Silivri Günlüğü - 46
Fatih Altaylı
Ağustos 26, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü - 46
Silivri Günlüğü - 46
Emre Beyefendi selamlar, sevgiler...
Tüm izleyenlere teşekkürler.
Emreciğim bugün, yani 26 Ağustos, benim hayatımın en önemli, en güzel, en değerli günü. 
Bundan tam 31 yıl önce, başıma hayatımın en güzel şeyi geldi, 31 yıl önce bugün yaşamım güzelleşti.
31 yıl önce bugün, hayatımın en doğru kararını verdim.
Emre, bugün benim evlilik yıldönümüm.
31 yıl önce bugün Hande bana “evet” diyerek beni dünyanın en şanslı insanı yaptı ve 31 yıldır ilk kez Hande ile evlilik yıldönümümüzde ayrıyız.
Sadece o kadar da değil, 26 yıl önce bugün Hande bana kızımızın gelişini haber verdi. 
Bugün, benim hayatımı güzelleştiren her şeyin hayatıma girdiği gün.
Ne yazık ki bu şahane günü cezaevindeki hücremde tek başıma kutlayacağım ama fark etmez.
Hayatımda Hande’nin olduğunu bilince, benim için her yer cennet gibi.
Allah’ın sevgili kuluyum. 
Aşkım eşim, hobim işim…
Bir insan daha ne ister şahane bir aileden başka.
Ve tabii şahane dostlar, arkadaşlarla da dolu bir hayat…
Herkese böyle şans diliyorum.
Emre Bey dostum, anlayacağın üzere bugün biraz duygusalım. 
Ama mutsuz değil, mutlu bir duygusallık.
Biliyorsun beni, olabildiğince pozitif bakarım her olaya. 
Haberleri izledikçe de kendi durumuma da öyle bakıyorum.
Birkaç gün önce haftalık 10 dakikalık telefon hakkımı kullanarak annemi aradım.
Elbette üzgün.
Beni üzmemek için ne kadar üzgün olduğunu saklamaya çalışıyor ama çok da beceremiyor.
Ben de kötü şakalarla onun keyfini yerine getirmeye çalışıyorum.
Başarılı olduğum söylenemez.
Annem dertlenince ona şöyle dedim “Anne üzülme. Tamam haksız, hukuksuz yere bir hücrede olabilirim ama sağlığım yerinde. Sapasağlamım. Allah korusun bir kaza geçirmiş, kırıklar içinde hücremden daha küçük bir hastane odasında olabilirdim. Çok ağır bir hastalığın pençesinde yatağa mahkum olabilirdim. Takma kafana. Şükrediyorum ben. Sen de öyle yap” dedim.
Dün sabah televizyon haberlerini izlerken aynı şükür duygusu bir kez daha içimden geçti.
İzlediğim haber şuydu: Adıyaman’da depremde evlerini, daha acısı sevdiklerini kaybeden binlerce depremzede 2 yılı aşkın zamandır, kışın soğuğunda, yazın kavurucu sıcağında, küçücük konteynerlerin içinde yaşıyorlardı.
Benim hücrem o konteynerlerden daha büyüktür herhalde.
Ve şimdi devlet, Adıyaman Valiliği, depremzedelerin o konteynerlardan da çıkmasını buyuruyordu.
O depremzedelerin yerinde olduğunu düşünsene!
Evin yok, konteynerdan bile atılıyorsun.
Avukat ziyaretleri biraz azaldı. 
Bu da bana okumak ve yazmak için günde fazladan 2 saat kadar kazandırdı.
Sağ olsunlar vekil ziyaretleri ise sürüyor. 
Hepsini anlatmıyorum birini unutursam ayıp olur diye.
Tahmin edeceğin üzere genelde muhalefet partilerinin milletvekilleri veya yöneticileri geliyor.
İktidara mensup olanlar gelmeye çekiniyor.
Haber yollayanı, mesaj yollayanı çok, o ayrı.
Ziyaretçilerimden ilki Ali Mahir Başarır’dı. 
Partinin iş bölümünde üzerine düşen 3 ile gitmiş, saha çalışması yapmış, halkı dinlemiş, dönmüştü ama yine gidecekti.
“Halkın iktidara tepkisi giderek öfkeye dönüşüyor. Saray’ın vurdumduymazlığı düne kadar AK Parti seçmeni olanları bile delirtmiş vaziyette. Hiçbir sorunları ile ilgilenmeyen, dertleri ile dertlenmeyen bir iktidarla karşı karşıya olduklarını görüyorlar, anlıyorlar. AK Parti seçmenindeki kırgınlık ve kızgınlık çok daha fazla. Çünkü hem aldatıldıklarını görüyorlar hem de çevrelerine karşı AK Parti’yi savundukları günlerden ötürü utanıyorlar” dedi. 
Başarır’a göre AK Parti’nin durumu henüz daha anketlere yansımamıştı ve göründüğünden çok daha düşük bir oy oranı vardı iktidarın büyük ortağının.
Cumhuriyet Halk Partili vekillerin Silivri ziyaretleri bir tür kabul günü gibi oluyor.
Peşpeşe tutuklu başkanlarla da görüşüyorlar.
Ali Mahir Başarır bir başka tutuklu ile görüşmek için çıkarken, onun yerine Veli Ağbaba girdi görüş odasına.
Cem Avşar ise bizimle kaldı.
Emre, ilginç olan bir şey var, biliyorsun hapse tıkılmadan önce siyasetçilerle öyle fazla bir ilişkim yoktu, pek arayıp sormazdım. 
Görüştüğüm, oturup yemek yediğim siyasetçi yok gibi bir şeydi.
Siyasetçilerle programlarıma geldikleri zaman görüşür, bazen de bir soru sormak için kısa telefon görüşmeleri yapardım.
Cezaevine girince hiç görmediğim kadar çok siyasetçi görür, hiç konuşmadığım kadar siyasetçi ile konuşur oldum.
Yıllar önce Ankara temsilcisi olarak çalıştığım zamanlardan beri bu kadar siyasetin içinde olmamıştım. 
Sakın yanlış anlama hiçbir şikayetim yok.
Ziyaretleri hem mutlu ediyor hem de hücrede bile gazeteciliğimi sürdürebiliyorum.
Neyse, döneyim Veli Ağbaba’ya…
Veli Bey Sivas’tan dönmüştü, keyifli idi.
Özgür Özel’in 49. mitingi çok başarılı olmuş, büyük bir kalabalık toplanmıştı; keyifleri yerindeydi.
“Bir gün önce Divriği’ye gitmesek ve orada mini miting benzeri bir toplantı yapmasak 5 bin kişi daha kalabalık olurdu Sivas mitingi.” dedi. 
Ben de kendisine herkesin merak ettiği soruyu sordum.
“Mitinglere kaç kişi taşıyorsunuz ya da taşıyor musunuz?”
Güldü, “Eskiden taşırdık” dedi.
“Miting öncesi yakın illerin teşkilatlarına para yollanırdı. Onlar da otobüs, minibüs tutar adam getirirdi. Zor iştir, hele muhalefet partisi isen. Pek işe yaramazdı. Özgür Bey genel başkan olunca bunu yasakladı. Kendimizi kandırmak olarak gördü. Artık taşıma yok. Belki o ilin ilçelerinden minibüs falan kalkıyordur, o kadar. Çevre illerden kendi imkanı ile gelen olursa ‘gelme’ diyecek halimiz yok ama mitinglerdeki anketlerimiz gösteriyor ki çevreden gelen yok pek.
%95 yerli halk.” dedi. 
Miting anketi lafı dikkatimi çekiyor.
Yeni bir şey öğreniyorum.
CHP yönetimi her miting sonunda, meydandan ayrılan halka sorular soran bir anket ekibi, bir araştırma şirketi ile çalışıyormuş.
Ağbaba, bunu batıda çok yaygın olan sandık çıkış anketlerine benzetiyor.
Kısa birkaç soru soruluyormuş.
Sorular hemen hemen şöyle:
“Hangi ilde, hangi ilçede yaşıyorsunuz?
Ailede kaç kişi var?
Son seçimde hangi partiye oy verdiniz?
Son yerel seçimde hangi partiye oy verdiniz?
Mitinge niye geldiniz?
Mitingde Özgür Özel’in en beğendiğiniz vaat ya da eleştirisi hangisi oldu?
Aklınızda hangi sözü kaldı?” gibi kısa sorular.
500 kadar kişiye ulaşıp bu soruları soruyormuş anketçiler. 
Ayrıca mitinge gelen milletvekilleri de halkın arasına karışıp sohbet ediyorlarmış.
İlk bulgular şöyle: Mitinge katılım organik. 
Mitinge gelenlerin yarısı CHP seçmeni değil.
Geçmişte AK Parti’ye oy vermiş ama artık AK Parti’ye oy vermeyi düşünmeyen, bir bölümü kime vereceğine henüz karar vermemiş ama AK Parti’ye vermeyeceğine karar vermiş seçmenler.
Miting ya da eylem sayısı arttıkça, anket sayısı da artıyor.
Hafta sonunun ilginç hatta acayip olaylarından biri MHP’ye yakın bir eski bürokratın tutuklanması. 
Daha geniş yaklaşımla, Devlet Bey’in çevresinden bir kişinin daha ağır bir suçlama ile cezaevine koyulması oldu.
Tutuklanan kişi eski MKE Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Sayhan.
MKE dediğim Makine Kimya Endüstrisi Kurumu.
Yani Türkiye’nin en eski, en köklü savunma sanayi şirketi, kritik bir kurum.
Kurtuluş Savaşı’na kadar uzanan bir hikayesi olan MKE’nin başkanlığını yürütmüş bir MHPli “casusluk” suçlamasıyla ve Bahçeli Bey’in dava arkadaşım dediği Selahattin Yılmaz ile olan ilişkisi nedeniyle tutuklanıyor. 
Emre bu çok ilginç, bizim anlayamayacağımız kadar ilginç.
Acaba tüm bunların komisyonla bir ilgisi olabilir mi diye düşünüyorum. 
Gerçi çoğunluk bunun İBB davalarının hızlanmasını talep etmekle ilgili olduğunu düşünüyor ama ben biraz farklı bakıyorum.
Ama itiraf edeyim bu bakış bilgiye dayalı değil.
Bazıları da AK Parti’den kaçan oyların MHP’ye gidiyor olmasını da göz önüne alıyor.
Bilmiyoruz.
Olay karışık başladı, karışık devam ediyor.
Komisyonda ise CHP’yi tahrik ederek komisyonu bozma çabalarının süreceğini öngörüyorum.
Ancak AK Parti’nin komisyon ve sonrası ile ilgili ikircikli tavrı giderek daha görünür hale geliyor, ki bunun böyle olacağını başından öngörmüştük.
AK Parti yönetimi her meseleye basit bir oy hesabı ile bakıyor.
Ne getirdi, ne götürdü…
Götürdüğü getirdiğinden fazla ise gözyaşına bakmaz.
Bakalım, göreceğiz.
MHP’ye yönelik bir yargı hamlesinde Özgür Özel bu kez hiçbir şey söylemedi. 
Bence iyi yaptı.
Çünkü konuya müdahil olunca, MHP lideri durduk yere CHP’ye çakıyor; sanki savcıları CHP atıyormuş gibi ya da CHP’nin yargıda bir gücü varmış gibi...
Bu nedenle Özel’in konuşmaması iyi oldu. 
Devlet Bahçeli’nin de MKE Başkanı ile ilgili bir açıklaması henüz olmamıştı.
Ben hala ve her şeye rağmen komisyondan bir şeyler çıkacağını umuyorum.
Saray’ın Başdanışmanı Mehmet Uçum’un sorunun ele alınması ve çözümü için özel ve geçici bir yasa çıkarılması teklifi bence yerinde ve yasal zemini olmayan bir komisyona oranla çok daha gerçekçi. 
Ama nasıl bir yasa bilemiyorum.
Derde derman olacak bir yasaya Saray’ın sakinleri nasıl bir tepki verir bilemiyorum.
KKM’nin kaldırılması sonrası herkes 60 milyar dolar zarara neden oldu derken benim 300 milyar dolar dememe takılıp abartıp abartmadığımı sormuşsun. 
Abartmıyorum Emre.
Tam aksine medya ezberler üzerinden gitme tembelliği içinde.
60’ı beğendiler, bir daha hesaplama zahmetine kimse girmiyor.
Ben bu 300 milyar doları kendi kafamdan hesaplamadım.
Tam aksine iktidara da uzak olmayan bir iş insanı ile birlikte hesaplamıştık.
KKM direkt olarak 60-70 milyar dolar maliyet yaratmış olabilir.
Ama asıl mesele NAS ekonomisine geçişle birlikte 19 olan faizin 60’lara yükselmesi…
2 yıl boyunca ekonominin boynuna artı 40 faiz yükü geldi.
Yatırımcıya da tüketici kredisi, taşıt kredisi kullanan orta gelirli vatandaşa da herkese…
Yabancı bankalara 3 yıldır dolar bazında yüzde 20 faiz ödüyoruz.
Şöyle düşün…
Türkiye’nin dış borcu 500 milyar dolar.
Son üç senede bu borcu çevirmek için %20 dolar faizi ile para bulduk.
Ne eder? 300…
Tabii tam böyle hesaplanmaz ama bu mantıkla düşün.
Abartmıyorum.
Türk ekonomisini yönetemeyen iktidar abarttı.
Emre Bey, Türkiye’de laf olsun torba dolsun diye komisyon ya da heyet oluşturmak moda oldu.
İktidarın sorumluluktan, daha doğrusu sorumlu görünmekten kaçmasının bir yöntemi oldu bu komisyonlar ve heyetler.
Bunlardan biri de memur zammını belirleyecek hakem heyeti…
Sanki sonunda kendilerine iktidar tarafından emredileni yapmayacaklarmış gibi haybeden toplantı üzerine toplantı yapıyorlar.
Yahu sizin ne yapacağınız Saray’dan gelecek telefona bağlı.
O yüzden toplanıp toplanıp maaş zammını konuşmadan dağılıyorsunuz.
Zannedersin 6’lı masa…
Gel istersen Şamil Tayyar’ın iddianameler ve yargılamaların başlaması ile ilgili verdiği tarihlere bakalım.
İddianamelerin biri Eylül, üçü Ekim’de mahkemeye sunulur diyor Tayyar.
Yargılamaların da Ekim ayında başlayacağını ima ediyor.
Genel kanaat de böyle oluştu.
Ancak bu iyimser bir tahmin.
İddianameler Eylül’de verilse bile muhtemelen bunlar kalın, kapsamlı iddianameler olacak.
Sonra bu iddianameler “şans” eseri bir mahkemeye düşecek, bir ağır ceza mahkemesine…
Sonra mahkeme heyeti bu iddianameleri okuyacak.
Ya kabul edecek ya da bu olmamış diyerek savcılığa geri yollayacak.
Diyelim ki kabul etti.
O zaman da bir yargılama tarihi verecek.
Bir ay mı, beş ay mı bilmiyoruz.
Ümit Özdağ’ın iddianame kabulünden sonra dava tarihi yanlış hatırlamıyorsam 2-3 ay sonrasına verilmişti.
Benim iddianamem yarım sayfalık bir bant çözümünden ibaretti.
Temmuz ortalarında yazıldı, Ağustos başında kabul edildi.
Mahkeme günü olarak 3 Ekim verildi.
Yani yargılamalar o kadar hızlı başlamayabilir.
Başladıktan sonra ilk serbest kalması beklenenler Ahmet Özer, Emrah Şahan, Buğra Gökçe ve Zeydan Karalar olabilir.
Çünkü bu kişilere yönelik iddialar çok ama çok zayıf.
Ben bu listeye İnan Güney’i de eklerim.
Bu vesile ile Aziz İhsan Aktaş ile ilgili yepyeni dedikodular var.
İddia şu: Aziz İhsan Aktaş’ın yeni ifadeler verdiği ve bu ifadelerinde şimdiye kadar bahsetmediği 50 yeni isimden söz ettiği konuşuluyor.
Hatta bu isimler arasında AK Partili belediye başkanları ya da siyasetçilerin olduğu da dedikodulara yansıyor.
AK Partili ve Cumhur İttifakı’ndan isimler…
Bazı güvenilir gazeteciler şu anda hesaplaşmanın savunma sanayiine kaydığını söylüyorlar.
Tüm bu olaylar çok karanlık, çok gizli alanlarda seyretmeye başladı.
Emreciğim, vergi gelirlerindeki artışların kalemlerine baktın mı bilmiyorum.
Ben baktım.
Gelir vergisindeki artış yüzde 95, şirketlerin ödediği kurumlar vergisi artışı ise yüzde 15.
Bu aynı anda birkaç farklı şeye işaret ediyor.
Öncelikle sabit gelirler üzerindeki vergi yükünün çok arttığını görmezden gelen, vergi dilimlerini adil biçimde yenilemeyen Maliye çalışanların parasını “çalıyor”
Kurumlar vergisindeki enflasyonun yarısını bile bulmayan yüzde 15’lik artış bize şunu söylüyor: Şirketler zorda, karlar düştü.
Bu da ekonomi iyiye gidiyor palavralarına bir yanıt oldu.
Maliye’den söz etmişken, biliyorsun Maliye otel ve lokantalara vergi denetçisi yolluyor.
Bu denetçiler bir gün boyunca lokantada oturup müşteri sayıyor ve ona göre bir gelir hesabı yapıp kaçağı belirliyor.
Ancak yöntem doğru değil, cuma cumartesi günü yapılan sayıma bağlı denetim ya da yazın yapılan denetim, her güne ya da tam bir yıla uygulanırsa ayıp olur, haksızlık olur.
Ama belli devlet gelir projeksiyonunu vergi ve trafik cezalarına bağlamış.
Keşke gelir artırdığı kadar gider düşürmeye de gayret etse.
Baksana kamuda otomobil, makam otomobili çılgınlığı artık arsızlık seviyesinde.
Kamuya ait otomobil sayısı 2021’de 111 bin – 122 bin iken, 2025’te yılın ilk altı ayında 130 bini aşmış.
Bunları satın alma-kiralama giderleri bir yana, günlük yakıt bakım onarım bedellerini düşün, felaketi gör.
Tabii her şey kötü değil.
Mesela Bolu İl Müftüsü’nün sözleri…
Ne güzel konuşmuş.
“Laiklik ilkesi din karşıtı bir ideoloji değildir. Dinin devlet işlerine karışmasını engellemektedir” demiş.
Gerisi daha da iyi, helal olsun.
Bakalım ne zaman görevden alacaklar adamı.
Emre Bey, bugün yazı yazmaktan parmağım epey kötü oldu.
Yara bandı almam lazım kantinden, yarın dilekçe vereceğim.
Burada her şey dilekçe ile oluyor.
Okuduğum kitapları da bir dilekçe ile kurum kütüphanesine bağışladım.
Bitirmek gerekirse şöyle yapalım…
DEM’in feveranı gösteriyor ki komisyon işi bir çıkmaza doğru ilerliyor.
Devlet Bahçeli başlattığı sürece sahip çıkacak mı göreceğiz.
Zannederim CHP’nin komisyonu şeffaf hale getirmesi iktidarda rahatsızlık yarattı ve süreci uzatmak, ipe un sermek için her şeyi yapıyor.
Komisyon çözüm değil dinleme komisyonu oldu.
40 yıldır söylenenleri yeniden duyacaklar sanki.
Bahçeli, Öcalan Meclis’e gelsin diyordu, Öcalan ile bağlantı kesildi.
Bakalım ne olacak…
Suriye’de ise parçalanma sürüyor.
Şimdi de Dürzilerin silahlı kuvvet oluşturduğu söyleniyor.
Faşist katil Netanyahu ise katliama devam ediyor.
Hala hastane bombalıyor rezil herif.
Türkiye acaba İsrail ile ticareti bir kez daha yasaklasa etkisi olur mu?
Bugünlük bu kadar Emreciğim…
Yarın okur yorumlarına da biraz takılacağım, çok hoş şeyler yazıyorlar.
Rezzan getiriyor bazılarını, gülüyorum.
Ağlatan mektuplardan da yarın söz ederim kısmetse…
Herkese sevgiler Emre…
Yarın görüşmek üzere!
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar





