Türkleri katletmek beleş, Rum’u yerinden etmek 90 milyon Euro

AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi, Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle Türkiye’yi mahkûm etti.

90 milyon Euro tazminat ödemek zorunda bıraktı.

Öder miyiz, ödemez miyiz bilmiyorum.

Ancak Türkiye’nin bu mahkûmiyeti, Dışişleri’mizin yıllar süren beceriksizliğinin sonucudur.

Aynen Ermeni meselesinde olduğu gibi, Türkiye’ye ve Türklere yapılanların “unutulmasına” imkân sağlamış, Türklerin yaptığı iddia edilenler ise büyütülerek “öcüleştirilmiş” oldu.

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın, Kıbrıs’taki bir darbe sonrası Türklere yapılan zulümle başladığını kim hatırlıyor Avrupa’da?

Hiç kimse.

Peki Muratağa ve Sandallar katliamlarını. Ya da Atlılar katliamını.

Hiç kimse.

Çünkü hatırlatma gereği duymadık. Üşendik. Ne aydınlarımız Türklere yapılan bu katliamı gündeme getirdi, ne Dışişleri’miz.

Sanki Türklere yapılan zulmü anlatmak, tekrar tekrar hatırlatmak, unutturmamak ayıpmış gibi sustuk. Muratağa Köyü’nde yaşayan Türklerin, EOKA-B teröristleri tarafından Sandallar Köyü’ne götürüldüğünü, orada iki köyün ahalisinin birlikte makineli tüfeklerle taranarak veya kesici aletlerle doğranarak öldürüldüğünü Avrupa’da bilen var mı?

Yok!

Hatırlattık mı?

Asla!

Ya Atlılar Katliamı.

Atlılar Köyü’nde yaşayanların tümünün, en küçüğü 16 günlük bebek, en büyüğü 94 yaşındaki dede olmak üzere aynı EOKA-B’ciler tarafından öldürülüp diğer iki köyün yaşayanları gibi toplu mezara atıldığını niye anlatmadık hiç dünyaya.

Öldürülmüş olmaktan utandığımız için mi?

Tabii şimdi bizden 90 milyon Euro ister AİHM.

Bizimkiler dava açsa kimbilir kaç para alırdık.

Ya da alır mıydık acaba!

 

Erdoğan ile Yıldırım’ın tepkileri niye aynı?

PAZAR akşamı Galatasaray maçını izledikten sonra Fenerbahçe’nin kupa kutlamalarını izliyordum televizyonda.

Belki de hayatımda ilk kez.

Normalde içim kaldırmaz ama bu sezon öylesine hak edilmiş bir şampiyonluk kazandı ki rakibimiz, kupa törenini bile izlemek bana pek dokunmadı.

Törenin sonunda Aziz Yıldırım konuşurken birdenbire ne olduğunu anlamadığım bir şekilde Yıldırım çıldırdı.

Bağırdı çağırdı, sövdü saydı…

Nedenini gerçekten anlamadım; çünkü Yıldırım’ı delirten “Alex” tezahüratı televizyondan duyulmadı bile.

Nedenini sonra öğrendim.

Tabii Yıldırım’ın bu “öfke dolu” tepkisinden sonra herkes “Recep Tayyip Erdoğan-Aziz Yıldırım karşılaştırması”na başladı.

Herkes “İkisi de aynı” diyor, başka bir şey demiyordu.

Bence de ikisi de aynı.

Giderek daha ortak tepkiler veriyorlar, giderek daha fazla aynı tonu, aynı üslubu ve aynı jargonu benimsiyorlar.

Bunun nedenleri de çok benzer.

2

– İkisi de çok uzun süre o koltukta oturdu. Büyük bir camianın en tepesinde bu kadar uzun süre oturulunca müthiş bir kendini beğenme, müthiş bir kibir baş gösteriyor. Kendilerini vazgeçilmez, olmazsa olmaz zannetmeye başlıyorlar.

– İkisinin de yargıyla sıkıntıları var ve ikisi de yargıyla olan hukuki sorunlarından arkalarındaki toplumsal destek, taraftar baskısı ve sandıkla kurtulmaya çalışıyor.

– İkisi de canla başla çalıştıkları için yaptıklarının alkışlanmasını, ama yapmadıklarının hatırlatılmamasını veya hatalarının söylenmemesini istiyor. Çünkü ikisi de gerçekten kendilerini yaptıkları işe fazlasıyla vermiş ve eleştiriyi nankörlük olarak görüyor.

-İkisi de rakip gördüklerini düşmanlaştırarak kendilerini sağlama alıyor. Düşmana karşı savaştıklarını söyleyerek camialarında güçleniyor.

– İkisi de yargının üzerlerine gelmesinden Cemaat’i sorumlu tutuyor.

Eee tabii bu kadar benzerlik olunca, tepkilerin de “aynı” olması kaçınılmaz oluyor.

 

Keşke sorsaydın Yeni Şafak

DEDİM ya, “Artık sinirlenmiyorum” diye.

Gerçekten sinirlenmiyorum.

Zaten hepimizin yerine ve hepimize yetecek kadar sinirlenen biri varken, benim sinirlenmem fuzuli olacak.

Dün de okuduğum bir habere sinirlenmem gerekirken, ona bile sinirlenmedim.

Yeni Şafak Gazetesi birinci sayfasından bir haber yayımlamış.

“Bu nasıl liste” başlığıyla.

Haber şöyle: “AB Ankara Temsilciliği, basın özgürlüğü raporu hazırlamak için Brüksel’den gelen bir heyetle Türkiye’den gazetecileri buluşturduğu toplantıya muhalif isimleri davet etti. Farklı görüşten sadece yazarımız Ali Bayramoğlu’na yer verilen liste tepki topladı. İstanbul’daki toplantıya katılan isimler şöyle: Abdülhamit Bilici (Zaman), Yavuz Baydar (Todays Zaman), Amberin Zaman (Taraf), Andrew Finkel (The New York Times), Kadri Gürsel (Milliyet), Rober Koptaş (Agos), Nadire Mater (Bianet), Fatih Altaylı (Habertürk).”

Eleştirilen bir tonda yazılan ve katılımcıların neredeyse vatana ihanetle suçlandığı haberi okuyunca kızacağıma güldüm.

“Acaba cadı avı başladı mı?” diye düşündüm.

Yeni Şafak’ın Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ü aradım.

“İbrahim’cim, ben o toplantıya katılmadım” dedim.

“Tahmin ettim abi, keşke sorsaydık. Bize gelen listeyi yayımladık. Sana ayıp oldu” dedi.

“Yok canım önemli değil. Olur böyle hatalar. Ama katılmadım o toplantıya. Küçük de olsa bir düzeltme yaparsan sevinirim” deyip kapattım.

Açık söyleyeyim, o toplantıya katılanlar arasında aynı ortamda bulunmaktan rahatsız olmayacağım tek kişi Amberin Zaman’dır.

Diğerleriyle yan yana oturmaktan imtina ederim.

Söz konusu toplantının davetiyesi geldi, doğru. Ama katılmadım. Keşke sorsalardı gerçekten.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hakkını arayana değil, hakkını aramayana kızdığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları