Silivri Günlüğü - 60
Fatih Altaylı
Eylül 15, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü - 60
Silivri Günlüğü - 60
Selamlar Emreciğim…
Sana ve herkese güzel bir hafta olur inşallah diye başlamak istiyorum.
Ama bu kadar gerilimli olması beklenen, bir sürü kritik yargı kararının beklendiği ve herkesin ortalığı karıştırma potansiyeli barındırdığı bir hafta nasıl güzel olabilir onu bilemiyorum…
Haliyle fazla geyik yapmadan bugünün en önemli gündem maddesi ile başlayacağım, aylardır beklenen 15 Eylül Butlan Davası ile…
Bugün Ankara’da görülecek olan ve CHP’ye kayyum atanması ile sonuçlanabilecek dava ile…
Öncelikle hukukilik açısından birkaç kelam etmek istiyorum.
Bu davada, ülkede hukukun ne hale düşürüldüğünü göstermesi açısından çok önemli bir durum var.
Bu davada butlan kararı, yani Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı kaybettiği kurultayın yok hükmünde sayılarak CHP’nin o kurultay öncesine dönmesi gibi bir durumdan, bir karardan söz ediliyor.
Hukukçu değilim ama değme avukat kadar dava görmüş, hukuk metni okumuş biri olarak söyleyebilirim ki kararların hukuku açısından çok önemli bir kural vardır: Kararlar davacının talebine göre alınır.
Basitleştirerek anlatmak gerekirse…
Diyelim ki sen bir otomobil almak için bir otomobil bayisine para verdin ve otomobilini vermediler.
Sen de otomobilini almak için bayiye dava açtın.
Mahkeme kararında sana ya otomobilin verilmesine karar verir ya da bayi haklı bulunursa hiçbir şey almamana…
Ama sana bir ev verilmesine karar vermez.
Bildiğim, buradan okuyabildiğim kadarıyla bu davayı açan davacının talebinde butlan diye bir şey yok.
O yüzden de bana göre çıkabilecek en ağır karar, partiye çağrı heyeti ya da kayyum atanması olabilir.
Yani eğer hak ve bir nebze hukuk kaldıysa butlan diye bir şey olmaz.
Ne karar beklediğimi sormuşsun.
Normal şartlarda bir karar beklemediğimi, en fazlasından bir sonraki duruşmaya kalmasını umabileceğimi daha önce söylemiştim ama benim bu tahminimi fazla iyimser bulanlar var.
Haklı olabilirler.
İstanbul’da bu denli kıyametin boşuna koparılmadığını, Ankara’da genel merkezi Özgür Özel’in yönetiminden almanın hedeflediğini düşünenler var.
İşin acısı kimse hukuktan, kanundan, kitaptan söz etmiyor.
Herkes Devlet Bahçeli Bey’in ya da Feti Yıldız’ın sözlerinden, bakışlarından sonuç çıkarmaya çalışıyor.
CHP içinde kalabalık bir grup, kayyum ya da butlan kararı çıkmasını bekliyor.
Bu grupta iki ayrı fikir var.
Herkes Kılıçdaroğlu’nun partinin başına butlan kararına bağlı olarak veya kayyum olarak geçmeyi kabul edeceğini düşünüyor
Fikirler ya da çözümler bundan sonra ikiye bölünüyor.
İlk grup, kongreler ve kurultay süreci devam eder ve atanan yönetim kısa sürede yerini seçilecek yönetime bırakır diye düşünüyor.
Bunlar YSK kararına güveniyor.
İkinci grup ise kötümser.
Bunlar Kılıçdaroğlu gelir, kurultayı durdurur, muhaliflerini temizler, seçime kadar partiyi bırakmaz diyenler.
Bir süre Kılıçdaroğlu ile mücadele edip, baktılar olmuyor bir başka parti kurmak düşüncesindeler.
Diğer grup ise iyimserler…
Kemal Bey partinin başına dönse bile ne yaparsa yapsın örgütün, MYK’nın, parti meclisinin, kendi delegelerinin bile Kemal Kılıçdaroğlu’nu genel başkan olarak kabul etmeyeceğini düşünüyor ve öyle veya böyle en geç bir yıla kalmadan Kılıçdaroğlu’nu yollayacağına inanıyorlar.
Ben de onlar gibi düşünüyorum.
Kemal Bey, CHP’nin başında kalırsa barajı bile aşamaz ve böyle bir genel başkana örgüt izin vermez.
Hele hele, Özgür Özel yönetiminde başarının tadını almış bir parti örgütü artık tattığı bu lezzetten vazgeçmez.
Yani CHP’liler açısından çok fazla karamsar olacak bir durum yok.
Kolay değil elbette ama 23 yıllık kökleşmiş, devletleşmiş bir iktidar ile mücadele zaten kolay olmaz.
Hala hukuk içinde yollar var diye düşünüyorum.
Benim gördüğüm kadarıyla karamsarlığın bir nedeni de haber televizyonları.
Muhalifi de iktidar yanlısı olanı da sürekli bir tedirginlik yaratıyor.
Daha doğrusu amplifikatör görevi görüyorlar.
Bence tüm gün, tam doz alınca kötü yan etkisi oluyor.
Sonuçta diyeceğim şu ki, bugün ne karar çıkarsa çıksın dünyanın sonu değil.
Cumhuriyet Halk Partisi, daha büyük badirelerden bile çıkmayı başarmış gelenekten geliyor.
Savaş yönetmiş bir parti.
Bugün çıkabilecek üç farklı kararın en kötüsü de en iyisi de büyük bir paniğe neden olmamalı.
Mahkemenin sonucuna ya da çok olası sonuçsuzluğuna göre bunu tekrar konuşuruz.
Ancak en kötüsünde bile arkasında çoğunluk enerjisi olmayan, bırak toplumsalı, örgütsel kabulü olmayan, atanmış bir CHP yönetimi o koltuklarda çok uzun süre oturamaz.
Tabii şurası bir gerçek ki tüm bu gündem, kavga gürültü görüntüleri toplumu yoruyor.
Bu konuda diken.com’da Feyza Bayraktar’ın ilginç bir yazısı vardı.
Gündem yorgunluğu ile ilgili psikolog gözüyle güzel bir değerlendirme…
Buradan Mehmet Şimşek’le ilgili sorularına geçiyorum izninle.
Faizin 250 baz puan düşürülerek, 19 Mart’ın yarattığı faiz artışının sonunda eski haline dönmesine ve 40.5’e inmesine bakalım.
Türk ekonomisindeki saçma dengesizlik sürüyor.
Kur artışı enflasyonun altında, faiz enflasyonun çok üzerinde, en azından açıklanan enflasyonun da çok üzerinde…
Son verilerden gidersek faiz 40.5, önümüzdeki yılın hedef enflasyonu 16…
Arada net %24.5 fark var, yani net getiri.
Kur açısından bakarsan daha vahim bir durum var.
Bu dengesizlik bir süre sürdürülebilir ama uzun yıllar sürerse ülke kaynaklarının içeride veya dışarıda büyük sermayeye aktarılması anlamına gelir.
Bu denli yüksek reel faiz, hele hele dolar bazında yüksek getiri soygundur.
Mehmet Şimşek bunu öyle veya böyle sağlıklı bir dengeye oturtmak zorunda.
Yani ya faiz enflasyon makası daralacak ya faiz düşecek ya da gerçek enflasyon açıklanacak.
Ve kur kesinlikle enflasyon ile paralel seyredecek.
Aksi sürdürülemez…
Mehmet Şimşek’in kendini örnek göstererek “Türkiye’de fırsat eşitliği var” demesine çok güldüm.
Mehmet Şimşek bugünün değil, eski Türkiye’nin ürünü.
Kendini örnek göstermesine gerek yok.
Eski Türkiye, Atatürk Türkiye’si fırsat eşitliğidir.
İslamköylü çoban Sülü, Süleyman Demirel’i olarak başbakan, cumhurbaşkanı; Malatyalı Turgut Özal’ı başbakan, cumhurbaşkanı; keza Rize’den İstanbul’a göçmüş kıyı kaptanının oğlu Recep Tayyip Erdoğan’ı başbakan ve cumhurbaşkanı yapan eski Türkiye’dir.
Sadece onları değil, Liceli Kürt Hikmet Çetin’i, Erzincanlı köy çocuğu Binali Yıldırım’ı, daha onlarcasını en tepeye taşıyan; Mardinli Kürt-Arap köy çocuğunu Nobel alacak bir bilim adamı haline getiren de eski Türkiye’dir!
Hatta Cumhuriyet öncesinde cumhuriyeti kuran nesli Osmanlı’nın Sultan Mahmut’un başlattığı Osmanlı aydınlanması sürecinde fırsat eşitliği içinde yukarılara taşıyor ve bir geç dönem kültürümüz vardı.
Bu koltukta daha önce de anlattım, benim öğrenciliğimde hepimizin çalışırsak başarılı oluruz duygusu hakimdi.
Öyle de oldu.
Bak ilginç bir hikaye anlatayım.
Biz Galatasaray Lisesi’nde son sınıftayken 12 Eylül darbesi oldu.
Sınıf arkadaşımızın babası İstanbul sıkıyönetim komutanı oldu.
Biz ne yaptık?
Sınıf arkadaşımıza “Cunta Ahmet” diye lakap taktık.
Kimse kızmadı bize, kimse gelip bizi tutuklamadı.
Ahmet’in lakabı hala cunta.
Ve hep beraber üniversite sınavına girerken Ahmet’e sınav sorularının verileceği, torpil yapılacağı hiçbirimizin aklının ucundan geçmedi.
Ve hatırladığım kadarıyla, Ahmet de üniversite sınavında ilk tercihini kazanmadı.
Bugün bu eşitlik, fırsat eşitliği var mı?
Atamalarda, iş bulmada olmadığı aşikar.
Uzun vadede olup olmadığını ise 15-20 sene sonra görürsünüz.
Bu dönem sicilinde AK Parti üyeliği olmayan birileri kamuda yükselirse fırsat eşitliği olup olmadığının sağlaması yapılmış olur.
Bugünü ise gençlere sor…
Onların ne hissettiği önemli, benim ya da Mehmet Şimşek’in değil!
Boğaz köprülerinin özelleştirilmesi ile ilgili İletişim Başkanlığı’nın açıklamasını sormuşsun.
İletişim Başkanlığı’nın ne dediğini hatırlatayım önce…
Köprülerin satılacağı iddialarına karşın İletişim Başkanlığı “Satış değil, işletme ve hizmet devri” gibi bir açıklama yaptı.
Doğru söylüyorlar; burada köprü satılmıyor, köprünün geliri satılıyor.
Alıcı, işletme hakkı süresince köprülerin bakımını da yapacak.
Daha rahat anlaşılsın diye basit bir şekilde somutlaştırayım.
Diyelim ki ayda 100 bin TL, yılda 1 milyon 200 bin TL kazanıyorum.
“On yıllık kazancım 12 milyon TL’yi, bugün 5 milyona satıyorum” diye ihaleye çıkıyorum.
En iyi fiyata verene satıyorum.
Bugünkü sorunumu çözüyor, sorunu erteliyorum.
Yarın Allah kerim diyorum.
Yapılan bu aslında.
Tabii geçiş ücretini nasıl, kim belirleyecek o da ayrı konu…
Can Holding’in şirketlerine el koyulmasının ilk gün yarattığı heyecan çok hızlı sönümlendi, gündemden büyük oranda düştü.
Konuyla ilgili benim ilginç bulduğum nokta ise konuyu en sert ve Can Holding’i en suçlayıcı biçimde ele alanların, iktidara en yakın yayın organları olması oldu.
İktidar gazete ve televizyonları sert biçimde ele aldılar.
Bir mahsuru yok da iktidara yakın ve destekleyicisi olan bir gruba, iktidar içinden bu denli sert saldırı ilgimi çekti.
Üstelik de hatırlayacaksın son dönemde iktidar sözcüleri, bakanları, üst düzey kamu yöneticileri halka hitap etmek, dertlerini anlatmak, halkla ilişkiler faaliyeti yapmak için Habertürk ekranlarını tercih ediyorlardı.
Üstelik de nispeten bağımsız haliyle Habertürk, iktidarın daha çok işine yarıyordu.
Buradan anladığım, iktidar içi kanatlar arasında bizim pek bilmediğimiz derin bir tartışma ve hatta kavga var.
Konut sertifikası konusundaki geçmiş uyarılarımı hatırlatmışsın.
Doğru, bu sertifika işi detayları bile belli olmadan gündeme geldiğinde “Uzak dur. Fakir fukaranın parası, birikimi elden gider” demiştim.
Bunu söylememin sebebi deneyimdi.
Bunların hepsi geçmişte denendi, hiçbiri yeni icat değil.
Bu sertifika işi de yıllar önce, AK Parti öncesinde de denendi.
Hem de çok daha iyi düşünülmüş biçimde…
Olmadı, çuvalladı.
Arkasında binlerce mağdur bırakarak…
Bu kez, bunu bir de borsaya kote ederek üzerine tüy diktiler.
Bir ay olmadan 700 bin kişinin birikimi, 4 buçuk milyar TL eridi.
Ben denenmişler konusunda uyarmaya devam edeceğim.
Kur Korumalı Mevduat’ı icat ettikleri zaman yazdıklarım arşivde.
4 sene sonra, milletin en az 60-70 milyar doları buhar olduktan sonra, sanki kendileri yapmamış gibi kurtulduk diye sevindiler.
Oysa biz bunu başta söylüyoruz diye bize “muhalif” diyorlar.
Ben muhalif falan değilim, tek yaptığım uyarmak.
Doğruyu söylemek, önden uyarmak muhaliflik değil.
Bunu anlatamadık gitti…
Emre, Ekrem İmamoğlu’nun diploma davası son yıllarda gördüğüm en ilginç celseye sahne oldu.
Tutuklu sanığın savunmasını, tutuklu avukat SEGBİS ile yaptı.
Bu bir ilk!
Keza duruşmaya ara verilince Ekrem Bey duruşma salonunda bırakıldı, oradakilerle sohbet etti, fotoğraf çektirdi.
Asliye Ceza duruşması için normal ama İmamoğlu’nun tutukluluk şartları göz önüne alınırsa biraz garipti.
Ben olanları öğrenince “Acaba Hakim Bey bu davadan alınmak mı istiyor?” diye düşünmedim değil.
Bu dava biliyorsun, öğrenci İmamoğlu’nun üniversiteye yatay geçiş yaparken evrakta sahtecilik yaptığı iddiası ile açılmış bir dava ve çok önemli.
Şu açıdan önemli, İmamoğlu’nun diplomasını iptal edebilmek için İmamoğlu’nun üniversiteye geçiş için başvururken evrakta sahtecilik yapmış olması gerekiyor.
Böyle bir durumda zaman aşımı, idarenin durumu fark etmesi ile başlıyor.
İdarenin kusuru olmuyor.
Yok eğer İmamoğlu evrakta herhangi bir sahtecilik yapmadı ise o zaman geçiş usulsüz bile olsa idarenin kusuru oluyor ve zaman aşımı çoktan dolmuş oluyor.
Aynen Hulusi Akar’ın kızının, biyoloji okurken Türkiye’ye geçiş yapıp tıp okuması gibi.
Orada zaman aşımı “kusur idarenin” denilerek hemen uygulandı hatırlayacaksın.
Bu davanın sonucu hem İmamoğlu hem de iktidar açısından önemli.
Emre hep diyorum ya sorun sadece bizde değil, dünyanın cılkı çıktı.
Biz burada siyasetin yargıya müdahalesinden yıllardır şikayet eder dururuz, giderek artan oranda.
Ama şimdi bakıyoruz, ABD’de Trump bir sanıkla ilgili “Umuyorum ölüm cezasına çarptırılır” diyor.
Benzer örnekler çoğalıyor.
Emre Beyciğim, sen bu satırları okurken inşallah basketbol milli takımımız Avrupa şampiyonu olmuş olacak.
Boksör kızlarımız da Liverpool’dan madalya ile dönüş yolunda olacaklar.
İnşallah.
Olamamışlarsa da canları sağ olsun, final de büyük başarı.
Buradan şuraya gelmek istiyorum, futbol milli takımına…
Bilmem farkında mısın Türk halkının, Türk futbolseverlerinin futbol milli takımı ile duygusal bağı çok zayıflamış, hatta kopmuş gibi duruyor.
Son 15 yılda burada büyük bir sorun var.
Milli takımdaki olaylar, para tartışmaları, prim kavgaları, zaten çok para kazandığı düşünülen futbolcuların talepleri, milli takım hocalarının tavırları milletin milli takım ile olan bağına zarar vermiş gibi duruyor.
Tabii ligdeki aşırı rekabetin ve taraftarlığın da ayrı bir etkisi var gibi görünüyor.
Ekonomiden söz ettik ama şimdi aklıma geldi, farkında mısın bilmiyorum ama bizim ekonomi ile ilgili haberleri artık Amerika’dan almaya başladık.
Geçen hafta köprü ve otoyol özelleştirmelerini Bloomberg Amerika’dan öğrendik.
Bu hafta da yılbaşında ücretlere yapılacak zam oranını da Amerikan Bankası JP Morgan’ın bülteninden öğrendik.
Geçen sene de aynı bankanın tahmini birebir tutmuştu.
Doğrusu kafa karıştırıcı, moral bozucu.
Zammın az olması değil, bunu ABD’den öğrenmek moral bozucu…
Geçen hafta Togg’un Almanya’da da satışa sunulacak olmasından söz ettim.
Sen de “Togg’un, Avrupa pazarında şansı var mı?” diye sormuşsun.
Yanıtlıyorum, pek fazla değil.
Daha doğrusu şöyle söyleyeyim…
Almanya başta olmak üzere, Avrupa’da yaşayan Türkler sahip çıkarsa bir miktar şansı olabilir.
Şöyle ki Avrupa’da 5 milyon Türk yaşıyor, bunların her yıl %1’i Türk otomobili alsa 50 binlik satış olur.
Bu ölçek ekonomisinde pek bir şey değil.
Avrupalılar alır mı? Zor.
Sadece Togg değil, Avrupalı markalar bile tutunamıyor.
Mercedes, BMW, Volkswagen, FIAT gibi dünya devleri, elektrikli araçlar konusunda pazar payı bulmakta zorlanıyorlar.
Sektör lideri Çinli BYD ve az farklı ikinci Tesla.
Dünya elektrikli otomobil pazarının %70’e yakını Çinli üreticilerin elinde.
Çin pazarı dünyanın en büyük otomobil pazarı ve Togg kendi ülkesinde 20-30 bin arası satarken Çinlilerle baş etmesi zor.
Üstelik Çinli markalar pil, motor, elektronik, ekran gibi en önemli parçalarını da kendi üretiyor.
Bunu tam olarak yapabilen tek ülke.
Kimsenin işi kolay değil Çin karşısında.
Açıkçası ben BYD’nin bir an önce Türkiye’de bir üretim tesisi kurmasını bekliyorum.
Togg’un da pil fabrikasının temeli atılmıştı, arazisi ayrılmıştı.
ABD merkezli bir Çin firması ile ortak fabrika kurulacaktı.
Şu an durum ne bilmiyorum.
Otomobil demişken, İstanbul’daki ulaşım fiyat artışlarına baktın mı?
Mavi kart, otobüsle abonman kartı 2750 TL olmuş.
Dört kişilik ailenin sadece otobüsle gezme parası aylık 10.000 TL.
Maliyetleri bildiğimiz için zamma kızamıyoruz ama Allah fakir fukaraya, yani milletin %80’ine acısın.
Biliyorsun söylemiştim geçen hafta sonu hemen hiç ziyaretçim, daha doğrusu avukat ziyaretçim yoktu.
Bu hafta sonu epey bir avukat ziyarete geldi, ilginç bilgiler verdiler.
Gelenlerden biri de CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülşah Deniz Atalar idi.
“İstanbul’da transferlerle İBB Meclisi’nde çoğunluğu almaya çalışacaklar galiba” dedi.
Bayrampaşa Belediyesi’nde yapılan operasyonu böyle görüyordu.
CHP’li Ali Gökçek de ziyarete geldi.
Gözüne biber gazı sıkan kişiyi tespit etmiş.
Şikayet edecek zannederim.
Durumu perişandı, çok yorgundu.
İstersen bugünün yoğun gündeminde milleti bir de ben yormayayım.
Biraz Silivri haberi vereyim…
Avukat görüş odalarındaki ahşap bankolar yenilendi.
Eskilerin üzerinde pandemi dönemi koyulmuş pleksiglaslardan kalma silikon yapıştırıcılar vardı.
Yeniler gıcır olmuş.
Hafta sonu odamda köklü temizlik yaptım.
Bayağı bir belim ağrıdı, hala ağrıyor.
Çünkü burada süpürge ve vileda için 50 santimlik ahşap bir sap veriyorlar, normal sapı yok.
Bu yüzden süpürürken de silerken de bayağı eğilmek zorunda kalıyorsun, bayağı zorluyor.
Neyse bir kez süpürdüm, iki kez sildim.
İyi oldu…
Plastik rende aldım kantinden.
Havuç salatası yapıyorum sık sık.
Çay konusunda ise dertliyim.
Çok sevdiğim beyaz çay burada yok.
Siyah çay toz gibi, tatsız, lezzetsiz.
Ama hiç yoktan iyi…
Beyaz çay yerine Doğuş’un yeşil çayını alıyorum.
Yeşil çay kokmayan, yeşil çay tadı vermeyen yeşil çay yapmışlar.
Kutluyorum!
Şunu da söylemem lazım artan Muson yağmurları, Çin ve Hindistan’da da çayların tadını bozmaya başladı.
Dünyanın tadı kaçıyor anlayacağın…
Yarın görüşmek üzere Emreciğim.
Hepinizi öpüyorum.
İsrail’e karşı tavrından ötürü İspanya’nın solcu Başbakanı Pedro Sanchez’e de selamlarımı yolluyorum.
Yarın da büyük bir teorim var, onu anlatacağım!
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar


Zeki Demirkubuz yorumluyor
Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Hak"
Eylül 15, 2025
Bedia Ceylan Güzelce & Müfit Can Saçıntı
"Gülmek bir savunma mekanizması"
Eylül 14, 2025