuk yapar, MÜSİAD‘a kim köle yetiştirmek ister.
Bu konuyu çıktığım zaman detaylı konuşuruz.
İlginç bir detay daha vereyim de belki dikkatlerden kaçmıştır…
Komşumuz ve AKP’nin kontrolünde olduğunu iddia ettiği Suriye yönetimi Türkiye’ye vize uyguluyor.
Tek giriş 50 dolar, iki giriş 75.
Araçlar için ise 100 dolar.
Fransa’dan, Almanya’dan pahalı…
Ülkenin imarı için yapılan anlaşmalarda ise Türk firmaları pek ortada yok.
Üzerinde çalıştığım ve turnusol vazifesi görecek bir iki haberi yarına bırakacağım.
15 Temmuz’un yıldönümünde şunu söylemem lazım.
AKP iktidarı o günden hiç ders almamış.
O yıllarda tarikat ya da cemaatle iş birliği içinde aydınlara, kendileri gibi düşünmeyen namuslu vatanseverlere kumpas kurulmasına izin verdiler, ortak oldular.
Darbe günü yanlarında komplo kurdukları vardı, el ele yürüdükleri ise ihanet içindeydi.
Bugün yine birtakım cemaatlerle aynı o gün gibi iş birliği yapıyor, vatanseverlere kan kusturuyorlar.
Hiç mi öğrenmez bir parti!
Darbe yapmaya kalkışan komutanların hepsini AKP iktidarının bir yıl önce atadığını unuttuğumuzu zannetmesinler.
Ziyaretçilerime gelince…
Pek çok milletvekili, pek çok avukat geldi yine.
Sağ olsunlar. Kısıtlamaya rağmen eksik olmuyorlar.
Önceki günün en ilginç ziyareti ise Ali Congun’du.
Gece geç saatte gelen infaz koruma memuru “Ziyaretçin var” dedi.
“Bu saatte gelemem” dedim.
“Seni güldürmeye gelmiş” deyince “kimmiş” dedim.
Ali Congun’muş.
Avukat olmanın avantajını kullanmış.
Epey sohbet edip, güldürdü.
Soğuk Savaş’ta yapacağı esprileri anlattı.
Aynı saatlerde gelen bir başka dost yüz ise avukat Ramazan Arıtürk‘tü.
Muhafazakar camianın yakından tanıdığı, saygın hukuk adamını, muhafazakar olmayanlar ise Mavi Marmara davası mağdurlarının avukatı ve İsrail’i dize getiren adam olarak bilir.
Benimle tanışması ise bir tahkim davasında farklı tarafların hakemi olduğumuz güne dayanır.
O günden beri namuslu, aydın bir hukuk adamı olarak tanırım ve dostuzdur.
Ziyaretime gelmesi ne yalan söyleyeyim beni sevindirdi.
Fikir ayrılıkları, namuslu vatanseverler arasında sorun olmuyor bir kez daha gördüm.
Dün ise değerli Mansur Yavaş geldi ziyaretime.
Neler konuştuğumuzu da istersen yarına bırakayım.
Mansur Başkan hem Ekrem Başkan’ı hem diğer başkanları hem de beni görmek için Silivri’de idi.
Epeydir görüşmemiştik.
İyi geldi görüşmek.
Şöyle noktalayalım bugünü.
Tüm bu olanlar medyada gündemi değiştirmiş olabilir.
Ekonominin konuşulmuyor olması iktidarı mutlu ediyor olabilir.
Terörsüz Türkiye söylemi ile bir süre idare etmek isteyebilirler.
Ama şunu unutmasınlar.
Millet aç.
Enflasyon TÜİK’te değil mutfakta hesaplanıyor.
İşsizlik rekor düzeyde. %34.
Umutsuzluk oranı daha yüksek, en az %70.
AKP bunu görmeden hesap yapıyor ve hala kutuplaşmaya güveniyor, hala ümmet söyleminden medet umuyor…
Bundan sıkıldık.
Özellikle gençler çok sıkıldı. Haberleri olsun!
Herkese güzel bir gün diliyorum…
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar





