Silivri Günlüğü – 62
Fatih Altaylı
Eylül 17, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü – 62
Silivri Günlüğü – 62
Selamlar Emre Bey…
Herkese selamlar, sevgiler…
Herkese Silivri’den en derin, en içten muhabbetlerimi iletiyorum.
Silivri’de 9 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nin nüfusu, her hafta ardı ardına yapılan operasyonlarla artıyor ve buradaki hazirunun yelpazesi de genişliyor, yakın zamana kadar iktidara yakın oldukları için kendilerini garantide zannedenler de aramıza katılıyor.
Bazıları binalarına astıkları posterlerin kendilerini korumamış olmasının şaşkınlığını yaşıyor.
Kimileri ise bu iktidar döneminde üstlendikleri yüksek bürokratik görevlerin, bugün aleyhlerine kullanılmasının anlamını kavramakta zorlanıyorlar.
Dün avukat görüşmesi için beklerken, Silivri’nin yeni konuklarından birinin avukatı benim beklediğim kabine kafasını uzattı ve “Sayın Altaylı, sizinle fikri bir yakınlığımız yok gibi ama bu ülkeyi sevme konusunda ortaklaştığımızı düşünürdüm sadece. Buradaki siyasi tutuklularla ise hiçbir yakınlığımız yoktu ve açık söyleyeyim hepsinin suçlu olduğunu düşünürdük. Ve şimdi bizim müvekkillerimiz bomboş suçlamalarla burada. Suçlamalar öyle saçma ki, savunma yapmamız bile çok zor. Düne kadar buradaki tüm siyasi tutukluların suçlu olduğunu düşünen bizler, şimdi artık buradaki herkesin suçsuz yere burada olduğunu düşünüyoruz” dedi.
Boş mu dolu mu bilmem ama bitmek tükenmek bilmeyen operasyonların toplumda yarattığı duygunun on kelimelik bir özetiydi.
Operasyonlar öyle bir hale geldi ki, toplumun %75’i bunların gerçekten yolsuzlukların cezalandırılması için yapıldığına inanmadığını söylüyor, inandığını söyleyenlerin de ciddi bir bölümü aslında inanmıyor.
Yargı operasyonu yapılan belediyelerde iktidarın aynı anda siyasi operasyonu da başlatması, sadece yargı ve operasyonların niyeti konusunda halktaki olumsuz düşünceleri artırmaktan başka işe yaramıyor.
Ne var ki iktidar bunu pek de umursuyor görünmüyor!
Emreciğim biz bunlarla uğraşırken, İsrail dün Gazze’ye kara operasyonu başlattı.
Zaten yerle bir edilmiş Gazze şimdi dümdüz ediliyor.
İsrail eski genelkurmay başkanı, Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısıyla başlayan süreçte Gazze’de öldürülen Filistinli sayısının 200 bin olduğunu açıkladı.
200 bin Emre, 200 bin!
Gazze nüfusunun %10’u Emre!
Bizim 62 bin zannettiğimiz kayıpların 200 bin olduğunu söylüyor.
Ölçek olarak şöyle düşün Emre, İstanbul’da 1 milyon 600 bin kişinin öldürüldüğünü düşün.
Katliamın boyutuna bak!
Hamas, İsrail’e o saldırıyı düzenlediği zaman bu anlamsız, sonuçsuz, zamansız saldırının Filistin halkına yönelik büyük bir kırım başlatacağını o gün söyledik Emre.
Hamas’ın aslında bir İsrail aparatı olduğunu, Filistin Devleti’nin kuruluşunu ve kabulünü geciktirmek için kurulmuş MOsSAD ve CIA aparatı olduğu yolundaki eski yaygın bilgileri paylaştık.
Dünyayı okumaktan aciz, ihvancı propagandanın etkisinde kalmış bazıları, beni bu yüzden İsrailci ilan ettiler.
Sonuç?
200.000 Filistinli öldü!
İsrail, 1967’den beri peşinde olduğu Gazze şeridini ele geçirdi.
Hamas birkaç yüz İsrailli’yi öldürdü zannederek sevinç çığlıkları atanlar şimdi ne düşünüyor acaba?
İspanya ve İrlanda dışında batı dünyası, İsrail soykırımına sessiz.
Filistin davasının kadim destekçisi Portekiz bile ses çıkaramıyor.
İslam dünyası ya da Arap alemi ise olayları izlemekle yetiniyor.
Hatta belki de, sevmedikleri Filistinlilerin başına gelenlere içten içe seviniyor olabilirler desem abartmış sayılmam.
Gerçek ve içten tepki göstermek, yine batılı sanatçı ve aydınlara kalıyor.
Emmy törenine katılan sanatçılar, hatta Yahudi oyuncular İsrail’i kınıyor, lanetliyor; Javier Bardem ağzına geleni söylüyor.
Bu arada, oldukça güvenilir bilgilere göre Katar’da hedeflerine hava saldırısı düzenleyen İsrail uçaklarına, Katar’daki üstlerden kalkan İngiliz tanker uçakları havada yakıt ikmali yapıyor.
Türkiye’de ise ciddi bir İsrail tedirginliği, İsrail’le bir çatışma ihtimali tedirginliği başlamış durumda.
Farklı kurumlarda, İsrail’in saldırması halinde olası sonuçlar ile ilgili senaryolar üretildiği ve güç-zafiyet analizleri yapıldığını duyuyorum.
Bu analizlerin sonuçlarını burada anlatacak halim yok.
Ancak hava savunma ve hava kuvvetleri konusunda umduğumuz kadar iyi olmadığımızı söylemek hatalı olmaz.
Fakat ben İsrail’in bu bölgede saldırmayı düşüneceği son ülkenin Türkiye olduğu yönündeki görüşümü bir kez daha tekrarlayayım.
Elbette her türlü saldırı ihtimaline karşı güçlü olmak gerek ama İsrail Türkiye’ye saldırmaz.
Sal – dır – maz.
İktidarlar arası sorunlara karşın, iki ülke arasında böyle bir kan davası İsrail’in de isteyeceği bir şey değil.
Bu konu, üzerine üç günlük toplantı yapılacak bir mevzu.
Emreciğim “Can Holding’e yapılan operasyonun önünü arkasını biliyor mu?” diye sormuşsun.
Önünü arkasını bilmem ama bu konuyla ilgili bazı bilgileri düzeltmek isterim.
Biliyorsun Can Holding’e yapılan operasyonla beraber, Can Holding’in Türkiye’nin köklü şirketlerinden Tekfen Holding’teki hisseleri de TMSF kontrolüne geçti.
Ve ben ilk gün “Tekfen’in en büyük hissesi de Can Holding’deydi” dedim.
Tekfen Holding’in yönetiminden bilgi verdiler.
Ben, Can Holding’in Tekfen’deki %17 hissesine ilave olarak %25’ini daha almak üzere 315 milyon dolara satışın sonuçlanmadığını, Rekabet Kurumu onayı gelmediği için %25’lik satışın gerçekleşmediğini ve %25’in hala Akçağlılar ailesine ait olduğunu öğrendim.
Bu konuda birkaç ilginç bilgiyi daha paylaşmak isterim.
Tekfen Holding’den %22 oranında hisse alan Ali Rıza Yıldırım’ın hisse alımının Rekabet Kurumu onayı da hala gelmemiş.
Bana bu bilgiler gelince merak edip sordum “Peki bu grupla ilgili Tekfen’in kafasında hiç soru işareti yok muydu?” dedim.
Aldığım yanıt ilginçti.
“Google’a bakınca bile şirketle ilgili birçok olumsuz haber görünüyordu ama açıkçası grubun artık legalize olduğunu, geçmişe sünger çekilerek artık iktidar nezdinde, devlet nezdinde kabul görmüş olduğunu düşündü herkes. Tüm veriler bunu gösteriyordu. Sizin Rockefeller hikayesi gibiydi. Büyük ihtimalle medyaya girmemiş olsalardı başlarına bunlar gelmezdi” dediler.
Farklı bir kaynaktan gelen bir bilgiyi de paylaşmak isterim.
Çok güvenilir bir başka kaynağım, Can Holding’in Türkiye’nin en köklü, en eski ve en beyaz holdinglerinden birini daha satın almak üzere masada olduklarını söyledi.
Finansal açıdan pek de parlak günler geçirmeyen bu holdingden de ciddi miktarda bir hisse alarak, şirkete nakit enjeksiyonu yapacağı iddiası bana ulaştı.
Bunun hangi büyük holding olduğunu bulma görevi meraklı ekonomi muhabirlerinin işi olsun diyeceğim ama artık olmayacağına göre çok da önemli değil.
Hatta ünlü bir boya firması da alınacakmış.
Ama önemli bir iddiayı da paylaşmak isterim.
Bazı dedikodulara göre, el koyulan Can Holding’in kasa hesaplarında 60 milyar TL civarında bir nakit varmış.
Bu önemli bir miktar, eğer iddialar doğruysa tabii…
Emre Bey kardeşim meraklı bir adam olarak, Habertürk ve Show TV’yi bir yıl kadar önce Can Grubu’na satan Ciner Grubu’nun parasını tahsil edip edemediğini sormuşsun.
Daha önce söyledim, Habertürk’ten ayrıldığımdan bu yana Ciner Grup ile bir temasım olmadı; Turgay Bey ile de veda konuşması dışında bir şey konuşmadık.
Bu nedenle bu konuda bildiklerimi aktaracağım ama bu bilgiler patron katı kaynaklı değil.
Bildiğim kadarıyla Habertürk - Show TV grubu, Can Holding’e 575 milyon dolar civarı bir fiyata satılmıştı.
Bu denli büyük satışlarda paranın tamamının peşin para ile satıldığı pek enderdir.
Ancak aracı bankaların teminatı olabilir.
Ciner Grubu’nun bu satıştan kaynaklanan alacağı var ise, ki mutlaka vardır, bu muhtemelen bir banka teminat mektubu ile garantiye alınmış olabilir.
Alınmamış ise bu para TMSF’nin borcu haline gelir ve TMSF büyük olasılıkla bu grubun satışı ile elde edeceği para ile bu hesabı kapatır.
Tabii Türkiye’nin bu ortamında kara para, ak para fark etmez hangi salak medyaya para yatırır bilemem…
Bence artık gazetecilik, yayıncılık gazetecilerin işi olacak.
Sermaye için hiçbir cazibesi yok, tam aksine başa bela…
İnanmıyorsanız bakınız Silivri…
Bugün medya patronu zannedilenler arasında kamu bankasından aldığı harçlıkla geçinmek zorunda olanlar var, uçağının yakıt parasını Ziraat Bankası genel müdüründen tırnak içinde dilenenler…
CHP’nin kayyum davasına bir kez daha göz atalım, madem istiyorsun.
Bu davadan bir şey çıkmayacağı yavaş yavaş belli olmaya başladı.
Orada maksadın CHP’ye ıstırap çektirmek olduğu belli.
Orada hukuk yavaş yavaş hakimiyet kuruyor gibi.
Sert bir iktidar müdahalesi olmaz ise iktidarın ve CHP’deki iktidar aparatlarının istediği gibi sonuçlanmayacak.
Ancak davanın görüldüğü gün, ekonominin verdiği doğal tepki iktidara ders niteliğindeydi.
Dava lehe sonuçlanmayı bırak, ertelenince bile dolar yükselişini durdurdu, borsa coştu, Türkiye’nin risk primi düşmeye başladı, tahvil faizleri geriledi.
Adaletin, hukukun kırıntısı bu etkiyi yaptı ise gerçek bir adalete, güvenilir bir yargıya doğru birkaç adım atılırsa neler olabileceğini siz düşünün.
Yani hep dediğimiz gibi, Türkiye’nin ekonomik sorunlarının %50’si siyasi nedenlerden kaynaklanıyor.
Yani yarın tutuklu belediye başkanlarının tahliye edilmeye başlanması, İnan Güney ile başlayan adalet kırıntılarının ortaya çıkmaya başlamasıyla neler olabileceğini sen düşün.
İktidar bu dersi gördü mü bilmiyorum, muhtemelen görmemiştir.
Ama bir gün, kaçınılmaz biçimde ekonominin ilk kuralının hukuka saygı ya da hukuki öngörülebilirlik olduğunu öğrenir.
Peki umut var mı?
Umut her zaman var.
Fakat babayı çocuklarının önünde tokatlayan haysiyet yoksununun yüzü, servis edilen görüntülerde blurlanırken muhaliflerin suçlu suçsuz denmeden teşhir edildiği bir ortamda umut yakın görünmüyor.
Bazılarının ısrarla inanmak istediği AK Parti ile MHP arasında sorun var meselesini bana yine sormuşsun, Yıldıray Çiçek’in tavrı ve açıklamalarından yola çıkarak.
AK Parti ile MHP arasında mutlaka sorun vardır, insan zaman zaman kendisiyle bile sorun yaşar ama AK Parti ile MHP arasındaki sorun boşanma ile sonuçlanmaz, eğer merak ettiğin bu ise…
Düşünsene en iyi evliliklerde bile sorun olur.
Ama genelde mutlularsa sorun yaşadık diye ayrılmazlar.
Sonuçta evlilik bile bir kayıp kazanç hesabıdır.
Çocuklar iyiyse, parasal sorun yoksa, aldatma yoksa, talepler elden geldiğince karşılanıyorsa, kredi kartı borçları ve kiralar ödeniyorsa evlilik kolay kolay bitmez.
AK Parti, MHP evliliği de o hesap…
Kolay bitmez.
Gaziosmanpaşa Belediyesi’ne yapılan operasyon açıkça gösterdi ki, AK Parti tüm CHP’li belediyelere bir şekilde el koymak istiyor.
Ancak böyle tek tek el koymak, her biri için bir gerekçe bulmak hem yargıyı hem toplumu yoruyor.
Bunun çok daha basit bir çözümü var.
Geçmişte tek parti döneminde, valiler aynı zamanda belediye başkanlığı görevini de yürütüyordu.
Anayasada bir değişiklik yapılır ve “belediye başkanları seçilmez, atanır” diye bir yasal düzenleme yapılır.
Sen sağ, ben selamet…
Tek parti rejimi böyle olur zaten.
Emreciğim, cezaevine girdiğimden beri sinirlerim alınmış gibiyim ama sen öyle bir soru ilettin ki, sinirim zıpladı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun avukatının “Kemal Bey partiye zarar vermemek için konuşmuyor” cümlesi ile ilgili olarak “Doğru mu sizce?” demişsin.
Allah aşkına Emre!
Partiyi zerre düşünse kuruluş yıldönümüne katılır, mitinglerde Özel’in arkasında yer alır, bir yerde “Şaibe falan yok, kaybettim işte” cümlesini kullanırdı ve CHP seçmeni bağrına basardı Kemal Bey’i.
Sana şu kadarını söyleyeyim, düne kadar Kemal Bey’e oldukça yakın olan pek çok isim bana “Sen haklıymışsın, bizden önce görmüşsün” diyor.
Bu kadar basit.
Bir kez daha “İmamoğlu olmaz ise CHP’nin adayı kim olur?” diye sormuşsun.
Daha önce söyledim, İmamoğlu aday olamayacak, yapmayacaklar.
Daha önce defalarca söyledim.
Yani İmamoğlu tutuklanmadan çok çok önce söylemeye başladım.
AK Parti iktidarı, İmamoğlu karşısında seçimi kaybedeceğinden emin olduğu anda hiç tereddütsüz İmamoğlu’nu tutuklarlar demiştim.
Hepsi arşivde.
Hatta o günlerde beni arayan eski bir AK Parti’li “Bunu yaparlarsa, CHP Trabzon’un yaylalarından bir çobanı aday gösterse, o kazanır. Halk bunu hoş görmez” demişti ve ben bunu da anlatmıştım.
Bugün de tüm bu hukuksuzluklar, CHP’nin ya da muhalefetin adayına yarıyor, her kim olacaksa.
En güçlü aday Mansur Bey.
Çıkar mı, çıkmaz mı bilinmez.
Bugün artık Özgür Özel bile aday olabilecek noktaya gidiyor.
Ama bence son ana kadar kimse çıkmaz.
Çıkanın tepesine binileceği inancı çok hakim çünkü.
Emre ilginç bir şey oldu, oluyor.
CHP yavaş yavaş dört eğilim değilse de üç buçuk eğilim partisi oluyor.
Bazı anketlerde, yılların ülkücüsü taze CHP’li Cemal Enginyurt, CHP’nin en etkin, en sevilen isimleri arasında çıkıyor.
Hatta inşallah gerekmez ama hini hacette genel başkan adayı olarak bile gösterenler oluyor.
Zafer Partisi ve İYİ Parti de yükseliyor.
Siyasete ara vereceğim müsaadenle ama şu Ekrem İmamoğlu’nun yanıtlamadığı soru meselesini anlatayım.
Ekrem Bey ile röportaj sorularını iletirken “İtirafçılar ya da iftiracılar en yakın çevrenizden, sizin siyasete getirdiğiniz isimler arasından çıkınca ne hissettiniz?” diye sormuştum.
Buna yanıt vermemişti Ekrem Bey.
Önceki akşam, avukat görüşünde karşılaştık uzun bir aradan sonra.
Bu kez, Beykoz Belediye Başkanvekili Özlem Vural Gürzel’in AK Parti’ye geçişini sordum.
Çünkü Gürzel, Ekrem İmamoğlu’nun yakın ekibindendi ve Beylikdüzü’nden Beykoz’a İmamoğlu tarafından yollanmıştı.
Ben bunu sorunca Ekrem Bey’in gözlerindeki ıstırabı gördüm “Kızımız gibiydi, büyük hayal kırıklığı yaşıyorum. İnanmakta zorlandım. Eşi Türk Hava Yolları’nda çalışıyor. Tehdit ve şantaja mı maruz kaldı acaba?” dedi.
Eşi nerede çalışırsa çalışsın, sonuçta CHP oylarını alıp AK Parti’ye taşımıştı.
Togg’un yeni modelinin satış fiyatının, sosyal medyada çokça tartışılıp eleştirildiğini söylüyorsun.
Tartışmaları bilmiyorum, burada sosyal medya yok ama fiyat pahalı, doğru.
Yeni T10F’nin başlangıç fiyatı 1 milyon 864 bin, uzun menzillisi ise 2 milyon 260 bin TL.
Yani ucuz değil.
Eleştiriler haklı ama kabahat Togg’da değil.
Bu fiyatın yaklaşık 900 bin TL’si, yani yarısı vergi ve bu araç Almanya’da Türkiye’den 700 bin TL daha ucuz.
Sırf bu fiyat bile, Türkiye’nin yanlış ekonomi ya da vergi politikasının sonucu.
Ama ben sana başka bir şey söyleyeyim, eğer döviz kurları baskı altında olmasa bu fiyata da alamazsınız.
Çünkü Togg’un pilleri, motoru, elektrik aksamı, ekranları, döşeme kaplamalarının bir bölümü ithal.
Bu vergi politikası ile anca bu fiyat olur.
Togg’a kızmayın, vergi oranlarını belirleyene kızın.
YPG, SDG, komisyon falan demişsin.
Onu yarın konuşalım istersen.
MHP’nin tavrı nedeniyle “İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya görevden alınır mı?” soruna vereceğim yanıt ise tek kelime “Alınmaz.”
Ali Bey, Özgür Özel’e dua etsin.
CHP lideri, Tandoğan mitinginde Ali Yerlikaya’yı ağır sözlerle hedef aldığı anda Ali Yerlikaya koltuğu sağlama almış oldu.
Özgür Bey olmasaydı giderdi belki.
Bu arada MHP “paralel yapı” deyince akla ille de FETÖ gelmesin.
Darbe sonrası Numan Bey’le yaptığım röportajda “FETÖ’nün yerini METÖ almasın” demiştim.
MHP’nin kastettiği paralel devlet, farklı bir paralel de olabilir.
Akbelen’de zeytinlik katliamı başlamış.
Zeytinyağının litresi 500 TL’ye doğru koşarken biz zeytinlik yok ediyoruz.
Birkaç termik santralin ömrünü bir iki sene uzatmak, birkaç müteahhide birkaç yüz milyar dolar daha kazandırmak uğruna…
Yazık!
Biliyorsun, cezaevine atılmadan birkaç gün önce İspanya’daydım.
Madrid’den yola çıkıp bütün güney İspanya’yı otomobille dolaştım.
Endülüs’ten Portekiz’e kadar birkaç bin kilometre yol yaptım.
Emre inanmazsın, zeytin diyarı Edremitli Hande bile gördüklerine inanamadı.
Dağ, taş, tepe, düzlük, keçinin tırmanamayacağı yerler dahi zeytinlik.
İnanılmazdı!
O yollarda yıllar önce gezmiştim.
En az iki üç katına çıkmış 15-20 yılda.
Biz zeytin kesiyoruz, onlar zeytin dikiyor.
Ve İspanya Avrupa’nın, pardon dünyanın en büyük zeytinyağı üreticisi.
Milyarlarca dolarlık zeytinyağı üretip satıyorlar.
Enerjiyi ise yenilenebilir kaynaklardan üretmek için yatırım yapıyorlar.
Yazık bize Emre, gerçekten yazık…
Bu müteahhitler, sanki işleri bitince bu ülkeyi çöpe atıp gidecekmiş gibi davranıyorlar bu canım memlekete…
Almanya’daki ilginç bir gelişme dikkatimi çekti.
Almanya’nın en önemli güvenlik kuruluşlarından birinin, Alman İç İstihbarat Kurumu’nun, yani bir anlamda Almanya FBI’ının başına bir Türk, daha doğru tanımla Türk asıllı bir Alman geçti.
Dört yaşındayken ailesiyle birlikte, 1976 yılında Almanya’ya göç eden Sinan Selen, Almanya’nın en kritik bürokratik koltuklarından birine oturdu.
Türk asıllı bir Alman şansölyesi de çok uzak olmasa gerek.
Tabii arada bir AfD felaketi yaşadıktan sonra.
Emre sana ilginç bir şey söyleyeyim.
Eğer 1930’lardaki antidemokratik otoriter iktidarlar Avrupa’yı, hatta dünyayı mahvetmeseydi, büyük bir olasılıkla 1950-2010 arasındaki refah toplumu ve Avrupa demokratik değerleri de olmayacaktı.
O felaket sonrası toplumlarda “Biz ne yaptık?” duygusu ile ortak değerlere bir sarılma yarattı.
Avrupa Birliği de bunun sonucudur.
Yani bazen iyiye gitmek için kötüyü, hatta en kötüyü denemek; ne olması gerektiğini anlamak için, neyin olmayacağını idrak etmek gerekiyor.
Yani Almanya AfD’yi deneyebilir bir ara.
Her zamanki gibi Silivri’den noktalayalım konuyu.
Günler kısaldı, artık avlu kapısı 19:30 gibi kilitleniyor.
Ben sabah 6’da yataktan çıkmaya devam…
Epey bir karanlıkta oturuyorum haliyle.
Florasan ışık altında daha doğrusu…
Dün yine taze fasulye vardı, etli; yanında bulgur pilavı ve supangle ile…
İlginçtir, bir haftada üç kez sabah kahvaltısı için fındık ezmesi ve çikolatalı kruvasan verdiler.
Şahane değil ama yenmeyecek gibi de değil.
Bu hafta CHP’li vekillerin ziyaretleri azalmıştı ama yine de geldiler.
Buradaki başkanları hiç yalnız bırakmıyorlar.
Benim halim de bildiğin gibi…
İyiyim çok şükür.
Yarın yine görüşmek üzere diyelim…
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar