Evi demokrasiyle döşemek

Aylardır üzerinde konuşulan, “Çözüm Süreci”nin devamı açısından hayati olduğu iddia edilen “Demokrasi Paketi” dün bizzat Başbakan tarafından açıldı.

Şimdi herkes hakkında konuşacak, ki bu yazı da konuşmalardan biri aslında.

Tartışılacak olan da şudur, “Paket dolu mu boş mu?” ya da “Paket tatmin edecek mi?”

Size bir huyumu anlatayım önce.

Eğer sinemaya bir filmi izlemeye gideceksem, o film hakkında kimsenin görüşünü sormam.

Çünkü eğer bir filmi onlarca kişi “Muhteşem” diye övmüşse, film çok güzel olsa da sinemadan aradığımı bulamadan çıkmış olduğumu hissederim.

Filmi görmeden duyduğum aşırı övgüler, aşırı beklenti yaratır, aşırı beklenti ise hayal kırıklığı.

Ve tekrar Demokrasi Paketi’ne döneyim.

Ben demokrasinin bir paketten çıkacağına ve paketi açınca memlekete demokrasi geleceğine asla inanmam.

Bu kadar basit olsaydı “80 yıldır niye bu paketi açmadık” diye suçlamak mümkün olurdu herkesi.

Demokrasiler paketlerle gelmez, postadan çıkmaz.

Uzun bir yolculuktur adım adım gelir.

Ben bu paketi de, bundan önce açılmış ve bundan sonra açılacak paketleri de bu yolculuğun safhaları olarak görüyorum.

Türkiye bizim evimizse eğer ve biz bu evi “demokrasiyle döşüyorsak” hiç bitmeyen bir şekilde bu eve “mobilyalar” alacağız.

Önce yatak odası, çocuk odası, sonra koltuk takımı, beyaz eşya, fırın, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, televizyon.

Sonra müzik seti.

Ardından eskiyenin yerine yenisi, paramız oldukça daha iyisi, daha kalitelisi.

Teknoloji değiştikçe daha teknolojik olanı, daha moderni.

Paramızla beraber zevkimiz de artarsa eğer tablosu, heykeli, biblosu, aksesuvarı…

Hiçbir zaman mükemmel, kusursuz, eksiksiz olmayacak ama zevkimizi, kişiliğimizi yansıtacak, içinde yaşayanların önce rahat, sonra mutlu olmasını sağlayacak.

Bazen komşuların evini daha çok beğeneceğiz belki, oradaki bir eşyayı kendi evimizde de görmek isteyeceğiz.

Bazen uyacak, bazen uymayacak.

Demokrasi böyle bir şey işte.

Bir pakete bir evi sığdıramayacağımıza göre, adım adım döşeyeceğiz.

Bu da o adımlardan biri.

Ne çok büyük bir adım, ne de küçük bir adım.

Ama bir adım.

Hedefe varmak için atılan adımlardan biri.

Sakın önemsiz demeyin.

O bir adımı atmazsanız, sonraki adımları da atamazsınız.

Hedefe de asla varamazsınız.

 

Zarf ve mazruf

BAŞBAKAN Erdoğan demokrasi paketini anlattıkça bir şey dikkatimi çekti.

“PKK’nın talepleri karşılanıyor algısının oluşmasından dikkatle kaçınılmış.”

Paket BDP’ye çiçek uzatırken, “Kandil’in” veya “İmralı’nın” talepleri diye nitelendirilebilecek her şey paketin dışında tutulmuş.

Kendi adıma, seçim barajının düşürülmesini veya daraltılmış bölge ile bu sorunun aşılmasını umuyordum.

Paketten bununla ilgili kesin bir şey çıkmadı ama “Olabilirlik kapısı” açık bırakıldı. AK Parti yönetiminin baraj konusundaki bakışını bildiğim için, bu bile önemli bir aşama.

Anadil konusunda pek beklentim yoktu.

“Özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitim” bile benim için sürpriz oldu.

Tabii bu Kürt siyasetini ne kadar “keser” bilemem. Emniyet, TSK ve yargı mensupları dışında kamuda türban ya da başörtüsü serbestliğinin gelecek olması eleştirilecektir.

Ben bunu yapmayacağım.

Çünkü AK Parti’yi de kuran siyasi fikrin temelinde bunu sağlamak ideali vardı. Bugüne kadar yapmamaları, 11 yıl beklemeleri garipti.

Aleviler konusunda paketin zayıf kaldığını düşünüyorum.

Bir üniversite adıyla gönül almak çok da kabul görmez.

Benim gibi “Hep özgürlük tam özgürlük” diye düşünen biri için bu paketten çıkanlardan daha önemli olan, ülkenin genel özgürlük havasıdır.

Onu zamanla göreceğiz, umutla bekleyeceğiz.

Ülkenin peş peşe üç seçime gideceği bir dönemde, bu kadarı bile önemli bir siyasi risktir.

 

Andımız’a sadık mıydık!

PAKETLE ilgili eleştirilerden biri de ilkokul yıllarında her gün okuduğumuz “Andımız”ın kaldırılmış olması.

Yıllardır tartışılırdı, sonunda kalktı.

Zaten Türkiye’den başka bir ülkede de böyle bir şeyin kaldığını zannetmiyorum.

Kendi adıma ben bu andın kaldırılmasından hiç ama hiç rahatsız olmadım.

Çünkü 6 yaşından itibaren çocukları yalan söylemeye alıştırdığımız gibi bunca yıldır bir işe yaramadığını da gördük.

Yıllardır “Türk’üm” diye başladık her güne ama milyonlarca insan “Biz Türk değiliz” diye kıyamet kopardı, bir bölümü daha çıktı.

“Doğruyum” diye yemin ettik her gün. Bu söze ne kadar sadık olduğumuzu ben söylemeyeyim, etrafa bakın siz karar verin.

“Çalışkanım” diye bir iddia koyduk ortaya, ne kadar çalıştığımız bence belli de, siz ne diyorsunuz bilmem.

O nedenle çok önemsemiyorum kaldırılmış olmasını.

Zaten bir işe yaramıyordu.

 

Ha o köy, ha bu köy

BU güzel köyü ve o güzel köyün köyden güzel insanlarını gündemde tutmak istemiyorum.

Ancak pek çok okur “Tahtakuşlar Köyü’nün ihtiyar heyeti izin vermedi” haberleri ve benim bu haber üzerine yazdığım yazıya “İzin verildi” diyerek mail atmış.

Ben size söyleyeyim.

Köyün bağlı olduğu Güre Belediye Başkanı, ihtiyar heyetinin izin vermediğini açıkladı.

Bunun için ihtiyar heyetini de kınayamayız. Onlar da bir geleneği korumak istiyor olabilirler. Üzülürüz ama karışamayız. Hele hele tüm geleneklerin ayaklar altına alındığı bir yerde, geleneklere sahip çıkmaya ancak saygı duyabiliriz.

Hafta sonunda konuyla ilgili olarak yazdığım yazıda bahsettiğim Etnografya Müzesi’nin kurucusu Alibey Kudar da yaptığı yazılı açıklamada “Tuncel Kurtiz’le olan dostluğum bellidir. İzin vermeyen ihtiyar heyeti ve muhtardır” diye özetleyebileceğim bir yazılı metinle duruma açıklık getirmiştir.

Bence artık ne güzel insan Tuncel Kurtiz’in nereye defnedildiğini, ne de bu güzel köyü tartışmayalım.

Sonuç olarak Tuncel Ağabey ait olduğu topraklara gömüldü.

Ha o köy, ha bu köy.

Hepsi bizim köy.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Demokrasiye zıplayarak değil yürüyerek gidildiğini anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları