Silivri Günlüğü - 69
Fatih Altaylı
Ekim 2, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü - 69
Silivri Günlüğü - 69
Emreciğim selamlar, iyi haftalar.
Tüm izleyicilerimize de güzel, sağlıklı, olabildiğince keyifli bir hafta diliyorum.
Biliyorsun bu hafta benim duruşma haftam.
3 ayı aşkın tutukluluğun ardından bu cuma günü hakim karşısına çıkacağım.
Bu yüzden bu hafta için senden izin istemiştim.
“Kısa da olsa bir şeyler söylesin, onun yorumlarını, olaylara bakışını dinlemeden güne başlamayan izleyicilerimiz var, çok uzun olmasa da devam etsin” demişsin.
Yani izne izin çıkmadı.
Madem öyle başlayalım haftaya…
Görüyorum ki, bu hafta yanıtlamam için yolladığın soruların büyük bölümü 4 günlük bir konu ile, iki başkanın ve heyetlerinin görüşmesi ile ilgili.
Konu hala güncel mi bilemiyorum ama madem sordun yanıtlayalım.
Sorduğuna göre konuların hala konuşulup tartışıldığını varsayıyorum.
Varsayıyorum diyorum çünkü aslında cezaevindeki gündem ile dışardaki gündem her zaman kesişmiyor.
Burada sosyal medyaya erişimimiz olmadığı için oradaki suni gündemi, pislik troller tarafından organize edilmiş saldırıların sonuçlarını falan göremiyoruz.
Bence iyi de oluyor ama tabii yine de bazı olaylara ilişkin toplumun bakış açılarını göremiyoruz.
Bunu da senin sorularından anlamaya çalışıyorum.
Lafı dolandırmayayım ve hadi Beyaz Saray’a, Oval Ofis’e gidelim.
Oval Ofis deyince her nedense benim aklıma ilk gelen Bill Clinton oluyor.
Herhalde hiçbir Amerikan Başkanı, Clinton kadar popüler hale getirmemiştir Oval Ofis’i.
Bu ünlü çalışma odasına farklı başkanlar zamanlarında defalarca gittim.
Clinton sonrası her gidişimde, aklımdan Clinton-Lewinsky olayını çıkaramadım.
Oval Ofis, Beyaz Saray’ın Batı kanadında, ana bina ile arasında kalan Gül Bahçesi ile ayrılan eski püskü, son derece konforsuz, bir ofis dizisinin ucunda bir oda.
Öyle büyük falan değil, Türkiye’de sıradan bir iş adamının, hatta yeni dönem avukatlarının ofisleri bile daha büyük, daha havalıdır.
Şu kadarını söyleyeyim Oval Ofis Türkiye’de olsa, AK Parti döneminde yeterince büyük ve havalı olmadığı için çoktan yıkılmış, yerine kocaman bir “Süper Oval Ofis” yapılmıştı, emin ol.
Önce senin sormadığın bir soru ile başlayalım.
Medyamız, Trump’ın çalışma odasındaki sehpanın üzerinde duran bir Boeing 747 maketine pek çok anlam yükledi.
O maketin imzalanacak Boeing anlaşması ile bağlantılı olduğu yorumları yapıldı.
Bence alakası bile yoktu.
O maket, Trump’ın, daha doğrusu Amerikan başkanlarının makam uçağı AirForce One’in bir maketiydi ve daha önce de farklı görüşmelerde o sehpanın üzerinde gördüğümü hatırlıyorum.
Ve hatta “Bu uçak acaba Katar Emiri’nin Trump’a hediye ettiği uçağın maketi mi?” diye düşünmüştüm.
Trump’ın son birkaç ayda Oval Ofis’teki görüntülerini tararsan mutlaka o maketin de göründüğü bazı toplantılara rastlarsın.
Gelelim toplantı ile ilgili peş peşe sorularına.
Diyorsun ki, “Herkes Boeing, F-16 konularına odaklanmışken sadece siz ‘Rusya’dan petrol ve doğalgaz alma’ diye buyurmasından korkuyorum demiştiniz. Haklı çıktınız. Nereden tahmin ettiniz?”
Bunu sadece ben tahmin etmedim.
Birkaç ciddi, iyi gazeteci ya da enerji uzmanı da bunu öngördü.
Ne yazık ki medyamız birbirini taklit eden programcı ve yorumcularla dolu olduğu için geniş perspektifli yorumlar arada kaynıyor.
Trump dönemi Amerikan politikasını biraz takip eden herhangi biri, Türkiye’den böyle bir talebi olacağını tahmin edebilirdi.
Özellikle de Türkiye kendisi ile görüşmek için bir zaafiyet gösterirse, Trump gibi çakal bir iş adamı bunu değerlendirip oradan girer ve taleplerini arttırır.
Bu bize neye mal olur?
Şu önemli, biz Beyaz Saray’a davet edilmedik, kendimizi davet
ettirdik.
Buna göre düşün.
Yani pahalıya mal olur.
Birincisi, biz Rusya’dan dünya piyasasının bayağı altında bir fiyata gaz ve petrol alıyoruz.
Bunun yanı sıra boru hatları ve coğrafi yakınlık nedeniyle navlun da çok çok düşük oluyor.
Şimdi Rusya’yı ikame etmek için Irak petrolüne yeniden izin verecekler galiba ama yetmez.
Türkiye, petrol ve gaz ihtiyacının %70’e yakınını Rusya’dan alıyor.
Bunun tamamını özellikle gaz tarafında Irak’tan alamazsın, Amerika’dan da alamazsın.
Navlunu bile Rusya’dan alacağın petrolün fiyatı kadar tutar neredeyse.
AK Parti döneminde enerji konusunda Rusya’ya aşırı bağımlı hale geldik, her türlü enerjide.
Rusya’dan aldığımız enerji için ödememiz gereken yaklaşık 30 milyar dolarlık ödemenin 2023 seçimlerinden önce ertelendiğini ve hala ödenmediğini ve hatta temdit edilen borç miktarının arttığını da biliyoruz.
Yani Trump’ın bu tavrı Türkiye’yi zora sokar.
Son zamanların tabiriyle, eğer Trump bu konuda bastırmaya devam ederse bir de nurtopu gibi bir Akkuyu sorunumuz olur.
Biliyorsun Akkuyu Nükleer Santrali, Türkiye topraklarında inşa ediliyor ama aslında bir Rus nükleer enerji santrali.
Ağır aksak da olsa ilerliyordu.
Evet şimdiden 5-6 yıllık bir gecikmesi var ama sonuçta Türkiye bu santrale 12,3 centten alım garantisi vermiş durumda ve devreye girdiği anda Rusya’ya her yıl milyarlarca dolar ödeyeceğiz.
Ve şimdi de Amerika Birleşik Devletleri ile bir nükleer anlaşması yapılıyor, yapıldı.
Umarım bu anlaşma sonrası Trump, Rus santralinden enerji almayacaksınız diye tutturmaz.
Şunu da anlatayım…
Bu konu da Amerika’nın da, tüm Batı dünyasının da yatacak yeri yok.
Türkiye, AK Parti döneminde Akkuyu’da bir nükleer santral yapımı için ihaleye çıktı.
2005-2006 yılıydı.
İhaleye kimse katılmıyordu, hiçbir başvuru olmadı.
Bu işi yapabilecek Amerika, Kanada, Fransa, Almanya, Kore firmalarından bir teki bile bırak ihaleye girmeyi, şartname bile almadılar.
Son anda, zannederim bakanlığın da ricasıyla Park Enerji, Rus ortaklığı ile ihaleye katıldı.
Sonra Park çıktı.
Rusya ile Türkiye arasında bir anlaşma ile Rosatom’un başını çektiği bir Rus konsorsiyumu, Rus finansmanı ile işi aldı.
Batı dünyası ilgilenmedi, hatta Türkiye bu işi yapamasın istiyorlardı.
Şimdi aradan neredeyse 20 yıl geçmiş, Türkiye ile nükleer enerji anlaşması…
İnşallah Akkuyu’yu durdurun falan demez herif.
Yani bu konuda Türkiye haklı.
Hem gelme Türkiye’yi nükleersiz bırakmaya çalış hem de Rusya’dan rahatsız ol…
Umarım böyle bir şey olmaz, olursa da iktidar umarım buna pabuç bırakmaz.
Çünkü haklılar, yani bizimkiler haklı.
Bu konudan, yani Trump görüşmesinden çıkamayacağız galiba bir süre, hep bununla ilgili sormuşsun.
O zaman sıraya koyup öyle yanıtlayayım.
Toplantı öncesi gazetecilerin Erdoğan’dan çok Trump’a soru sorması dikkatini çekmiş.
Doğru, Amerikan basını hep böyle yapar.
Amerika’da bir Türkiye gündemi olmadığı için Amerikalı gazeteciler açısından iç politika gündemi daha önemli.
Sorular da oradan gelmiş, yeni bir şey değil, normal…
Ben aksine tanık olmadım.
Trump’ın Brunson olayını gündeme getirmesi ayıp olmadı mı diye sorunca, şunu söyleyebilirim.
Trump mesaj veriyor, hem kendi kamuoyuna hem Türk heyetine.
Sosyopat, narsist herif kendi kamuoyuna “Ben dedim diye bir rahibi serbest bırakıyor” mesajı veriyor, bunu hatırlatarak gücünü gösteriyor.
Türk tarafına ise “Benim isteklerimi yerine getirirseniz, ben bunu unutmam. Vefalı davranırım” demeye çalışıyor.
Bunun, Erdoğan’ın hoşuna gidip gitmemesi umrunda değil.
Bu kadarla kaldığına şükretmek lazım.
Lokantasında sergilediği mektubu da hatırlatabilirdi.
Umarım bu görüşmeden sonra o mektubu sergiden kaldırır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Halkbank davasını gündeme getirdi.
Bu dava, Türkiye’nin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi duruyor.
Ben bu davayı, Ankara Belediyesi ile ilgili davalara benzetiyorum.
Öylece duruyor, gün gelir kullanılır türden…
Üstelik bunun bir temeli de var.
Bu dava yani Halkbank, ya da Zarrab davası Türkiye’ye on milyarlarca dolara mal olabilir.
Belli ki, Amerikan yönetimleri bunu askıda tutturuyor.
Yani orada da bağımsız yargı biraz hikaye.
Tutsunlar bence bir mahsuru yok ama haklı olarak iktidarı rahatsız eden bir risk.
Onlar da istiyor ki kapansın, bitsin.
Bir süre önce Netflix’in Zarrab ile ilgili bir dokümenter dizi yapacağı söylentileri dolaştı, bu da rahatsız ediciydi.
Türkiye bu mevzu tamamen kapansın istiyor.
Amerika bunun kapanmasını ister mi, emin değilim.
Trump’ın “Hileli seçimleri iyi bilir” diyerek Erdoğan’ı işaret etmesi bana sorarsan yanlış değerlendiriliyor.
Bu kadar patavatsızlığı Trump bile yapmaz.
Trump orada, kendisinin Biden’a kaybettiği seçimi kastediyor.
Ve o günlerde Erdoğan’ın kendisini sık sık arayarak bilgi aldığını öğrendik.
Bence Erdoğan’ın, Trump’ın kaybettiği seçimdeki hileyi iyi bildiğini söylüyor.
Tabii hal böyle ise Biden’in niye 4 yıl boyunca Erdoğan’a mesafeli davrandığı da makul bir çerçeveye oturuyor.
Büyükelçi Tom Barrack’ın görüşmeyi anlatırken kullandığı “meşruiyet verdik” tanımını ise anlamakta zorlanıyorum.
Niye zorlanıyorum anlatayım.
Şu anda Erdoğan’ın, AK Parti iktidarının bir meşruiyet sorunu yok ki ABD’den meşruiyet istesin.
2023 seçimlerini kazanmış, seçimlerde hile olmadığını muhalefet partilerinin de kabul ettiği bir iktidar AK Parti.
Keza Erdoğan da öyle.
Ne Erdoğan’ın ne de AK Parti’nin şu an böyle bir Amerikan ihsanına ihtiyacı yok.
Sadece Amerika değil, tüm dünya Erdoğan ve yönetimini meşru görüyor, bu konuda Türkiye’de de bir tartışma yok.
İktidarın uygulamalarının eleştirilmesi başka bir şey, iktidarı meşru görmemek başka bir şey ve bir meşruiyet tartışması, arayışı yok.
Barrack bu kelimeyi bence yanlış bir manada kullandı.
Zaten o da Trump’ın başka modeli.
Şunu da anlıyoruz, görüşmede Gazze pek gündeme gelmemiş, şöyle bir konuşulup geçilmiş.
Trump’ın damarına basmamışlar, kızdırmak istememişler, görüşme Gazze gölgesinde kalsın arzulanmamış.
F-16 konusu zaten Biden zamanı çözülmüştü, F-35 konusu ise karanlıkta kaldı.
Belli ki Trump bir talepte bulunmuş.
Bu talep karşılanırsa CAATSA yaptırımları kalkacak herhalde.
Ama o talep ne bilmiyoruz.
Bence en önemli konu bu!
“Görüşme başarılı mı?” diye sormuşsun.
Sandalye çekmek, iki övgü lafı, heyet çok akıllı falan denmiş olması bir görüşmeyi başarılı kılmaz.
İçeriğini şu an için bilmediğimiz bir toplantının görsel unsurlarına ya da giriş ve çıkışta söylenmiş üç beş kelimesine bakarak başarılı ve başarısız olarak nitelenemez!
İyi mi kötü mü, başarılı mı başarısız mı zaman gösterir.
Bana göre bir ABD Başkanı ile bir Türk Başbakanı arasındaki en başarısız görüşme Obama dönemindeki ziyaretti.
O görüşmede sert eleştiriler havada uçuşmuş, Obama bazı Türk üst düzey bürokratları Amerika’yı kandırmakla suçlamıştı.
Sonra ilişkiler bozulmuştu zaten.
Bu görüşme öyle bir görüşme olmamış ama Türkiye tam ne istedi, tem ne verdi bilmiyoruz.
Bence Türk tarafı, Beyaz Saray’a kabul edildiğini görmek ve göstermek istiyordu.
Gerisini zaman gösterir.
Ben sadece Rusya’ya yanıt verilmemiş olmasına taktım.
“Bu durumda Türkiye - Rusya - Çin ittifakı isteyen Bahçeli’nin talebi Erdoğan tarafından geri mi çevrilmiş oldu?” sorun iyi soru.
Bununla ilgili CHP Milletvekili Ali Mahir Başarır güzel bir espri yaptı.
“Erdoğan Bahçeli’nin sözünü duymadım demedi, duymamış olayım dedi” diyerek beni güldürdü.
Tabii bu işin şakası ama Erdoğan’ın Trump karşısındaki tavrı, Bahçeli’nin talebi ile uyumlu değil.
Devlet Bey de söylemini biraz yumuşattı ve hem Rusya hem Çin hem Amerika ile çok yönlü bir politika izlenmesini istedi.
Bu doğru, akılcı.
Olur mu bilmem, Trump izin verir mi bilmem.
Ama Türkiye geçmişte bunu yaptı, yapabildi.
1960’larda ve hatta 70’lerde Süleyman Demirel hem de Soğuk Savaş’ın göbeğinde bunu becerdi.
Ecevit de becerdi ama asıl olarak Demirel, bir yandan NATO müttefiki ve NATO’nun en uç karakolu olduğumuz dönemde Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler kurdu.
İskenderun Demir Çelik Fabrikası da, Türkiye’nin ilk alüminyum üretme tesisi olan ve AK Parti döneminde Mehmet Cengiz’e satılan Seydişehir Alüminyum Fabrikası da Ruslar tarafından yapılmış tesislerdir.
Yani Türkiye kutupların en sert, en keskin olduğu dönemde bunu başarabilen bir ülkedir.
Bugün başarabilir mi?
Trump gibi narsistik kişilik bozukluğu olan bir lidere rağmen kolay değildir.
Türk Heyeti’nin Beyaz Saray’daki vücut dili de pek umut verici değil.
Ama Allah’tan Trump’ın üç senesi var en fazla.
Onu üç sene oyalamak lazım, sonra defolup gidecek.
Yerine Vance bile gelse bu kadar delisi olmaz herhalde.
Sonuç olarak bu ziyarette Türkiye ne verdi biraz belli, ne aldı belirsiz.
Muhalefet de haklı olarak yükleniyor.
Bana göre en önemli eksik Filistin meselesinin kapsamlı ele alınmaması olabilir.
AK Partili bir vekil, CHP’li bir vekile Trump ile Erdoğan’ın iki fotoğrafını göstermiş.
Biri, Müslüman ülke liderleri ile yaptığı görüşmede Erdoğan’ın yanında oturduğu fotoğraf.
Diğeri ise Trump’ın Erdoğan’ın sandalyesini tutarken fotoğrafı…
Demiş ki “Bu fotoğraflar bize anketlerde 4 puan kazandırır.”
Bunu bana CHP’li vekil söyledi.
Ben bu fotoğrafların Erdoğan taraftarlarına moral kazandıracağına eminim ama emeklinin, asgari ücretlinin, çiftçinin oyunu kazandırmaz.
Eğer ABD Türkiye’ye yatırım yapsaydı, Türkiye’ye 100 milyar dolarlık sipariş verseydi kazandırırdı.
Hadi yeter Amerika mevzuu…
Emre artık dış politika, ekonomi ile çok bağlantılı.
Dış politika para kazandırıyor ya da kaybettiriyor.
Benim gözüme haber olarak çarpmadı, bilmiyorum konuşuldu mu ama Türkiye’nin dış politika nedeniyle nasıl 60 küsur milyar kaybettiğini anlatayım.
Biliyorsun Pakistan – Hindistan geriliminde Pakistan’dan yana açık tavır aldığımız için Hindistan ile ilişkilerimiz gergin.
Köklü bir Türk şirketi olan Çelebi, 10-15 yıldır Hindistan’ın en büyük havalimanlarında yer hizmeti veriyordu.
Ve bir süreden beri de Hindistan’daki şirketini 1,5 milyar doların üzerindeki bir fiyata bir Birleşik Arap Emirlikleri fonuna satma görüşmeleri yürütüyordu.
Normal şartlarda bugün bu iş bitmiş, 60 küsur milyarlık satış bedeli Türkiye’ye gelmiş olacaktı.
Peki ne oldu?
Hindistan – Türkiye ilişkileri gerilince Hindistan Devleti, Türk şirketinin Hindistan havalimanlarında çalışmasını sağlayan güvenlik iznini iptal etti.
Tüm varlıklarına el koyarak, Hindistan’ın 5 müteahhitinden diyebileceğimiz bir şirkete devretti.
Ve bunu büyük bir hızla yaptılar.
Merkezi hükümet, tüm eyaletlerdeki havalimanlarını arayıp bir gecede Çelebi’yi attırdı.
1,5 milyar dolar bir gecede buhar oldu gitti.
Şimdi tahkim mahkim uğraşacak Çelebi.
Belki üç beş bir şey alacak.
Bu para Türkiye’nin parasıydı.
Devletimiz burada sessiz, etkisiz!
Dış politika ekonomi ilişkisi bu kadar net!
Hindistan kızdı, Türk’ün malına çöktü.
Dış politika ve ABD ile ilişkiler pilavı daha çok su kaldırır.
Bunu önümüzdeki günler, haftalarda daha çok konuşuruz.
İstersen şimdi Ankara Büyükşehir Belediyesi operasyonuna bakalım.
Burada da bir itirafçı ya da iftiracı var operasyonu tetikleyen ve İstanbul’da olduğu gibi AK Parti ve belediyenin eski dönemi ile bağlantılı.
Ancak buradaki garabet korkunç.
İtirafçı savcılıkla değil, eski başkan Melih Gökçek bağlantılı.
Sanki Melih Gökçek belediyeden ayrılırken arkasında bir Truva Atı bırakmış gibi.
Gökçek’in adamı yolsuzluğu kendi yapıyor sonra gidip yolsuzluk ihbarında bulunuyor.
Aynen Aziz İhsan Aktaş gibi…
Öyle veya böyle yolsuzluk varsa, Gökçek’in arkasında bıraktığı yolsuz yanına birilerini çekebildiyse tabii ki bu araştırılacak, tabii ki yargılanacak.
Buradaki rezillik, tüm bu sürecin eski belediye başkanı ve mahdumu tarafından yönlendiriliyor olması.
Mansur Yavaş da şimdi çıktı ve daha önce suç duyurusunda bulunduğu yüzü aşkın dosyayı kamuoyu ile paylaşmaya başladı.
Hatırlarsan burada hem Yavaş’a hem İmamoğlu’na “Yargıya intikal ettirmeye çalıştığınız, Soylu döneminde İçişleri Bakanlığı tarafından el koyulan yolsuzluk dosyalarını düzenli basın toplantıları ve canlı yayınlarla halkla paylaşın” diye çağrıda bulunmaktan dilimde tüy bitti.
Şimdi Mansur Bey 5 yıl gecikme ile buna başladı.
Keşke bunu her iki başkan da daha önce yapsalardı.
Niye 5 yıl boyunca bunu yapmadılar gerçekten merak ediyorum.
Tüm bu operasyonlarda benim karşı çıktığım ise tutuklu yargılamalar...
Ekonomiye geçersek, Mehmet Şimşek’in tüm pozitif mesajlarına rağmen işler iyi gitmiyor.
Hukuka güven olmadığı için yatırım yok, yatırım yoksa istihdam artışı yok; tam aksine sanayide kapasite kullanımı düşüyor, verimlilik artmıyor.
Şimşek, finansal oyunlarla durumu idare etmeye, tabloyu iyi göstermeye çalışıyor.
Ama Şimşek’in tablosu natürmort.
Oysa gerçek tabloda yaşayan insanlar var.
Emre, hane halkının enflasyon beklentisi az gerilemiş olsa da hala yüzde 53.
Ekonomi yönetiminin enflasyon öngörüsünün 4 katı.
Yaklaşık.
Mehmet Şimşek yıl sonunda hedefi tutturduk dese de kimse inanmayacak.
Çünkü düşük gelir gruplarında enflasyon, gıda ve giyim enflasyonu ile paralel.
Bir de barınma.
Yani ayda 2 milyon kazanan biri için enflasyon algısı farklı, 30 bin lira kazanan biri için farklı.
Şöyle ki, düşük gelir gruplarında, ki bu Türkiye’nin %80’ine denk geliyor, hane gelirinin yüzde 50’den fazlası gıda ve giyim harcamalarına gidiyor.
Bu oran, yüksek gelirli batı dünyasında %11.
Avrupa’nın çevre ülkelerinde yüzde 15-20 arasında.
Bizdeki durum buna yaklaşmadıkça enflasyon beklentisi de, hissedilen enflasyon da, gerçek enflasyon da düşmez.
Yani hukuk yoksa yatırım yok, yatırım yoksa iş yok, eğitim yoksa inovasyon yok, inovasyon, bilgiye dayalı yeni teknoloji yoksa verimlilik artışı yok, verimlilik yoksa enflasyon var!
İsrail’in soykırım politikasına sert muhalefette İspanya’nın sosyal demokrat Başbakanı Sanchez bayraktarlığı ele almış görünüyor.
İsrail’in katılacağı spor turnuvalarına katılmama kararı önemli, çünkü sporda İspanya her alanda önemli ülke.
Türkiye de bu konuda İspanya ile paralel adımlar atacak gibi.
Bir tek şeyi anlamakta zorlanıyorum.
İspanya, Gazze’ye desteğe giden Sumud filosuna destek ve koruma için bir savaş gemisine filoya eşlik görevi verdi.
Trump hayranı, faşist eğilimli, İtalya Başbakanı Meloni’nin İtalya’sı da Sumud filosuna bir savaş gemisi desteği verdi.
Türkiye niye bu konuda çekingen davranıyor anlamıyorum.
Belki de İsrail ile bir çatışma ihtimalini istemiyorlar.
Sadece biz değil, başka Müslüman ülkeler de Sumud’a destekte gönülsüz.
Haftalar önce de söylediğimiz gibi, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez Avrupa Birliği’nin onurunu kurtarıyor.
Bunu söylemişken, biliyorsun Kolombiya Devlet Başkanı, New York’ta İsrail karşıtı gösteriye katılıp Gazze’de yaşananları soykırım olarak niteleyince, Trump yönetimi adamın Amerika’ya giriş vizesini iptal etti.
Acaba Erdoğan ve heyeti bu konuda benzer bir tavır sergilese onların da vizesini iptal eder miydi Trump merak ediyorum.
Memlekette güzel şeyler de oluyor.
Yeni Diyanet İşleri Başkanı Arpaguş’un Audi A8 ve Mercedes S Class’tan vazgeçip Togg ve Passat kullanacağını açıklaması iyi bir haberdi.
Çok daha düzgün bir başkan olacağı tahmin ediliyordu, şimdilik haklı çıktılar.
Keza İYİ Parti’nin siyasi etik yasasını Meclis’e taşıyacak olması ve Gelecek, Yeniden Refah, Deva, Saadet partilerinin buna destek vermesi olumlu.
CHP de mutlaka verecektir, MHP de verirse bu iş olur.
AK Parti’nin vereceğini zannetmiyorum.
Ahmet Davutoğlu’nun anlatımları doğru ise tabii…
Silivri’ye gelince, havalar baya serinledi.
Hande’nin aldığı kazaklarla çok şık oldum.
Kazakların ve gömleklerin etiketlerine bakıyorum; eskiden hemen hemen tamamı “Made in Türkiye” olan markalarda artık hepsi “Made in China”
Bu da Mehmet Şimşek’in ya da AK Parti’nin ekonomi politikasının pek de iyi olmadığını gösteriyor.
Sırtımda, omuz bölgemde oluşan yaradan söz etmiş miydim hatırlamıyorum.
On gün önce yağ bezesi gibi bir şey çıktı, önemsemedim.
Giderek çıbana dönüştü.
Hande doktora göster dedi, gösterdim.
Pazartesi hastaneye gidecektim.
Cumartesi günü aniden kanamaya başladı.
Tabii hücrelerde ne kolonya ne pamuk var.
İnfaz korumalara haber verdim, sağ olsunlar gelip tentürdiyot ile pansuman yaptılar.
Ama bayağı acıtıyor canımı.
Bakalım, bugün hastaneye sevk edecekler.
Çok önemli değil ama can yakıcı.
Emreciğim bu haftaya uzun bir sohbetle başladık.
Ama önümüzdeki günlerde kusura bakmazsan kısa sohbetler yapacağım.
Cuma sabahı yapılacak ilk celseme hazırlanmam lazım.
Ama merak etme, kısa ama keyifli sohbetler yaparız.
Sana ve bizi izleyen herkese güzel bir hafta diliyorum.
Hakan Fidan’ın Kaan uçağımız ile ilgili söyledikleri ile benim bu uçak ve savunma sanayii hakkında söylediklerimi aynen söylediğini söylemişsin.
Onu da yarın konuşalım.
Son olarak alakasız bir şeye değineyim de delirdiğimi düşün içeride.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son zamanlardaki kıyafetlerine bakıyor musun?
Galiba terzisini değiştirdi.
Ceketler daha şık, daha modern.
Ya terzi değişti ya da tarzı…
Kelebek yaka denilen yakalar giyiyor.
Kruvaze gibi ama kruvaze değil.
Bence daha iyi olmuş.
Son zamanlarda dikkatimi çekiyordu.
Pantolonlar da daha dar, kravatlar da daha iyi.
Kimin eli dokunduysa başarılı.
Bu gereksiz yorumla günü noktalayalım.
Herkese iyi bir hafta olsun.
Yarın görüşmek üzere…
Hoşçakalın!
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar