Silivri Günlüğü - 59
Fatih Altaylı
Eylül 15, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü - 59
Silivri Günlüğü - 59
Emre Beyciğim selamlar…
Bizi izleyen dostlarımıza da eğer sabah izliyorlarsa günaydın, akşam izliyorlarsa iyi akşamlar.
Herkese sevgiler…
Sevgili kardeşim, yine gündem çok yoğun.
Önceki geceyi bir gerilimle kapatıp, güne yeni taze olaylarla başladık.
Memleket iyiden iyiye acayipleşti, zıvanadan çıktı.
Düşünsene bir müzik grubunun 6 genç kadın üyesi hakkında müstehcenlik suçundan dava açılıyor; sonra konu dönüyor dolaşıyor, bu 6 genç kadının giyimleri ve şovları “Milli güvenlik tehlikesi” olduğu iddiasıyla engelleniyor.
Hadi müstehcenliği anladık diyelim, ki anlamadık, “milli güvenlik” deyince artık konuşacak bir şey kalmadığını anlıyoruz.
Bakalım bundan sonra sıra hangi sanatçılara gelecek?
Aleyna Tilki, Gülşen, Instagram fenomenleri… Hepsi topun ağzında belli ki.
Ama televizyonların gündüz kuşaklarında, oturma odalarına sokulan marjinal ötesi ilişkilere kimse bir şey demiyor.
İlişkiler elbet beni ilgilendirmez de bunların televizyonlarla burnumuza sokulması, şarkıcıların işleri nedeniyle giydikleri sahne kostümlerinden çok daha fazla sosyolojik bir sorun toplum açısından.
Gelelim senin peş peşe sorduğun sorulara…
Öncelikle en güncel, en son gelişmeyle ilgili sorularına bilebildiğim kadarıyla yanıt vereyim.
Senin de, benim de bir dönem çalıştığımız; senin 4 yıl, benim 2 buçuk yıl önce ayrıldığımız Habertürk Grubu ve Can Holding ile ilgili gelişmelere…
Herhalde bizi izleyen herkes görmüştür; son birkaç yılın çok konuşulan gruplarından ve geçen yıl Habertürk, Show TV ve Bloomberg’i satın alarak medyaya da giren Can Holding’e TMSF tarafından el koyuldu.
El koyulan şirketler arasında Bilgi Üniversitesi, grubun İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı’ndan satın aldığı Doğa Kolejleri, taşımacılık, enerji, elektronik imalatı gibi farklı alanlarda holdinge ait şirketler var.
Toplam 121 şirket.
Bunların tamamının aktif, üretim yapan veya hizmet üreten şirketler olduğunu düşünmüyorum.
Aslına bakarsan Can Holding ismini, Bilgi Üniversitesi’ni satın alıncaya kadar pek duymamıştım.
Yıllar önce birkaç gazetede haklarında kaçakçılık yaptıklarına ve yargılandıklarına dair bir iki haber okumuştuk ama arkası gelmemişti.
Zaten görebildiğimiz kadarıyla da suçlamalar ve el koymaya gerekçe iddialar, medya ile değil grubun daha önceki faaliyetleri ile ilgili.
İsimlerini anarak kimseyi hedef göstermek istemem ama Türkiye’de son birkaç yılda adını daha önce hiç duymadığımız birçok holding ya da grup, ortaya pıtrak gibi çıktı ve bunlar ya çok büyük satın almalarla ya da büyük reklam, tanıtım kampanyaları ile adlarını duyurdular.
Biz de bunları hep yeni siyasi dönemin servet transferleri olarak izledik, ki öyle görünüyorlardı.
Tamamı da bir şekilde iktidara yakın hareket tarzı içindeydiler.
“Böyle bir şey bekliyor muydunuz?” demişsin.
Doğrusunu istersen, birkaç aydır Can Grubu üzerinde bir baskı olduğu söyleniyordu.
Hatta birkaç gün önce İsmail Saymaz, Can Holding’in medyadan çıkması için baskı gördüğünü söyledi bana.
Saymaz’ın kaynakları iyidir.
Hatta Can Medya Grubu’nu, son birkaç yıl içinde özellikle inşaat sektöründe adını duyuran bir yeni holdingin satın alma ihtimalinden söz etti.
Bununla ilgili tanıdığım birkaç avukata sordum, İsmail’den duyduklarım üzerine.
Bir şeyler vardı ama net değildi.
Bir soruşturma vardı ama grubun iktidar bağlantıları nedeniyle bir operasyon, hele hele el koyma beklenmiyordu.
Ki grup çok kısa süre önce Türkiye’nin köklü ve bilinen şirketlerinden TEKFEN Holding’in hakim hissesinin sahibi olmuştu.
Can Holding’in son yıllardaki alımlarına bakınca geçmişin iddia ve yargılamalarının üzerine sünger çekilerek, artık devlet nezdinde makbul ve kabul görmüş bir grup haline geldiğini düşündük.
Burada eski bir hikayeye yer vereyim.
Biliyorsun 20. yüzyılın başında dünyanın ve Amerika’nın en zengin adamı Rockefeller’ın petrol, taşımacılık, petrol boru hatları, demir yolları, enerji alanında büyük şirketleri vardı ve hemen hepsi tekel konumundaydı.
En ünlü şirketi Standard Oil.
Sonunda Amerikan Kongresi başta Rockefeller olmak üzere, aşırı büyük bu tip iş adamlarına karşı antitröst yasasını çıkarır ve bu şirketleri parçalamaya başlar…
Meşhur Exxon Mobil, Standard Oil’in parçalanmasından çıkmıştır mesela.
Neyse, Amerikan Senatosu bir komisyon kurar ve komisyon John D. Rockefeller’ı ifadeye çağırır.
Rockefeller komisyonun karşısına oturur; komisyon başkanı senatör, Rockfeller’a döner gözlerinin içine bakarak “Mr. Rockefeller, 98 milyar dolarlık servetinizin hesabını bu komisyona vereceksiniz” der.
Rockefeller gözlerini hiç kaçırmadan tebessüm eder ve tarihi yanıtı verir: “İlk 1 milyon doları sormayın, geri kalanın hesabını kuruş kuruş veririm” der.
Bu operasyonun beni şaşırtıp şaşırtmadığını sormuşsun.
Ne yalan söyleyeyim beklemezdim.
Çünkü dedikodulardan bildiğimiz kadarıyla, iktidara oldukça yakın olduğu konuşuluyordu, biliniyordu.
Yayın çizgisi de iktidarı rahatsız edecek gibi görünmüyordu.
O yüzden şaşırdım.
Dün izlediğim yayınlarda soruşturmanın niye Küçükçekmece Savcılığı tarafından yürütüldüğü sorusu soruluyor ve “Acaba İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın haberi yok mu? suali gündeme getiriliyordu.
Zırva.
Bu ölçüde bir operasyon İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın bilgisi dışında yapılmaz.
Bırakın savcıyı, devletin zirvesinin bile onayı olmadan böyle işler olmaz.
Peki bu operasyon neyi gösteriyor?
Bana sorarsan iktidar partisi ya da iktidar içinde çok ciddi bir çekişme olduğunu, tarafların kılıçlarını bilemeyi tamamlayıp çektiğini, iktidar kliklerinin geleceğe yönelik ciddi bir çekişme ve hazırlık içinde olduklarını gösteriyor.
Yani anlayacağın, mesele Can Holding değil.
Bu operasyonu kayıt dışı ekonomiye yönelik bir hamle olarak görmek çok isterdim ama bence öyle değil.
Ama şunu söylemek mümkün, kayıt dışı oranı yüksek aktörlerin rahatı biraz kaçmıştır.
İktidar içi ve iktidar ortakları arası güç savaşlarının kızıştığını, Selahattin Yıldız ve MKE eski başkanlarının ve bazı avukatların tutuklanması ile zaten görmeye başlamıştık.
Büyüyerek sürüyor.
Şaşırtıcı değil.
Geçmişte de böyle olmadı mı?
İktidarlar ya da rejimler önce rakipleriyle kavga eder, sonra rakiplerin elinde bir şey kalmayınca kendi içinde kavga etmeye başlar, normaldir.
Ayrıca unutma ki benim pek de sevmediğim bir filozof olduğunu Ahmet Arslan ve Celal Şengör’e karşı söylediğim Hegel, bir devletin var olabilmek için zorunlu olarak düşmanlar yaratması gerektiğini söylemişti, ki ben buna iç veya dış düşman diye bir ekleme yapmalıyım.
Bana, bu el koymanın duygusal olarak bir şey ifade edip etmediğini sormuşsun.
Güldüm.
Biliyorsun Habertürk binasından 16 Mayıs 2023 günü çıktım, bir daha da kapısından girmedim.
Galiba bir kere altındaki otoparka aracımı bıraktım.
Notere ya da oradaki Japon lokantasına gidiyorduk, sen de vardın.
Grubun eski sahibi Turgay Bey’i de bugünlerde hiç görmedim desem yeridir.
Sadece bir davette karşılaştık, ayaküstü konuştuk.
Yanlış anlama, kendisini sever sayarım.
Sen sorunca şöyle bir düşündüm…
Televizyonlarda görüntüleri yayınlanan Habertürk binasının temelini 2006 yılında, sıcak bir günün gecesinde atmıştık.
Ben de oradaydım.
Ondan önce, değerli mimar Doğan Tekeli hocamız ile aylar süren toplantılarda binanın mimari projesini konuşmuş, ele almıştık.
Önündeki metal heykeli Nuriev’e sipariş etmeden önce ben oraya bir Ron Mueck eseri aramış ama bulamamıştım, açık havaya uygunu yoktu.
O günler canlandı gözümde.
Bir şey hissettim mi?
Pek az şey…
İçeride hala çalışan, çok sevdiğim üç beş kişi aklıma geldi sadece.
Tabii bir de oradaki kitap koleksiyonu…
Gazeteyi kurarken, nur içinde yatsın sevgili Şevket Rado’nun şahane kütüphanesi varisleri tarafından satışa çıkarılmıştı.
Kütüphanenin koleksiyonu içinde İbrahim Müteferrika’nın bastığı bazı kitapların, eksiksiz bir koleksiyonu ve Melling’in eşsiz çizimlerinin olduğu kitapları vardı.
Sağ olsun Turgay Bey bu değerli koleksiyonun dağılmasına izin vermedi ve hepsini şahsen satın aldı.
Bu eserler Habertürk binasında idi, üçünü ise girişte sergiliyorduk.
Öyle ki, Habertürk’ten ayrılırken Turgay Bey’i görebilseydim tazminatım yerine o kitapların verilmesini isterdim yüzümü kızartıp.
O kitaplar hala orada ise en çok o kitapların TMSF eline düşmüş olmasına üzülürüm.
Televizyonlar gazeteler kapanır, açılır, yenisi kurulur ama o kitaplar kolay kolay ele geçmez.
Onlar Turgay Ciner’in şahsi malı idi.
İnşallah onda kalmıştır, yoksa çok üzülürüm.
Bu konuyu burada keselim, gelişmelere göre yarın yine konuşuruz.
Bizi izleyenler bu konuda en iyi ve taze bilgileri İsmail Saymaz’ı takip ederek edinebilirler.
Gelelim CHP’ye…
Bu konuda bir dizi soru iletmişsin, kendimce sıralayıp yanıtları vereyim.
“İktidarın iddia ettiği gibi CHP’de bir iç kavga, bir iç sorun mu var, bir zafiyet mi söz konusu?” demişsin.
Emre Beyciğim, ben yıllardır bu CHP’yi takip ederim; şu kadarını söyleyeyim CHP hiç bu kadar bütün olmamıştı.
Şu anda CHP içindeki kadar ayrışma, hemen tüm partilerde olduğu kadardır ve iktidar tarafından desteklenmese, CHP içindeki parti içi muhalefet hiçbir etkinlik gösteremezdi.
Bu yüzden dışarıdan türlü yöntemlerle fişeklenen parti içi muhalefet, parti içinde huzursuzluk alameti değildir.
Ya Ekrem İmamoğlu’nun ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanlış seçimlerinin, Özgür Özel döneminde de görevlerini sürdürmesi sonucu sepette kalan çürük elmalar sepeti bozmaz.
Çürük elma siyasetteki her sepetten çıkar, özellikle de siyaset personelleri arasında.
Şunu da söyleyebiliriz…
Diyelim ki bir aile var; ana, baba ve üç çocuk.
Anne düzgün, baba düzgün…
Çocuklardan biri lisede okul birincisi; sporcu, efendi...
Diğeri üniversitede, ülkenin en iyi okulunda okuyor, hatta burslu.
Bir de büyük oğlan var, itin teki, her gün eve sarhoş geliyor, lise terk, iş güç yok.
Eve gelince ailesine hakaret ediyor, babadan para tırtıklıyor, anasından talepleri bitmiyor, bağırıp çağırıp küfrediyor.
Komşular ne der?
“Bu nasıl aile? Sürekli kavga gürültü var evde.”
Oysa evdeki durum hiç de öyle değildir.
Huzuru bozan bir kişidir, o da muhtemelen arkadaş seçimlerinin kurbanı olmuştur.
CHP’deki durum biraz böyle.
Gürültüye neden olan, aslında eve pek uğramayan ama geldiği zaman kavga çıkarıp huzur bozan oğlan.
CHP meclis grubunda ben diyeyim 8, sen de 10 muhalif vardır.
Ama iktidar desteğini arkalarına alınca mide bulandırırlar.
Güç dengeleri farklı olsa bu görüntü tam tersi olurdu.
Madem az önce Hegel dedik, yine sevmediğin o herife başvuralım ve “Siyasi ihtilaflar hukukla değil, güçle çözülmüştür” sözünü hatırlayalım.
Keşke Kemal Kılıçdaroğlu pusuda bekleyeceğine, tüm bu oyunları bozacak şekilde tavır alsa ve CHP’nin efsane başkanları arasında yer almayı düşünseydi.
Tarih yancılarını değil, Kılıçdaroğlu’nun tavrını yazacak.
Keşke eski bir genel başkan olarak tarihin doğru sayfasında yer alsa ama çevresindeki çıkar çevresi izin vermez.
Gürsel Tekin’in minibüsüne bir troll bindirenler Kemal Bey’in minibüsüne kim bilir kimi bindirmişlerdir…
Çok belli ki, CHP’ye yönelik iktidar baskısı sürecek ve hatta belki de genişleyecek.
İlginç olan, tüm olan bitene rağmen CHP’nin hala hukuka sığınıp yargıdan uzaklaşmaması.
Kutlanması gereken bir tavır.
Önümüzdeki 10 gün CHP’yi daha çok konuşacağız gibi…
O yüzden burada kapatayım, ancak Kadıköy mitingi öncesi Profesör Bahadır Erdem’in konuşması, daha doğrusu televizyona verdiği röportaj çok duygusal ve iç acıtıcıydı.
“Türkiye iktidarın iddia ettiği gibi 2 yıla kalmadan 1.9 trilyon dolarlık bir ekonomi olabilir mi?” demişsin.
Olabilir.
Enflasyonu biraz daha artırıp kurları biraz daha baskı altına alırsan, hatta dövizi Özal öncesi olduğu gibi sabitlersen olabilir.
Türkiye’de bugün asıl mesele, milli gelirin paylaşımı.
1.9’a çıkmasın, 1.3 kalsın ama adil dağılsın.
Emreciğim bana hak vermişsin ve demişsin ki “Dediğinde haklı çıkıyor, bütün dünya karışıyor.”
Karışmıyor Emre, bu henüz fragman.
Asya’da birbirinden çok farklı rejimler, benzer nedenlerle gelir adaletsizliği ve sınıflar arası uçurum nedeniyle son dönemde karıştı.
Nepal’de bir yanda komünist iktidarın siyasetçilerine yönelik bir zenginleşme tepkisi var.
Tüm kalkışmalar, sınırlı olsa da sonuç aldı.
Avrupa’da Sırbistan benzer nedenle ayakta, istasyondaki çökme aslında bahane oldu.
Fransa biraz farklı…
Fransızlar hoşlarına gitmeyen bir şeye zaten çok kolay tepki gösterir.
Yine gösterdiler ama onun altındaki neden de aslında gelir adaletsizliği.
Aslında her yerde gelir adaletsizliği, işsizlik ve fırsat eşitsizliğine dayalı bir şiddet ve nefret dalgası pusuda.
Amerika ise Trump yanlısı bir sosyal medya ünlüsü, bir tür cumhuriyetçi trollün suikasti ile sarsıldı.
Bu tür siyasi suikastlar çok tedirgin edici.
ABD’de bundan daha vahim olan gelişme, Trump’ın komplo teorisyeni, ilkel sağlık bakanının girişimi ile ailelere aşı reddi hakkı tanındı.
Çocuk felci aşısı buna dahil.
Bu sadece ABD için değil, özellikle çocuk felci açısından tüm dünya için tehlike.
Bak Emre, şu gelir adaleti meselesine dönmek istiyorum.
Geçen gün genç bir avukat anlattı, içim acıdı.
Avukat Kadıköy’de dolmuşa binmiş, o sırada elinde çantasıyla bir üniversite öğrencisi kafasını uzatmış “Abi 10 liram var, beni alır mısın?” demiş.
Yol 16 TL imiş.
Şoför “Alamam kusura bakma” demiş.
Çocuğu almadan bırakmış.
6 Türk Lirası Emre!
Şoföre kızma, öğrenciyi bu halde bırakana kız.
Öğrenci böyle, emekli böyle, çalışan böyle…
Millet 5 TL’ye muhtaç!
Tüm bunlar CHP’ye ya da bir başka partiye yapılan operasyonla ortadan kalkmıyor, tam aksine daha beter hale geliyor.
CHP’ye operasyon demişken, dün öğle saatlerinde ilginç bir gelişme oldu.
Ankara’daki yetkili bir mahkeme, CHP kurultay davasında kayyum atamasına gerekçe olan tedbir kararını geçersiz ve gereksiz hale getiren bir esastan karara imza attı.
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, CHP’nin İstanbul Kongresi’nin iptal istemini reddetti.
Yani Gürsel Tekin’in görevi sona erdi.
İktidar araya yeni bir mahkeme kararı sokar mı bilmiyorum ama bu haliyle bu karar, kurultay ya da mutlak butlan davasının da seyrini değiştirir.
Bu kararı görünce “Acaba Feti Yıldız’ın söylediğine mi geldik” dedim ama Devlet Bahçeli bu karardan memnun mu bilmiyorum.
Şimdi merakla beklediğim, acaba Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin hakimi HSK tarafından görevden alınacak mı alınmayacak mı?
Bu karar bir şekilde bozulmaz ise çok önemli ve tezgah bozan bir karar olabilir.
Komisyon toplantısı ile ilgili soruna yanıt veremeyeceğim.
Çünkü komisyon dün de havanda su dövme aşamasını geçemedi.
Söyleme değil dinleme aşamasında.
Fakat asıl olarak, işler bir yandan yürüyor.
Şu anda Meclis’te bir infaz yasası hazırlanıyor.
Eli kulağında, ekim başı gibi biter.
Bu yasanın PKK’lıların beklentisini karşılarken, FETÖ ve İBB soruşturmalarını kapsamayacak şekilde olması için uğraşıyorlar.
Birkaç haftaya görürüz ve komisyonun gerçek işlevi de o zaman başlar.
Biraz da Silivri dedikodusu yapalım mı?
Hadi yapalım!
Dün dedim ya kavuniçi takım elbiseli avukatla tanıştım diye, o tanışmayı anlatayım.
Avukat görüşünde yanımdaki kabinde gençten bir adam, aradaki cama vurarak dikkatimi çekti.
Hiç tanımadığım biri…
“Fatih Abi, eşim senin akraban” dedi.
“Eşin kim?” dedim, hiç tanımadığım bir soyadını söyledi.
Hemşehrimmiş ama akrabam olsa en azından soyadını duymuş olurdum.
Van’da baba tarafım Altaylı, babamın anne tarafı Türkoğlu…
Yani akraba ya da hısım olma ihtimali yok.
Neyse, tabii ben adamı tanımadım.
“Sen kimsin?” diye sordum.
“Abi ben avukat Cem, hani Ahmet Hakan’ın arkadaşı olan…” dedi.
“Kusura bakma, kavun içi takım elbisen olmayınca tanıyamadım” dedim, güldü.
“Çıkınca seni doğru düzgün bir terziye götüreyim de lacivert, gri, siyah bir elbise diktir” dedim, kahkaha attı.
“Abi ben bir tek Stefano Ricci’den giyerim” dedi.
“O kadar mı kırosun, o kadar mı zenginsin?” diye seslendim yan kabine.
Avukatı da kahkahayı patlattı.
Baktım üzerinde gerçekten Stefano Ricci tişört, Stefano Ricci blucin, Stefano Ricci ayakkabı vardı.
Epey güldüm!
“Beni Cmhurbaşkanı’nın resmini astım diye içeri attılar” dediğini duydum.
Son olarak, havuz kenarında golf oynadığı ofisi Ankara’da imiş, İstanbul’da da 1200 metrekare ofisi varmış.
Komik, neşeli bir genç avukat…
Beni güldürdü.
Tam bu dönemi simgeliyor.
Bu eğlenceli diyalog kısa sürdü.
Dün öğlen yemeğinde güzel tavuk ve but kızartma vardı, iki tane yedim.
Akşamları salataya veya cacığa devam.
Gece ise sineklerle mücadele…
Keyfim cezaevinde ne kadar olursa o kadar iyi.
Dün Hikmet Çetin de her geldiğinde uğradığı üzere yine uğradı sağ olsun.
Sarılıp öpüştük.
40 yıllık dostluk, abi kardeş gibiyiz desem yeri.
Feti Yıldız ile görüşmesini sordum.
“Feti Bey ‘Ben başından beri tutuksuz yargılanmalarından yanayım tutukluluk yanlış’ deyince, ben de ‘So what, karşısınız da ne oldu? Söylüyorsunuz ama herkes tutuklu’ dedim” diye anlattı.
Yıldız’ın yanıtı “Davalar başlayınca durum değişir” olmuş.
Ben de Hikmet Abiye sordum “Değişir mi?” dedim.
“İnşallah, umutluyum” dedi.
Devlet Bey ile görüşmesinden de bir not aktardı.
Devlet Bey’e “Siz bizi çok üzüyorsunuz, konuların detaylarını bize sorsanız keşke” demiş.
“Ne dedi” dedim, “Bir şey demedi” dedi.
Bir de eski zaman anektodu aktardı.
“Darbe sonrası Ankara’dayız, 80’lerin başı. Sabahları ormana yürüyüşe gidiyorum. Türkeş Bey aradı ‘Beraber yürüyelim’ dedi. Sabah yürüyüp siyaset falan konuşuyoruz. Bir sabah şöyle dedi ‘Milliyetçi cepheyi bozup CHP ile MHP koalisyonu kursaydık gençler ölmez, terör dururdu. 12 Eylül olmazdı. Bizim inadımız darbeyi getirdi” dedi.
“Olmaz mıydı?” dedim, “Olmazdı” dedi.
Keşke olmasaydı!
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Siyasetçinin utanma duygusu olanının makbul olduğunu anladığımız zaman.
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar


Zeki Demirkubuz yorumluyor
Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Hak"
Eylül 15, 2025
Bedia Ceylan Güzelce & Müfit Can Saçıntı
"Gülmek bir savunma mekanizması"
Eylül 14, 2025