Silivri Günlüğü – 35
Fatih Altaylı
Ağustos 12, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü – 35
Silivri Günlüğü – 35
Emrecim selamlar,
Sana, tüm izleyenlere, herkese güzel bir hafta olur inşallah.
Sana bu satırları iletmeye çalışırken hala yayında mıyız yoksa hukuksuz erişim kararı uygulanmaya başladı mı bilmiyorum.
Ama bildiğim şu ki, bize karşı net bir haksızlık ve hukuksuzluk var.
Nedenini anlatayım…
Bize erişim engeli getirilmesi ile ilgili kararın nedenini hukukçularımızdan öğrendim.
PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan’ın İmralı heyeti ile yaptığı görüşmenin, uzunca bir zamandır kamuya, halka yansıyan tutanaklarından söz etmem üzerine böyle bir yargı kararı aldırılmış. Tam bir komedi.
Şu açıdan:
Ben bu bilgileri ilk veren kişi ya da yayıncı değilim.
Tam aksine, ben bu bilgileri Youtube üzerinden yayın yapan başka yayıncıların yayınlarından öğrendim.
Yani bu bilgiler ben bahsetmeden önce başka yerlerde çok daha geniş biçimde yayınlandı ve ben de onlardan öğrenip aktardım.
Onlara kimse bir şey demedi, ki zaten denmemeli ama biz onlardan alıp yayınlayınca kapatma gerekçesi haline getirildi.
Yuh diyorum…
Neyse zaten alınan karar da alınış biçimi de hukuksuz.
İtiraz ettik.
Türkiye’de hala bağımsız bir yargı varmış gibi düşünüp davranmaya devam.
Bunun dışında hafta sonum keyifli geçti.
Cuma aile görüşü vardı, ikinci açık görüş.
Biliyorsun, ayda bir kez açık görüş hakkımız var.
Bu kez kızım gelemedi.
Sınav haftası idi, gelmemesini söyledim.
Biliyor musun burada aklımdaki tek şey siz dışardaki dostlarımıza, ailemize yük olmak, benim yüzümden rutininizin bozulması, cuma günü bana gelmeye kendilerini mecbur hissetmeleri.
Sanki onların hayatlarını zorlaştırıyormuşum gibi geliyor ve üzülüyorum gerçekten.
Aile görüşünden sonra birkaç sürpriz peş peşe geldi.
Önce en yakın arkadaşlarımdan biri, belki de birincisi, açık görüş izni almayı başarmış.
Görünce çok sevindim.
Her hafta Hande ile birlikte gelip kapıda bekliyordu.
Bu hafta izin almış, geldi.
Sonra Silivri 9 No’lu Cezaevi’nde ani bir heyecan fırtınası esti.
Sevgili İlber Ortaylı ziyaretime geldi ama personel arasında yarattığı heyecan görülmeye değerdi.
Haftalardır açık görüş izni alamayınca kapalı görüş iznine başvurmuş ve almış.
1 saat sohbet ettik.
Çok güldük, çok dedikodu yaptık.
Birbirimize kitap tavsiyeleri verdik.
İlber, Noel Baba gibi geldi.
Otomobilinin bagajını kitapları ile doldurmuş.
Benden sonra infaz korumadaki arkadaşlara imzalı kitaplarını dağıttı. Herkes çok memnun oldu İlber hocayı gördüğüne.
Benim de çok havam oldu sayesinde.
Hafta sonu yine milletvekilleri, tanıdık tanımadık avukatlar, epey bir görüşmem oldu.
Haftanın ilk günü şu Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ndan uzun uzun bahsetmek istiyorum.
Çünkü bugün muhtemelen pek çok izleyicimiz de bu konuda benim ve Ekrem İmamoğlu’nun ne düşündüğümüzü merak ediyordur.
Ve sana süprizim; bu konu ile ilgili olarak CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı ile bir röportaj yaptım.
Tabii kolay olmadı.
Ben soruları avukatım vasıtası ile Ekrem Bey’in avukatlarına ulaştırdım, sonra aynı yolu geri dönerek Ekrem İmamoğlu’nun yanıtları bana ulaştı.
Ayrıca CHP’nin komisyon üyelerinden Genel Başkan Yardımcısı Murat Emir’e de uzun uzun bu konudaki sorularımı sordum, yanıtlarını aldım.
Hepsini anlatacağım.
Ama ondan önce Halk TV ve Sözcü TV’de bize yapılan haksızlığı gündeme getiren tüm meslektaşlarımıza, her partiden siyasetçilere ve elbette bu iki yayın kuruluşuna teşekkür edeyim.
Gelelim komisyona…
Biliyorsun başından beri CHP’nin tek kişiyle bile olsa o komisyonda bulunması gerektiğini savunuyorum.
Siyasette o komisyonda yer almayanlar da hak vermekle birlikte; CHP, Kürt sorununun Meclis çatısı altında çözülmesi gerektiğini savunan tek kitle partisi olarak ne olursa olsun bu komisyona sırtını çeviremezdi.
AK Parti’nin değil ama Devlet Bahçeli ve partisinin bu konuda samimi bir çaba içinde olduğunu düşünüyorlar.
Bana öyle geliyor en azından.
Fakat CHP’nin orada yer almasını eleştiren az sayıda da olsa muhalif sesler 2. oturumun gizli olmasını eleştirdiler.
‘’Bakın haklı çıktık. Gizli işler yapılıyor.’’ demeye başladılar.
Elbette CHP’nin komisyonda olmasını, yer almasını eleştirebilirsiniz ama bu size akıl ve mantıktan uzaklaşma hakkı vermiyor.
Komisyonun 2. toplantısının basına ve halka kapalı, gizli olmasının nedeni, başta MİT olmak üzere Türkiye’nin güvenlik kurumlarının komisyon üyelerine sunum yapacak olmasıydı.
Bazıları ‘’İşte gizliyorlar. CHP orada olmamalıydı.’’ demeye başladılar. Zannedersin CHP komisyonda olmasa MİT ve TSK ellerindeki ‘’gizli’’ bilgileri basın toplantısı ile millete açıklayacaklardı.
Yahu CHP sayesinde en azından tüm bu bilgiler tutanak altına alındı. Ve zaten CHP olmasa komisyonda tutanak bile olmayacaktı.
Tüm toplantıların ve bilgilerin tutanak altına alınmasını, CHP’nin komisyona katılımı sağladı.
Bildiğimiz kadarı ile tek ‘’gizli’’ toplantı buydu ve zaten karar değil, bilgi alma toplantısı idi.
Ziyaretime gelen CHP Genel Başkan Yardımcısı ve komisyon üyesi Murat Emir ile bu komisyonu, eleştirileri ve gizli kaydıyla yapılan toplantıyı konuştum, sorular sordum.
İlk sorum ‘’İçeriği elbette anlatmazsınız ama size yapılan sunumlarda daha önceden bilmediğiniz, İbrahim Kalın’ın CHP ziyaretinde anlatmadığı, yeni ve şaşırtıcı bir bilgi sahibi oldunuz mu?’’ diye sordum.
‘’Çok az, çoğu bilinen, yıllara sari bilgilerdi ama bazı yeni bilgiler de aldık. Özellikle MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın sunumu derli toplu, aydınlatıcı, hatırlatıcı bir sunumdu. Bana göre en önemli sunum onun yaptığı sunum oldu. İyi bir çalışmaydı. 51 kişiye yapılan bir sunum için doyurucuydu diyebilirim. Göstermelik bir sunumdu dersem haksızlık etmiş olurum ama devletin elindeki her bilgiye vakıf olduk diyemem. Fakat göstermelik bir sunumdu da diyemem! Ayrıca tüm bunların TBMM kaydına alınması önemli idi. Bu bile şeffaflığa hizmet etti.’’
Sonraki sorum şu oldu: ‘’Bu toplantıda aldığınız tüm bilgiler gizli. Yani paylaşmanız yasak. Bu yasak parti yönetimini de kapsıyor mu? Kapsıyor ise partiniz sürecin ilerleyen bölümlerinde karar alırken, bu bilgilerden yoksun mu olacak?’’
Murat Emir’in yanıtı çok net değildi.
‘’Toplantıda verilen bilgileri tam olarak paylaşamayız ama komisyondaki CHP’liler olarak verilen bilgilere dayanarak oluşturacağımız politika haritasını, parti yönetimi ve genel başkan ile paylaşacağız. Zaten MİT, Genel Başkan’a da bilgi verdi. Biz de partiye tüm çalışmaları bir rapor olarak sunacağız.’’
‘’Devlet Bahçeli’nin ya da MHP’nin politika değişikliğine neden olacak kadar önemli bir bilgi, bir yeni duruma dair bir fikir sahibi olabildiniz mi sunumlar sonrası?’’ diye de sordum.
‘’Bana göre Devlet Bey tüm süreci bir Devlet projesi olarak görüp sahipleniyor. Belli ki MİT öncülüğünde PKK’nın kendini lağvetme projesi olarak organize edilmiş. Devlet Bahçeli de bunu böyle görüyor.’’
‘’Peki AK Parti ya da Saray bu konuda samimi mi?’’
Murat Emir’in yanıtı şaşırtıcı: ‘’Belki de her şey çok basittir. Belki de Erdoğan çok politik bir yaklaşımla, son başkanlık döneminde PKK’yı bitirmek ve bu yolla DEM’den tırtıklayacağı oylarla siyasi ömrünü uzatmak, Türk siyasetinde kaybettiği egemenliğini yeniden tesis etmek istiyordur. Yani çok basit bir siyasi beklenti ile yapıyordur.’’
Takip eden sorum şu oldu.
‘’Bu durumda komisyon AK Parti ve Erdoğan’ın bu basit dediğiniz amacına hizmet etmiş, siz de orada olarak buna destek vermiş olmuyor musunuz?’’
Yanıtı makul, hem de çok makul…
‘’Şimdi PKK silahlarını bırakmak, binlerce mağaradaki yığınaklarını Türkiye’ye teslim etmek, örgütteki gençleri devşirmek, dağdan inmek istiyorsa biz CHP olarak ‘Hayır inmesinler, hayır silahları bırakmasınlar’ diyebilir miyiz? Komisyonda yer almasak böyle söylediğimiz propagandası yapılırdı. Biz ise komisyonu bir fırsata çevirmek istedik. Komisyon demokratik adımların da atılmasına imkan sağlayacak bir yapı haline gelsin istedik. Gelir mi bilemeyiz ama Kürt sorunu dahil hiçbir sorunun demokrasi olmadan çözülmeyeceğini biliyoruz. Türkiye’nin tüm sorunlarının kökünde demokrasi ve adalet sorunu var. Demokrasi olmadan Kürt sorununu çözemezsiniz. Biz bu yüzden komisyondayız.’’
AK Parti ağırlıklı bir komisyona bunu kabul ettirip ettiremeyeceklerini soruyorum.
“Biz orada hazırlanacak tavsiye kararlarına basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, adil yargılama diye bir şey ilave ettik. Kim itiraz edebilir?”
“Murat Bey, bunlar kağıt üzerinde zaten var. Sorun uygulamada. Komisyon uygulamayı nasıl değiştirebilir?” dedim.
“Haklısınız. O yüzden uygulama görmek istiyoruz. Şimdi Anayasa Mahkemesi kararları var. Adli tatil sonrasında bunların uygulanıp uygulanmayacağını Murat Çalık, Ayşe Barım gibi tutuklularda alınacak kararları, basın ve ifade özgürlüğünü kullandıkları için tutuklu olanların durumlarındaki gelişmeleri izleyeceğiz. Bunlardaki uygulamaları test etmek için kısa süre yeterli” yanıtını verdi.
“Bu pazarlık olarak algılanır” dedim.
“Ülkeye demokrasi ve adalet getirmek için pazarlık etmeyeceğiz de ne için edeceğiz?” dedi.
“Bu komisyonun yasa teklifi vermeyeceği, Anayasa konusuna asla girmeyeceği malum. Bu komisyon ne işe yarayacak?” sorusu bence önemli, yanıtı dikkatle dinliyorum.
“Kesinlikle, bu komisyonda Anayasa’nın A’sı bile konuşulmayacak,
bu net. Bir yasa teklifini Meclis’e yollaması da söz konusu değil. Aslında komisyonun ne yapacağını en iyi, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş kavramsallaştırdı. ‘Bu komisyon süreci vaziyet edecek’ dedi. Bizim, Meclis Adalet Komisyonu’na yasa önerisi yapmaktan öte bir yetkimiz, etkimiz yok.
Biz gereken yasanın çerçevesini çizip bir yasa önerisi olarak Adalet Komisyonu’na tavsiye edeceğiz. Biz CHP olarak bu tavsiyeler arasında demokrasiyi geliştirecek maddeleri de ekletmek istiyoruz. Biz komisyonda olmasak da işlerini görürlerdi.
Biz en azından bunları getiriyor, tutanağa geçiriyoruz. Üstelik komisyonda oybirliği önemseniyor. Taleplerimiz kabul görüyor.”
DEM Parti’nin şu aşamada demokrasiden pek söz etmediğini, Öcalan’ın özgürlüğü dışında pek bir şeyi umursar görünmediği yolundaki izlenimimi paylaşıyorum.
Buna da açıklık getiriyor Murat Emir.
“Bu genel bir eleştiri, bunun onlar da farkında” diye başlıyor ve ekliyor.
“Bu konular, demokrasi bizim zaten önceliğimiz. Bundan geri adım atmadık’’ diyorlar. Benim gördüğüm, yorumum şu; bu komisyonu kendileri açısından acil olan sorunun çözüm yeri olarak görüyor ve kapsamı dar tutarak hızlı bir biçimde bunları çözmek istiyor. Dağdaki çocuklar insin, yenileri gitmesin, hapisteki çocukları çıksın, mümkünse Öcalan çıksın istiyorlar. Öncelikleri bu.”
“Öcalan çıkar mı?” diye araya giriyorum.
“Komisyonun böyle bir gündemi ve yetkisi yok. O bizim karar vereceğimiz bir şey değil.”
“Umut hakkı konusu…” diye ısrar ediyorum.
“O da bu komisyonun gündemi değil. Bu konuda iktidar karar alacak. Uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan bir konu. Komisyon bu konuda yetkili değil. Gündemi de değil.”
“Peki komisyonun yol haritası belli mi?”
“Önemli ölçüde belli. En önemli mesele gördüğümüz kadarı ile, eve dönüş yasası diye geçmişte denenen bu düzenlemeyi gündeme getirip bir tür PKK’ya özel affın çerçevesini çizmek. En önemli konu olarak bunu görüyorlar.
DEM Parti bu konuda AK Parti ve MHP ile anlaşmış gibi görünüyor.
Biz bu gündeme hukuksuzlukların ortadan kaldırılması, mevcut anayasanın uygulanması, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması, tutuksuz yargılamanın esas haline gelmesi, iktidarın kendi çıkardığı ceza kanunun ruhuna uygun davranması ve bu komisyonun bir Kürt komisyonu değil, bu ülkede yaşayan herkesin ortak sorunlarının çözümü için de bir şey yapması gereğini eklemek istiyoruz. Bir ilkeler bütünü olarak ele alınsın istiyoruz.
Bunu kısa sürede test etme imkanımız olacak. MHP’nin tavrı olumlu. Feti Yıldız Bey’in açıklamaları bizim açımızdan umut verici” diyor.
“Yani aslında bizim bu komisyon bir tür af yasası için mi?” diye şaşırıyorum.
“Af yasasının toplumsal mutabakat çerçevesini çizmek için demek mümkün. Biz buna demokrasiyi eklemek, adaleti eklemek istiyoruz. Analar ağlamasın derken; Saraçhane’de demokratik hakkını kullandığı için tutuklu yargılanan çocuğun da anası ağlamasın, Murat Çalık’ın da anası ağlamasın, fikrini yazan gazetenin de anası ağlamasın diye genişletmeye çalışıyoruz. Bu olmaz ise bizim orada olmamızın manası yok. Biz anaların etnik kökenine bakılmaksızın ağlamaması için oradayız.”
Murat Emir’in yanıtları böyle…
Ekrem İmamoğlu komisyon ile ilgili ne düşünüyor, ona da bu konu ile ilgili üç soru sordum.
İlk sorum şu oldu…
“TBMM’de kurulan komisyon hakkında ne düşünüyorsunuz? CHP’nin bu komisyona katılma kararı doğru mu? Siz AKP’nin samimiyetine inanıyor musunuz?”
“İktidarın “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırdığı süreç, ülkenin ve milletin kaderini derinden ilgilendiren, bu sebeple Türkiye’nin, milletin ve siyasetin bütününü kapsamadan başarılı olması mümkün olmayan bir süreç. Ve en önemlisi, biz bu sürecin demokratikleşmeye, gerçek bir toplumsal barışa ve kalıcı çözümlere vesile olmadan gerçekleştirilemeyeceğini defalarca belirttik.
Ülkenin ve milletin kaderini böylesine derinden etkileyen bir mesele varsa adres millet iradesinin en üst kurumu olan TBMM’dir. Halkın temsili olmadan, onların dertleri, endişeleri, umutları ve hayalleri seslendirilmeden ne barışı sağlayabiliriz ne de bu barışı geleceğe taşıyabiliriz.
Bu sebeple biz, mecliste kurulacak bir komisyon etrafında, çoğulcu ve kapsayıcı bir iradeyle bu sürecin gerekliliklerinin yerine getirilmesini ve milletin sürece dahil edilmesini ilk öneren parti olduk. Aynı zamanda, demokratikleşmenin asıl hedef olduğunu ifade ettik ve Genel Başkanımız da bu sürecin “Terörsüz ve Demokratik Türkiye” hedefine dönüşmesi ve TBMM’de kurulacak bir komisyon etrafında çalışma yürütmemiz gerektiğini, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’ndaki İzmir mitingimizde ilan etti.
İktidar tarafından girişilen komisyon çabası önemlidir, değerlidir ve zorunludur. Bizim görevimizse bu komisyonun milletimize gerçek manada demokrasi, adalet ve toplumsal barışı armağan edecek çalışmalar yapmasını sağlamak, milletin sözünü komisyona taşımaktır.
Biz bu sürecin, milletimizin demokrasiye, adalete ve yeni bir toplumsal mutabakata duyduğu ihtiyaca cevap verdiği müddetçe gerçek manasını bulacağına inanıyoruz. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu etrafında silah bırakmanın tamamlanması için yapılacak çalışmalarla beraber demokratikleşmeye, adalete ve toplumsal olarak birliğimizi kuvvetlendirmeye dair önemli adımlar atılması için etkin bir siyaset yürüteceğiz.
AK Parti’nin samimiyeti meselesine gelince… Biz hiçbir zaman iktidardan samimiyet ve iyi niyet beklemedik. Sözümüzü esirgemedik, gerçek bir muhalefetten de geri durmadık. Bu yüzden bu röportajı siz de ben de yüz yüze değil, Silivri Cezaevi’nde hukuksuzca tutulurken gerçekleştiriyoruz.
Samimiyet aramıyoruz, fakat ciddiyet arıyoruz. İnşallah, böylesine önemli bir süreçte ciddiyetle davranacaklardır.
Bu süreç, AK Parti’den ibaret değildir. Bütün bileşenler bu sürecin parçasıdır. “Terörsüz ve Demokratik Türkiye” hedefinin asıl sahibi milletimizin kendisidir. Biz, milletimize karşı görevimizi gerçekleştireceğiz.” Dedi.
“Peki CHP mecliste kurulan komisyona bazı şartlar öne sürerek girdi. Bu durumu iktidar tarafı eleştirirken, muhalefette komisyona girilmesini yanlış görenler var. Sizin bu konudaki duygu ve düşünceleriniz nelerdir?” diye sordum.
“Türkiye’de silahların susması, terör ve çatışma ortamının bitmesi amacıyla ilerleyen süreç ülkemiz ve milletimiz için önemlidir. Biz bu sürecin demokrasi, adalet ve toplumsal barışa vesile olmasını istiyor ve bunun için çalışıyoruz. Elbette hem Türkiye’nin birinci partisi hem de ana muhalefet olarak milletimizin talepleri için siyaset yapıyor ve bu sebeple sürece dair esaslarımızı ifade ediyoruz.
Birliğimiz ve bölünmez bütünlüğümüz esastır. Ay yıldızlı bayrağımızın altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatan evlatları olarak 86 milyonun eşit hissedarlığı esastır.
Elbette hatalarımızdan ders çıkararak, yaşadığımız çok büyük acıların yerini huzurun, barışın ve daimi bir birlikteliğin alması için çalışmalıyız. Demokratik bir zeminde olgunlaşacak eşit yurttaşlık ve hukukun herkese eşit uygulandığı bir Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı esastır.
Bu esasların bizi geleceğe çok büyük bir ivmeyle taşıyacağı kesindir.
Her bir vatandaşımızın birey olarak temel varlık sebebi olan ırkı, inancı, dili ve yaşam biçiminin en üst seviyede saygı ve değer gördüğü bir millet olmamızın esasen temelinin buradan geldiğini ve her bir vatandaşımızın özgün hali ile zenginliğimizin hücreleri olduğunu kabul etmeliyiz.
Evet şartlarımız var. Bu şartlar demokratikleşme, adaletin tesisi ve toplumsal barışın inşasıdır. Vatandaşlarımızın hakları ve taleplerinin en üst seviyede teminat altına alınması şarttır ve esastır.
Milletimizin bu sürece dair endişelerini görüyoruz. Herkes müsterih olsun. CHP demokrasinin, adaletin, barışın ve nihayetinde Cumhuriyet’in sigortasıdır.
Biz, güçlü bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve kalıcı bir barış hedefi doğrultusunda etkin bir şekilde çalışmaya ve milletin sesini her mecrada dile getirmeye devam edeceğiz.” dedi.
Üçüncü sorum ise;
“Toplumda bu sürece dair hassasiyetler ve eleştiriler var. Sizin sürece dair görüşleriniz nelerdir? Bu sürecin nasıl ilerlemesi gerekiyor?” oldu.
“Bizim görevimiz, toplumun hassasiyetlerine sahip çıkarak, eleştirileri can kulağıyla dinleyerek ve ortak bir iradeyle ülkemiz için en doğru yol haritasını sunmaktır.
Evet, toplumda hassasiyetler var ve biz en başından beri bunu göz ardı etmeyen bir sürecin ilerlemesi gerektiğinin altını çiziyoruz.
50 yıllık terör ve çatışma ortamının bize yaşattığı derin acılar Türk, Kürt nice insanımızın ölümüne sebep oldu. Şehitlerimiz ve aileleri var, gazilerimiz var, acının düştüğü haneler var. Bu sürecin tüm bu hassasiyetleri kapsayan bir şekilde yürütülmesi zorunludur.
Tarihte bu tür çatışma çözümü deneyimlerinde huzurun tesisi için yapılmış nice çalışmalar ve örnek uygulamalar var. Burada ortak bir dil oluşturma konusunda herkese görev düşüyor. Hükümetten ana muhalefete, MHP’den DEM Parti’ye, İYİ Parti’den diğer görüşlere herkesin millet adına demokrasi, adalet ve toplumsal barışı önceleyen bir siyasetle milletimizin taleplerine sahip çıkması gerekiyor.
Yetki sahiplerinin kibirden uzak bir şekilde, meseleyi kendi ikballerinden çıkararak, kapsayıcılık ve şeffaflıkla bu süreci ilerletmesi, milletimizin azami katılımı için şarttır.
En temel şart ise demokrasinin, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve mevcut Anayasa’nın dahi uygulanmamasından, siyasi saiklerle yapılan büyük yanlışlardan vazgeçilerek hareket edilmesidir. Ancak bu şekilde bu süreci milletin ve devletin yararına başarıya kavuşturabiliriz.
Devlet affedici olur. Süregelen akışta yapılan yanlışlardan vazgeçme iradesi ile atılacak adımlar güçlü ve kalıcı olacaktır.
Ben dünyada en fazla Kürt nüfusunun yaşadığı şehrin belediye başkanıyım. Kürt kardeşlerimle, abilerimle, ablalarımla, Kürt anneleriyle birlikte 6 yıldır İstanbul’u yönetiyoruz. Onlarla çarşıda, pazarda, törenlerde, şantiyelerde, kreşlerde her yerde birlikte olduk.
Tarihten gelen endişeler, kaygılar var. Bazen hala kanadığını hissettiğim yaralar var. Bunları görüyor ve yaşıyorum.
Güzel dilleri ve o dilin, Kürtçenin ürettiği kültür hazinesinin ne yazık ki inkâr edildiğini, hor görüldüğünü de yaşadık, gördük. Artık başka bir dönemi başlatmalıyız. Bu bizi daha fazla yakınlaştıracak, birleştirecek ve güçlendirecektir.
Bir gün İstanbul’daki bir pazar ziyaretinde, bana duygu dolu güzel gözleri ile sevgi dolu duygularını Kürtçe dile getiren annemin sözlerini anlayamadan gözlerim nemli dinledim. “Neden Türkçe bilmiyor, neden annemiz Türkçe öğrenememiş, neden bu imkan annemize sağlanamamış?” dedim. Ama sonra düşündüm ve kendime “Sen neden biraz da olsa Kürtçe öğrenip aynı vatanı paylaştığın şu anneye birkaç cümle kurmayı düşünmedin” diyerek elbette kendimi sorguladım. Aynı şehri paylaştığım komşularımın, vatandaşlarımın dilini azıcık bile olsa bilmem gerekir diyerek Kürtçe öğrenmeye gayret gösteriyorum. Birbirimize bu denli açık gönülle bakmalıyız. Biz İstanbul’da İstanbul İttifakı’nı bu samimi ve içten duygularımızla kurduk.
Tarihi bir sorumluluğumuz var. Temel amacımız bugünü kurtarmak olamaz. Bu ülkede kimsenin koltuğu kendisine ait değildir. Bu ülkede 150-200 yıldır sandık mücadelesi veriliyor. Ama özellikle 102 yıldır Atatürk Cumhuriyeti ile makamların tamamı milletimize aittir. Kayyım diyerek, AYM’yi ve AİHM’i reddederek huzur da barış da gelmez.
Ben memleketimin 86 milyon bütün vatandaşlarıyla, tüm etnik köken, dil ve inançları ile muazzam bir geleceği kurabileceğine çok inanıyorum. Bu inancın temelinde de özellikle Türk, Kürt gençleri ve çocukları görüyorum. Onların hoşgörülerini, hayallerini ve nasıl adaletli bir gelecekte yaşamayı arzuladıklarını bilerek diyorum ki biz bu işi başaracağız. Bakınız ben demiyorum, biz diyorum. 86 milyon bu ülkenin evlatları olarak hep birlikte başaracağız. Kesinlikle birliğimizi ve bütünlüğümüzü koruyarak, güçlendirerek başaracağız.
Yakın coğrafyamıza ve dünyaya ilham kaynağı olacağız. Anadolu’nun irfanını, bu toprakların medeniyetini, Malazgirt’ten Mezopotamya’ya, Konya’dan Söğüt’e, İstanbul’dan Ankara’ya bu geçmişe sahip bizlerde bu kudret var!” diyerek yanıtladı İmamoğlu.
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu konusunu İmamoğlu’nun bu konudaki görüşleri ile kapatıp diğer konulara kısaca bakalım.
Trump‘ın, Azerbaycan ve Ermenistan‘ı bir araya getirip barış anlaşması imzalattığı Beyaz Saray’daki toplantı Türkiye için ne ifade ediyor diye sormuşsun.
Çok önemli bir soru…
Sadece Türkiye değil, Rusya, Çin ve İran için neler ifade ediyor diye anlatmam lazım.
Türkiye için olumlu ama çok daha olumlu olabilecek fırsatı kaçırdık mı acaba diye yarın uzun uzun anlatayım izin verirsen.
Ama bu konuda yapılan yorumlara çok katılmıyorum.
ABD, iki ülkeyi barıştırır görüntüsü altında bölgede başka huzursuzlukların fitilini ateşliyor.
Gürcistan üzerindeki Rus baskısını artırarak bölgede başka huzursuzluklara neden olabilecek bir durum yaratıyor.
e-Devlet ve diploma sahtekarlığı meselesi ise hala önemli.
Eski BTK Başkanı’nın açıklamaları için yüzde yüz haksız diyemem. Niye, anlatayım.
Birkaç yıl önce bir Avrupa ülkesinde Covid aşısı ile ilgili, oranın
e-Devlet benzeri sistemi üzerinden bir işlem yapmaya çalışıyordum.
Sonunda beceremedim ve ilgili kuruma gitmek zorunda kaldım.
Oradaki yöneticiye kasıla kasıla Türkiye’deki e-Devlet sisteminin ne kadar iyi olduğunu, onlarınkinin çok geride kaldığını anlattım.
Dinledi, sonra da “Ne kadar fazla dijital, sahtekarlığa o kadar açık verir. Dijitalleşme arttıkça sahtecilik de artar. Yoksa kolay ama güvenli tutmak kolay değil” dedi.
O memur haklıymış.
Demek ki güvenliği incelemeden dijitalliği her alana bu kadar yaymak doğru değilmiş.
Ama daha beteri olayları örtbas etmek, küçümsemek…
Yanlış burada.
Üstelik sahtekarlık için dijitalleşme dışı yollar da var.
İşte Timur Soykan’ın haberi…
Herif rektör, oğluna kendi okulundan diploma vermek için çok katmanlı bir sahtekarlık yapıyor.
Olabilir, bir haysiyetsiz bir utanmaz her yerden çıkabilir…
Ama bu sahtekarlık ortaya çıktıktan sonra hala o koltukta oturuyor, hesap vermiyor, hesap sorulmuyorsa o zaman devlet, adalet bitiyor.
Sahte hayali üniversite savcılığa şikayet ediliyor.
Savcılık bunda suç yok diyor, takipsizlik veriyor.
Türkiye’nin sorunu bu.
Polis camide kaçak göçmen yakalıyor.
Camiyi kullanan tarikata değil, kaçak göçmenleri yakalayan polise ceza veriliyor.
Sorun bunlar…
Bu arada bir şeyi unutmadan söyleyeyim.
Türkiye’de bir söylem değişimi var.
Yılların YPG‘si ya da resmi söylemi ile “Vay Pi Ci” artık SDG oldu.
ABD söylemini benimseyip “Suriye Demokratik Güçleri” demeye başlandı.
Gözümden kaçmadı.
Murat Emir’le sohbetimizde Suriye’nin kuzeyinin ve YPG’nin, komisyonun ilgi ve bilgi alanında olup olmadığını sordum.
“YPG ve Suriye’deki konular komisyonda ele alınmıyor. Bunun komisyonla alakası yok” dedi.
Onu da söylemiş olayım.
Dün sevindirici bir haber de vardı.
Kur Korumalı Mevduat’ın toplam mevduata oranı bayağı azalmış.
Ama üç yıllık maliyeti 60 milyar dolar olmuş.
Bir hiç uğruna fakir fukaranın parasının büyük bölümü iktidara yakın olan zenginlerin cebine aktarıldı.
Yani buharlaşan 60 milyar doların 20 milyarı sıradan vatandaşın, ortalama birikimi olanların cebine girdiyse 40’ı zenginlerin cebine girmiştir.
Nebati politikalarının maliyeti nereden baksan 200 milyar dolardır ve bunun büyük bölümü yurt dışına gitti.
Yazık!
Burada televizyonda haber izlerken sık sık gözyaşlarımı tutamıyorum.
Gazze’deki çocukların durumu ekrana yansıyınca tutamıyorum gözyaşlarımı…
Zannederim bu da bir Netanyahu-Trump projesi.
Bu açlık görüntüleri ile Gazze’nin boşaltılmasına ve Gazze’deki Filistinlilerin mülteci olarak başka ülkelere yollanmasına onay almaya çalışıyorlar.
Aç kalmamak için başka yerlerdeki kamplara gitmeleri tek yol gibi gösteriliyor.
Netanyahu rehineleri bahane ederek Gazze’yi işgal edeceğini açıklıyor ve işbirlikçisi Hamas hala 20-25 rehineyi vermeyerek İsrail’e bahane sağlamaya devam ediyor.
Tek dileğim, bu Netanyahu’nun uluslararası bir mahkemede yargılanıp cezaevinde gebermesi.
İsrail hükümetine yönelik protestoların ise İslam ülkelerinden değil de Avrupa ve batı ülkelerinden geliyor olması ise bence çok ilginç.
Konuşacak daha çok şey var Emrecim ama hem çok uzadı hem de yazmaktan benim de Ömer’in de eli yara oldu.
Biraz da Silivri notları aktararak noktalayayım.
Silivri’de birkaç gündür hava sıcaklıkları düşmüş, biraz rahat nefes almıştık.
Bu hafta yine çok sıcak olacakmış, bu biraz tatsız.
Beni soracak olursan…
Bu hafta kantinle inatlaşmamın 7. haftasına hazırlanıyorum.
6 haftadır barbunya pilaki konservesi istiyorum.
6 haftadır yok, bu hafta 7. kez deneyeceğim bakalım ne olacak.
Aykut Erdoğdu’dan muhammara yaptığını duydum.
Ben de annemin tarifiyle yapacağım bu hafta, iyi olursa çok sevineceğim.
Tarifi de veririm.
Emre, insan çok acayip.
Bundan birkaç ay önce Hande’nin aldığı gayet güzel çatal bıçak takımı için “Bu çok modern, Malmaison alsan daha mutlu olurdum” diyen ben, şimdi en adi 2 mm teneke çataldan bir tane daha olsa ne iyi olacak diye düşünüyorum.
Şu anda hepimizin en büyük sorunu, cezaevinin Lig TV ve beIN Sports aboneliğinin bitmiş olması…
Formula 1’i, başlayan Süper Lig maçlarını ve İngiltere’den Premier Lig’i izleyemiyoruz.
Bu yüzden isyan var, yönetime dilekçe yazacağız.
Şaka değil, Silivri’de en azından bizim kalmakta olduğumuz 9. bölüm bence ve ziyaretçilerimize göre de Türkiye’nin en iyi işleyen kurumu.
Gerek işleyiş gerek prensipler, gerekse personel açısından gerçekten çok iyi.
Tek sorun tecrit.
Şöyle ki, geçen hafta ilk kez spora götürüldüm.
Spor dediğim; yarım tenis kortu ebadında, 4 duvar arası bir alan.
İki minyatür kalesi olan bir halı saha…
On yıllık, asfalt üzeri plastik çim…
Sıcaktan yoğun bir asfalt kokusu yükseliyor ve tek başına bu alandasın.
Tek başına ister yürü, istersen varsa topun top oyna.
Çok da insani değil…
Ayda 1 gün de 1 saat kapalı basket sahasına çıkma hakkımız var.
O da tek başına…
Burada kafaya taktığım birkaç mesele daha var.
Nasılsa buradayım, onları da anlatırım.
Bugünlük kapatalım burada.
Hafta sonunun kötü haberlerini sindireyim.
İktidarın hoşuna gitmeyen yargı kararlarını alan hakimlerin görevden sürülmesini, Enes Hocaoğulları’nın tutuklanmasını mesela…
Bu arada avukat Rezan Epözdemir’in gözaltına alındığını da şaşkınlıkla öğrendim.
Detaylar belli olmadan yorum yapmak istemem ama umarım tutuklanmaz.
Emrecim, hepinize güzel bir hafta olsun diyor ve noktalıyorum.
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar
Zeki Demirkubuz yorumluyor
Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Hak"
Eylül 15, 2025
Bedia Ceylan Güzelce & Müfit Can Saçıntı
"Gülmek bir savunma mekanizması"
Eylül 14, 2025