Tek elden çifte konsolidasyon

BAŞBAKAN Erdoğan, iktidara geldiği günden beri uyguladığı “gerilim” ve “karşıtlık yaratma” politikalarıyla seçmen tabanını “konsolide” etmeye çalışıyor.

Bunda da başarılı olduğu açık.

AK Parti yüzde 35 oy oranıyla TBMM’de tek başına çoğunluğu, hem de Anayasa’yı değiştirebilecek çoğunluğu elde ettiğinde partinin “taban oy oranı” yüzde 11 civarındaydı.

Geri kalan yüzde 24 ise ANAP, DSP, DYP gibi partilere “öfkeli” yüzde 24’ün “emanet” oylarıydı.

Başbakan’ın gerilim politikası ve Türkiye’deki olumlu ekonomik gidiş, 2011 seçimlerine gelindiği zaman AK Parti’nin “taban oyunu” yüzde 34’e kadar çıkardı.

Ancak bu taban oy, Başbakan Erdoğan’a yeterli görünmediği ve hedefi yüzde 50’ler civarı olduğu için “ayrımcı” politikasını sürdürdü, sağ ve muhafazakâr seçmeni partisinde “konsolide” etmek için “biz-onlar” algısı yarattı.

“Onlar” dediği kesimi “düşman” ilan etti.

Bu söylem etkili oldu.

Özellikle Gezi sonrası AK Parti bu söylemin de etkisiyle “sağ konsolidasyonu” büyük ölçüde başardı ve oylarını yüzde 53’e kadar yükseltti. Bugün bu oranın ne olduğunu tahmin etmek zor.

Seçimin atmosferi yerel seçimden çok bir genel seçime dönüştürüldüğü için, hangi partinin ne oy alacağını tahmin etmek kolay değil.

Genel kanı, AK Parti’nin yüzde 40’ın üzerinde bir oy alacağı yönünde.

Ben daha önce de söylediğim için tekrarlayabilirim, bana göre bu seçimde kimin yüzde kaç alacağının bir önemi yok.

Ben meselenin başka bir tarafına bakıyorum.

Başbakan’ın “konsolidasyon becerisine”.

Başbakan Erdoğan, yıllardır sürdürdüğü karşıtlık politikası ve söylemiyle partisinin oylarını konsolide ederken bir şeyi daha başardı.

Muhalefet blokunu da “konsolide” etti. Bir yanda yüzde 40, 45, 50 her ne ise konsolide olmuş bir AK Parti destekçileri, diğer yanda ise 50, 55, 60 her ne ise konsolide olmuş bir AK Parti karşıtları oluştu.

Bu denli keskin saflaşmayla oluşmuş bir konsolidasyon, açıkçası bir demokrasi, hatta rejimi ne olursa olsun bir ülke için çok “sıkıntılı” bir ortamdır.

Diyelim ki, AK Parti oyların yüzde 50’sini aldı. 52 milyon 695 bin 932 oyun tam tamına 26 milyon 347 bin 966’sını aldı ve iktidar oldu. Meşruiyetini de buna bağladı.

10 kişi fikir değiştirdiği anda meşruiyetini yitirmiş mi olacak!

Ya da yüzde 45 oyla TBMM’de çoğunluğu bir kez daha ele geçirdi.

Karşısındaki yüzde 55’e rağmen ülkeyi nasıl huzur içinde yönetecek veya o yüzde 55’in kendini dışlanmış, hatta “düşman” hissetmesini nasıl önleyecek!

Bu nedenle konsolidasyon politikasındaki bu sertlik iyiye alamet değildir.

Gerçek bir demokraside yüzde 35’le iktidar olan bir parti, ülkeyi hiçbir karşıtlığa neden olmadan rahat rahat yönetebilir.

Ama eğer ortada gerçek bir demokrasi yoksa hiçbir oy oranı huzurlu bir yönetime geçiş sağlamaz.

AK Parti bunu iktidardaki ilk döneminde gayet iyi deneyimledi aslında.

Yüzde 35’e rağmen, gayet iyi yönetti.

Şimdi ise yüzde 49’a rağmen sıkıntı çekiyor.

Nedeni yukarıda anlattığım kadar basittir.

Seçimden sonra Türkiye’nin en önemli sorunu da budur.

 

ÖSYM soru sormadan sınav yapmalı

ÖSYM, dünyanın en büyük garabetine imza atarak YGS sorularının “gizlenmesine” karar verdi ve sadece 32 soruyu açıkladı.

Bunun gerekçesini ise daha da saçma bir şekilde izah etti: “Bu soruları tekrar kullanabiliriz.”

Asıl nedenin bu olmadığını en salağımız bile biliyordu aslında.

“Hatalı soru” rezaletlerini gizlemek istiyorlardı.

Ama gizleyemediler.

Açıkladıkları 32 soruda bile bir hatalı soru çıktı.

Bu orandan gidersek toplamda 5 veya 6 sorunun hatalı olduğunu varsayabiliriz.

ÖSYM soruları gizleyerek kendince bunları gizlemiş oldu.

Tabii 2 milyon kişinin katıldığı ve 2 milyon kişinin gördüğü soruların gizli kalacağını düşünmek de başka bir “aymazlık”.

Tabii ki birileri soruları ezberledi ve bunlar da bu işle ilgilenenlerin eline geçti, bazıları yayınlandı, yakında tamamı ortaya çıkar.

Mesela bizim Murat Bardakçı YGS’ye girmiş olsa, o müthiş hafızasıyla büyük ihtimalle tüm soruları ezberlemiş olurdu.

Şimdi ÖSYM bu soruları yayınlayanları tehdit ediyor.

Tehdidin gerekçesi ise şu:

“Bu kanun hükümlerine göre gizli olan bilgileri, hukuka aykırı olarak elde eden veya elinde bulunduran kişi, fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

Bu bilgileri ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.”

En az karar kadar salakça bir gerekçe.

ÖSYM’nin tehdit olarak kullandığı bu madde, sınav yapılmadan önce soruların sızmasını önlemeye yönelik.

2 milyon kişinin gördüğü soruların sınava girenler tarafından ezberlenip paylaşılmasına yönelik değil.

Ama Türkiye’de “korkutmak” geçer akçe olduğu için ÖSYM de “yerse” kabilinden bunu yapıyor ve 2 milyon kişiye ulaşarak aleniyet kesbetmiş olan soruların yayınlanmasını suçmuş gibi göstermeye çalışıyor.

Benim ise ÖSYM’ye “rezil olmaması” için bir tavsiyem var ve ÖSYM’nin uygulamasından daha “aptalca” değil.

Bence sınava katılanlara da soruları göstermeyin.

Herkes kafasına göre cevap anahtarını işaretlesin.

Böylelikle yanlış soru rezaleti falan olmaz.

Siz de “utanmazsınız” diyeceğim ama anlamsız olacak.

Siz de “komik duruma düşmezsiniz” diyeyim en iyisi.

Değerlendirme meselesini ise hiç kafaya takmayın.

Bu sınav sistemiyle yapılan değerlendirmeden daha kötü olmaz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Ayakta kalmış bir kurum gösterebildiğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları