Silivri Günlüğü - 58
Fatih Altaylı
Eylül 12, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü - 58
Silivri Günlüğü - 58
Selamlar Emreciğim…
Selam ve sevgiler bizi dinleyen herkese…
Silivri’den, hücremden selamlar…
Önceki gece ilginç bir olay oldu.
Saat 21:30 gibi bir infaz koruma memuru gelerek, salı günü Anadolu Adliyesi’nde bir duruşmam olduğunu ve sabah erken saatte cezaevi nakil aracıyla Kartal’a götürüleceğim bilgisini verdi ve hazır olmamı söyledi.
Şaşırdım, salı günü Çağlayan Adliyesi’nde duruşmam vardı ama Anadolu Adliyesi’nde bir duruşmam olmaması lazımdı.
“Çağlayan olmasın” dedim.
“Yok Anadolu” deyince, “Katılmam mümkün değil, bence yok ama varsa bile gidemem. SEGBİS ile bağlanayım” dedim.
Tabii bunun için bir dilekçe yazmam gerekiyordu cezaevindeki her şey gibi.
İyi ki de yazmışım.
Çünkü duruşmam Çağlayan Adliyesi’ndeymiş, boşu boşuna Kartal’a gidecektim ve duruşmamı da kaçıracaktım.
Tabii hal böyle olunca Çağlayan’daki duruşmama da cezaevinden SEGBİS ile bağlandım.
Burada bir SEGBİS odası var.
Bilmeyenler için SEGBİS’i anlatayım.
SEGBİS sesli, görüntülü olarak cezaevinden mahkeme salonuna bağlanmanızı sağlıyor.
Siz cezaevindeki kameralı, ses yalıtımlı, 2 metrekarelik bir stüdyo benzeri odadan mahkeme salonuna bağlanıyorsunuz.
Hakim, savcı ve avukatlar görüyor ve duyuyor, ifade veriyorsunuz.
Bu duruşma, Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun bana ve Prof. Dr. Uğur Emek’e açtığı dava idi.
Savunmamı yaptım ve EPDK’nın bizi suçladığı lisans başvuru ve tahsislerinin listesinin EPDK’dan istenmesini talep ettim.
Çünkü o liste, bizim yazıp söylediklerimizin doğruluğunu kanıtlayacaktı.
Davanın savcısı çok ilginç bir şekilde “Buna gerek yok” dedi, çok şaşırdım.
Yıllardır savcıların sanık lehine delil topladığını görmedim hiç.
Ne bu dönemde ne de geçmişte…
Ama sanığın talep ettiği delilin toplanmasını, talep edilmesini gereksiz gören savcı ilk kez gördüm ve çok şaşırdım.
İlginç bir duruşma idi.
Duruşmada başkaca eleştirilecek bir şey yoktu ama bu tavır garibime gitti, paylaşmak istedim.
Gündeme seni biraz eğlendirerek başlayayım ve şöyle diyeyim:
“Emre nedir bu CHP’nin Özlemlerden çektiği!”
Önce Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, CHP’den istifa ederek AK Parti’ye geçti.
Ardından Özlem Erkan adında bir CHP’linin açtığı dava sonucunda, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atandı.
Ve son olarak, Beykoz Belediye Başkanvekili Özlem Vural Gürzel CHP’den istifa etti, muhtemeldir ki AK Parti’ye geçecek.
3 Özlem’den, CHP’ye 3 kötülük!
“Nedir bu CHP’nin Özlemlerden çektiği!” diyeyim.
Şaka bir yana, hatırlarsan cezaevine girmezden önce Beykoz’a yaptığım mecburi bir gezi sonrası bu programda yaptığım yorumda, Beykoz Belediye Başkanvekili ile ilgili iddialar olduğuna değinmiştim.
Uğradığım balıkçıda bile bunlar konuşuluyordu.
Beykoz’a yaptığım mecburi gezi tanımlaması spekülasyona neden olmasın diye açıklık getireyim.
Beykoz Adliyesi’ne bir ifade için gitmiştim, eski futbolcu Emre Belözoğlu’nun bana açtığı davada ifade vermek için…
Emreciğim, bugün yoğunluklu olarak yurt dışı olaylardan söz etmek istiyorum ama öncelikle gündemde olan bazı konuları biraz ele alalım.
Dün konuşulan konulardan biri, Türkiye’de yapılacak yeni özelleştirmelerdi.
Orta vadeli programda neredeyse 200 milyara yaklaşan özelleştirme gelirinden söz edilince herkes “Neyi satacaklar acaba?” diye sormaya başladı.
Yanıt Türkiye’den değil Amerika’dan geldi ve Amerikan ekonomi gazetesi, 15 Temmuz ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün satılacağını duyurdu.
Şaşırtıcı olan bu haber değil, şimdiye kadar satılmamış olmasıydı.
Çünkü bu köprüler daha önce de bir tür satışa konu olmuş, köprülerin mülkiyeti değil ama gelirleri satılmıştı.
Bir firma değil, hisse senedi ya da tahvil diyebileceğimiz bir menkul kıymet ihracı yolu ile köprülerin gelirleri bir dönem için satılmıştı.
Sistemin mucidi Özal’dı.
Hatta bu köprü satışı 1983 yılında darbe sonrası yapılacak ilk seçim öncesi liberal Özal ile sosyal demokrat Necdet Calp arasında
“Köprüyü satarım” ve “Sattırmam” polemiğine konu olmuştu.
Türkiye’nin naif zamanlarıydı…
AK Parti iktidarında bu iki köprü değil, Türkiye’nin otoyolları da özelleştirildi.
Yanlış hatırlamıyorsam 2010 yılıydı; Ankara-İstanbul otoyolu ya da bilinen adıyla TEM, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından ihale ile satışa çıkarılmıştı.
İhaleyi Koç Grubu-Ülker Grubu ortaklığı 5.5 milyar dolar olarak anımsadığım bir değerle kazanmıştı.
Koç-Ülker ortaklığı otoyolu, otoyol üzerindeki dinlenme ve mola tesislerinin 25 yıl süre ile işletebilecek ve otoyolun iki yanındaki otoyola ait arazileri kullanabilecek, buralarda yeni konaklama tesisleri yapabilecekti.
5.5 milyar dolar, 2026 bütçesine koyulan 200 milyarı aşan bir bedeldi.
Ancak hiç beklenmeyen bir şey oldu.
O zaman Başbakanlık koltuğunda oturan Erdoğan, katıldığı bir Teke Tek programında bu ihalenin iptal edildiğini açıkladı.
Sadece bu özelleştirme değil, Koç Grubu’na ait RMK Tersanesi’ndeki Milgem, Milli Gemi Projesi de iptal edilmişti.
Bu yüzden bu özelleştirme haberi hiç şaşırtıcı değil, şaşırtıcı olan bu kadar geç kalmış olması.
Kötü haber ise özelleştirme sonrası bu köprülere mutlaka zam gelir ve şirketlere ait diğer köprüler gibi dolara bağlı fiyatları olur.
İyi tarafı ise en azından yeni borçlanmalara neden olacak lüzumsuz köprüler yapılmayacak.
Emreciğim bu konuları böyle tarihçesi ile anlatıyor olmam umarım seni ve izleyen dostlarımızı sıkmıyordur.
Açıkçası kolay unutan bir halk olduğumuz, hatta medyamız bile hatırlamak konusunda pek de mahir olmadığı için böyle yapıyorum.
Gereksiz buluyorsan lütfen uyar, bu kadar derine inmeyeyim.
“Bu özelleştirme haberini niye Amerikan medyasından alıyoruz” diye soranlar için söyleyeyim, bana gelen ilk bilgilere göre bu özelleştirmeler ile ilgilenenler arasında ABD merkezli bir yatırım fonunun da bulunduğu ve bu fonun sadece köprü ve otoyollar ile değil, bu iktidar döneminde yapılmış bazı çok büyük kamu özel iş birliği projeleri ile de ilgilendiği var.
Yani çok büyük sürpriz satışlar olabilir.
Eski CHP Genel Başkanı, benim de sevgili dostum değerli Hikmet Çetin’in, MHP’nin önemli ismi Feti Yıldız’la yaptığı görüşme sonrası Saygı Öztürk’e verdiği röportaj ilgini çekmiş.
Çünkü Hikmet Abi, sevgili Saygı’ya Yıldız’dan edindiği izlenimi aktarmış ve tutuklu belediye başkanlarının, yargılamaların başlaması ile beraber tutuksuz olarak yargılanacaklarını umduğunu söylemiş.
Bence fazla pozitif bir değerlendirme.
Feti Yıldız’ın bir hukukçu olarak söylemleri bir politika değişikliğine işaret etmiyor.
Feti Bey olacağı değil, olması gerekeni söylüyor.
Elbette bazı belediye başkanlarının tutuksuz yargılanacaklarını ben de düşünüyorum ama Ekrem İmamoğlu’nun bunlar arasında olduğunu düşünmüyorum.
5-6 başkanı kolay kolay tutuksuz yargılamayacaklardır.
Önceki gün, İmamoğlu aday olamayacak yorumum için de “Ekrem Bey’i gömmüşsün” demişsin.
İmamoğlu’nu ne övmek ne de gömmek gibi bir derdim var.
Hatta tüm bu sürece, gerek Ekrem İmamoğlu’nu gerekse muhalefeti eleştirme özgürlüğümüzü elimizden aldığı için de kızıyorum.
Şunu söyleyeyim Emre, Ekrem İmamoğlu’nun önümüzdeki ilk seçimde aday olabilme olasılığının sıfıra yakın olduğunu kendi de biliyor ve kendi de bütün açıklamalarının satır aralarında da ifade ediyor.
Ben gördüğüm gerçeği söylüyorum.
Bu gerçeği herkes görüyor, ben söylüyorum.
Beğensek de beğenmesek de durum bu.
Tespit etmeden doğru karar, doğru politika üretilemez; benim söylediğim bu.
İstanbul’daki rezalet ise sürüyor…
Eski İl Başkanlığı, Emniyet Müdürlüğü’nün yatılı karakolu gibi oldu.
Çok üzücü, çok kırıcı…
Ancak dikkat ettin mi bilmiyorum, iktidar yanlısı gazeteler dün İstanbul’daki İl Başkanlığı önündeki olayları manşetten düşürdüler ve küçük haberlerle geçiştirdiler.
Bu neye işaret biliyor musun?
Belli ki CHP’ye karşı yürütülen bu operasyon, AK Parti tabanında rahatsızlık yaratmış ve hatta inandırıcı olmamış.
Olmaz da.
Niye biliyor musun?
Çünkü bugün Gürsel Tekin’e destek veren AK Parti medyası ve trolleri, daha düne kadar Gürsel Tekin’e türlü hakaret ediyor, doğru, yanlış, çirkin iddialar dile getiriyor, Gürsel Tekin’i karalıyorlardı.
Şimdi kendi izleyicilerini, kendi okurlarını, kendi takipçilerini aptal yerine koyarak Gürsel Tekin’i sevmeye başladılar.
Hal böyle olunca, AK Parti tabanının en sadık olanları bile “Ulan yıllarca bu adama sövdürdünüz bize, şimdi niye sevdirmeye çalışıyorsunuz?” demeye başladılar.
Dahası, sert saldırılar CHP’ye yönelik bir mağduriyet yarattı.
Bu yüzden de iktidara yakın medya, İstanbul ablukasını gündemin ön sırasından indirmeye başladı.
“CHP’de iç kavga var” senaryosu tutmadı.
Çünkü aklı başında, vicdanlı AK Partililer “Bu, CHP’nin iç kavgası ise devletin 5000 polisi niye orada?” diye sormaya başladılar.
Bence de o polisler oradan bir an önce çekilmeli.
Tekin’in yanında 2 yakın koruma kalsa çok bile.
Bence Tekin için en güvenli yer CHP binası olabilir, dışarıdaki öfke büyük ihtimalle daha fazladır.
Biz ülke içinde bu zırvalarla uğraşırken, terörist başı Netanyahu dünyanın huzurunu bozmaya devam ediyor.
Gazze’ye topyekün saldırısı öncesi, önceki gün de kudurmuş köpek gibi Katar’da Hamas üyelerine bir hava saldırısı düzenledi.
Katar, ABD ve İsrail’in Orta Doğu‘daki en sağlam müttefiki ya da müttefiklerinden.
Ve İsrail, bir başka dostu Suudi Arabistan’ın hava sahasını yüzlerce kilometre boyunca kullanarak Katar’a savaş uçakları yolladı.
Egemen bir ülkenin savaş halinde olmadığı ve ABD’nin Centcom’una, yani Orta Doğu ve Orta Asya’ya ayar vermek için kullandığı en büyük üssüne ev sahipliği yapan ülkeyi bombaladı.
Ne o, Hamas’ın üst düzey bir yöneticisi orada ikamet ediyormuş…
Bu bir yandan da herkese gözdağı.
“Hamas’a ev sahipliği yaparsanız ülkenizi bombalarım” mesajı.
Merak ettiğim, acaba önceden Katar’dan bu adamları sınır dışı etmesini istedi mi?
Çok garibime giden, devletin kanalı TRT’de bir yorumcu “İsrail’in saldırısı başarılı olamadı, hedefi vuramadılar” dedi.
Beş kişi ölmüş, hedef alınan Hamas yöneticisinin oğlu ölmüş, adam saldırı başarısız diyor.
Ve bu saldırıya karşı İslam ülkelerinden bir iki cılız tepki…
Buna karşın Avrupa’dan, hükümetlerden değilse de toplumdan, sert tepkiler geliyor.
İşte Sumud Filosu!
Barselona’dan yüzlerce tekne ile yola çıktı.
Mola verdikleri Tunus’ta, mola verdikleri sırada İsrail ajanlarının saldırısına uğradılar ve inatla geliyorlar.
Türkiye’ye, Antalya’ya veya başka bir Türk limanına uğrayacaklar mı merak ediyorum.
Yani demem o ki insan olmak için, ezilen, haksızlığa maruz kalanın yanında olmak için ne inancın önemi var ne siyasi görüşün.
Vicdanlı olmak yetiyor, insan olmak fazlasıyla yetiyor.
Bu arada çok saygı duyduğum bir hukukçu dostum vardır, iyi bir hukukçudur: Ramazan Arıtürk.
Keşke Ramazan Bey bir ara gelip Mavi Marmara davasını anlatsa.
Bilmeyenler olabilir…
Ramazan Arıtürk, İsrail’in Mavi Marmara Gemisi’ndeki katliama karşı açılan davada Mavi Marmara kurbanlarının avukatıydı ve İsrail’i ağır bir tazminata mahkum ettirmişti.
Emreciğim ısrarla mutlak butlan davası diye bilinen davayı soruyorsun.
Şöyle söyleyeyim, artık hemen herkes bu davanın CHP yönetimi aleyhine çıkacağını düşünmeye başlamış gibi görünüyor.
Ve sonrasında neler olur hesapları yapılıyor.
Konuşulanlar şunlar: Kılıçdaroğlu gelir, Kurultay öyle ya da böyle iptal edilir, Kılıçdaroğlu partide ekibini kurar. Bir kısım hemen döner, dönmeyenler pasifize edilir. Kemal Bey hemen mitingleri iptal eder, Silivri’de yatanlara sahip çıkılmaz. Kemal Kılıçdaroğlu en az 1.5 -2 yıl partinin başında kalır.
Meclis grubunun %30’unun Kılıçdaroğlu’na döneceği söyleniyor.
Bilemem, parti içi dengelere aklım ermez.
Bu, partiyi iyi bilenlerin, iyi bildiğini söyleyenlerin iddiası.
Bu doğru ise CHP’nin oyları yerle bir olabilir.
Tüm bunlar siyasete büyük bir güvensizlik oluşturuyor.
CHP’nin direnişi olumlu tepki alıyor ama bir yandan da parti içindeki huzursuzluk insanları tedirgin ediyor.
Beykoz’da istifa eden iki CHP’li, özellikle de Başkanvekili Özlem Vural’ın Beylikdüzü’nden Beykoz Belediye Meclisi’ne gönderilen bir isim olması gerçekten hoş değil.
Mide bulandırıcı hatta.
Açık konuşmak gerekirse Özgür Özel’in iyi niyetli çabalarına yazık oluyor.
Ümit Özdağ’ın Gürsel Tekin fotoğrafını soruyorsun.
Görmeyenler için hatırlatayım.
Avukat Rezan Epözdemir’in gözaltına alınıp tutuklanmasına neden olan bir fotoğraf vardı.
O fotoğrafa bakarak Epözdemir’e casusluk suçlaması yöneltildi.
Ümit Özdağ, bu fotoğrafı gösterip aynı masadaki avukata casus suçlaması yapıp, yemek davetinin sahibi Gürsel Tekin’in kayyum atanmasındaki garabete dikkat çekti ve ilginç bir rastlantı diyerek imalı konuştu.
Duyduğum kadarıyla, Gürsel Tekin’e bu fotoğraf ile şantaj yapıldığını söyleyen sosyal medya enayileri olmuş.
Rezan Epözdemir hakkındaki soruşturmada Epözdemir o yemeğe Gürsel Tekin’in davetlisi olarak katıldığını söylemişti ve zaten o suçlama nedeniyle tutuklanmadı.
Tekin’e şantaj yapıldı mı yapılmadı mı bilemem ama o fotoğraf nedeniyle yapılmamıştır.
Tabii bu benim fikrim, sonuçta herkesin gördüğü bir fotoğraftan şantaj yapmak mantıklı olmaz.
Emreciğim çok partili rejim tehlikede mi?
Bence toplam bir tehlike var tüm ülkelerde.
Banksy’nin İngiltere’de Kraliyet Mahkemesi’nin duvarına çizdiği resim, durumun tüm dünyada pek de parlak olmadığını gösteriyor.
Demokrasiden daha önemli olan adalettir, adalet olmadan olmaz.
Ve çok partili rejim sürecek de, kontrollü partiler istiyorlar.
Ama şunu unutuyorlar, sağlam bir muhalefet yoksa iktidar partisinin de önemi kalmaz.
İktidarı iktidar yapan muhalefettir.
Neyse içimizi daha fazla karartmayalım…
Köprülerin altından daha çok su akacak.
Demokrasi, hukuk devleti mehter gibidir, 2 ileri 1 geri…
Bunda sorun yoktur, 2 geri 1 ileri olursa sorun olur.
Türkiye demokrasiyi, çok partili demokrasiyi tatmış bir toplum.
O tadı özler ve arar, uzun süre onsuz yapamaz.
Bu olan bitenler de CHP’yi yeniden doğurur, güçlendirir.
Her şey zaman işidir.
Devletler bazen dönüşürler, dönüşürken hiç beklemedik bir yöne evrilebilirler.
Göreceğiz… Gençler kesin görecek.
İstersen biraz da Silivri anlatayım.
Dün yine çok sevdiğim, şahane dostlarımla Bakanlık izni ile görüşme imkanı buldum, çok keyifli 3 saat geçirdim.
Keyif dediğim, cezaevi keyfi…
Dışarıdaki çok sıradan olaylar burada büyük neşe kaynağı.
Mesela barbunya pilaki konservesi (buraya mutlu adam emojisi koyuyorum).
Akşamüzerleri iki günde bir mısır konservesi yiyorum tereyağı ekleyip, bayağı hoşuma gidiyor.
Cezaevi yemekleri de arada gidiyor.
Allah fakir fukaraya da nasip etsin…
Akşamlar serinledi, sivrisinekler ise çoğaldı.
Gece on kere kalkıp sivrisinek avına çıkıyorum.
Onlar kamuflajda başarılı ben ise yarasa gibi oldum, ses dalgaları ile sinek tespit ediyorum.
Sinek ilacı var diye yazıyor kantin listesinde ama yok aslında.
Niye diye sordum, bazı mahkumlar alıp içmişler.
Cezaevlerindeki ortalama mahkum tipolojisi biraz değişik anlayacağın…
İnsanoğlu çok acayip…
Çok ziyaretçi, çok avukat gelince “çok” diyorum; az gelince de “niye gelmiyor kimse” diyorum.
Zırvalıyorum yani…
Bana bazı özel sorular sormuştun, geneli haleti ruhiyem ile ilgili, yanıtlamam demiştim ama fikir değiştirdim.
Bazılarına birkaç gün içinde yanıt vermeyi düşünüyorum.
Belki kendimi daha hafif hissetmemi sağlar, dışardakiler için de belki aydınlatıcı olur.
Benimle özel röportaj yapmışsın gibi olur diye istemiyordum ama sonra niye olmasın dedim.
Ama birkaç gün izin ver lütfen.
Beni merak etmeyin, dün pembe gömleğim ile görüşe çıkıyordum.
Böbrek ağrım azaldı, jimnastik yapmamı zorlaştırıyor o kadar.
Çok da uzatmayayım yarın yine konuşuruz.
Kavuniçi takım elbiseli avukat ile de tanıştım, onu da anlatırım.
Herkesi sevgiyle kucaklıyorum…
Okur ve izleyiciler “Ne zaman adam oluruz”u niye yazmıyor demişler.
Yarından itibaren ne zaman insan oluruzlara yeniden başlarız.
Kendinize iyi bakın!
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar


Zeki Demirkubuz yorumluyor
Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Hak"
Eylül 15, 2025
Bedia Ceylan Güzelce & Müfit Can Saçıntı
"Gülmek bir savunma mekanizması"
Eylül 14, 2025