Dangalaklığın dik âlâsı

SARKOZY’nin de içinde bulunduğu bir grup dangalağın “Kuran’ı değiştirelim, içinden bazı bölümleri ayıklayalım” aymazlığına tepkiler artıyor.

Gerçekten de kabul edilebilir olmak bir yana, söylenebilir bir fikir bile değil.

İşin vahimi, bu “dangalaklığın” ortaklarından biri, Avrupa’nın en güçlü ülkelerinden birini yönetmiş bir “cahil”.

Milyarlarca insanın inandığı bir dinin kutsal kitabını değiştirmeyi, revize etmeyi düşünmek bile abes.

Bu dine inanmasanız da hatta Müslümanlık diye bir din olmadığına inansanız da bunu diyemezsiniz.

Gerçek bir “entelektüel” böyle zırva bir öneriyi, “inanç meselesinden” bağımsız olarak bile gündeme getiremez.

Bırakın “inanç özgürlüğünün” ortadan kaldırılması bir yana, ortaya çok açık bir “telif” meselesi çıkar en basit hukuk yaklaşımıyla.

Bırakın inancı falan, en basitinden mesela Sarkozy kalkıp da “Dante’nin İlahi Komedyası bugünün dünyasındaki insani eğilimlerle çelişerek onları aşağılamaktadır. Özellikle cehennemin 8. katına sahtekârları koyması, benim gibi pek çok kişiye karşı haksızlıktır. İlahi Komedya’yı değiştirelim” diyebilir mi?

Ya da bir tabloda, ne bileyim bir Tintoretto tablosundaki tasvirlerin Hıristiyanlık’la çeliştiğini iddia ederek bu resmin bazı bölümlerinin yeniden çizilmesini isteyebilir mi?

Shakespeare’in Hamlet’inden şiddet özendirdiği için bazı bölümlerin çıkarılmasını önerebilir mi?

Diyelim ki İslamiyet’i din olarak görmüyorsunuz, diyelim ki İslam karşıtısınız.

O halde bile böyle bir talebe hakkınız var mı!

Bu isteğinizin kendi inançlarıyla çelişiyor diye sanat eserlerini kıran, antik kentleri yok eden, tarihi ortadan kaldırmaya çalışan IŞİD kafasından zerre farkı olmadığını anlamayacak kadar dangalak mısınız!

Not: Dünkü yazımda Sarkozy yerine Macron yazmışım. Alışkanlık işte. Kusura bakmayın.

***********

ÇÜRÜME

ACABA dünya giderek daha bir “edepsiz” hale mi geliyor.

Özellikle de siyaset.

Geçmişin “politically correct” lafı çöp oluyor sanki.

Her yerden pis kokular yükseliyor.

Bırakın demokrasi veya yarı demokrasi olmayan ülkeleri, demokrasisiyle çok övünen ülkelerde dahi “doğru düzgün” olmak, siyasette aranan bir nitelik olmaktan çıktı.

Fransa’da Sarkozy gibi biri cumhurbaşkanlığı yapabiliyor mesela.

Ülke dışından seçim yardımı gibi yasadışı bir şey yapmakla kalmıyor, bir de o yardımı cebe indiriyor.

İtalya’da Berlusconi’nin vergi kaçakçılıkları, seks partileri, genç kızları tacizleri, seks köleleri günlerce haber oluyor. Adam hâlâ siyasette etkili olma peşinde ve olabiliyor da daha vahimi. Hadi Avrupa ülkeleri özellikle seks skandalları konusunda daha az tutucu diyelim.

Ya ABD.

Defalarca iflas etmiş, hileli iflaslara imza atmış, vergi kaçırmış, yakalanmış bir adam Başkan olabiliyor.

Ardından peş peşe skandallar patlıyor. Kirli ilişkiler, şantajlar, nepotizm…

Yetmiyor, seks skandallarının ağababası.

Evli barklı Başkan’ın porno yıldızlarıyla ilişkileri ortaya dökülüyor.

Bir başka “model” kadın, Trump’ın seks yaparken kendisine izlettiğini anlatıyor açık açık.

Kimsenin umuru değil.

Oraların “yarı demokrasilerden” ve “dikta rejimlerinden” şimdilik tek farkı, bunların açık açık ortaya dökülüyor olması.

Ama tüm bunlar toplumu etkilemiyor artık. Seçmen umursamıyor.

Dünya ilginç bir yere doğru gidiyor.

Siyaset biçim değiştiriyor.

***********

PERİNÇEK ŞAŞIRTTI BENİ

CUMHURBAŞKANLIĞI seçimi öncesi en ilgimi çeken konu, Doğu Perinçek’in hâlâ 100 bin imzayı toplayamamış olması.

Açıkçası benim açımdan şaşırtıcı bir durum.

Çünkü dışarıdan baktığınız zaman Doğu Perinçek ve Aydınlık hareketinin, partileri Vatan’ın çok büyük oy potansiyeli olmasa da iyi organize bir hareket olduğu izlenimi vardı bende.

Milyonları etkileme gücü olmasa da en azından birkaç yüz bin kişiyi mobilize etme, yönlendirme ve bir araya getirme gücüne sahip olduğunu düşünmüşümdür.

Bu organize olma yeteneği nedeniyle de hep Doğu Perinçek’in siyasette etkili olduğunu, daha doğru bir tanımla siyasetteki etkisinin bu organize olma gücüne bağlı olduğunu zannettim.

Ancak ilginç bir şekilde Doğu Perinçek hâlâ 100 bin imzayı toplayamadı.

Oysa Aydınlık ekibinin bu imzaları bir iki gün içinde halledeceğini zannederdim.

Demek ki, bazı şeyler göründüğü gibi değilmiş!

***********

TATLI BİR UMURSAMAZLIK 

NEW York Metropolitan Müzesi’nin geleneksel galası bu yıl Katoliklik temasıyla yapıldı.

Epey de renkli görüntüler vardı.

MET Gala ilginçtir.

Amerikan entelijansiyası ve burjuvazisi ile cahil sanatçısı ve sonradan görmelerini bir araya getirir.

Bir benzetme yapmak gerekirse Ömer Koç ile İbrahim Tatlıses’i, Bülent Eczacıbaşı ile Hülya Avşar’ı, Serdar Ortaç’ı bir araya getirir.

Maksat müzeye dikkat çekmek ve bağış toplamaktır.

Bu yılki tema dolayısıyla sanatçılar ilginç kılıklarla geldiler yine.

Tema Hıristiyanlık olunca Rihanna, Papa gibi geldi, ama ne Papa…

Sarah Jessica Parker ise İsa’nın doğum anını başında taşıyan dekolte bir kıyafetle.

Burada benim gördüğüm ise “hoşgörü” ya da “tatlı bir umursamazlık” oldu.

Hiç kimse “Dine saygısızlık yapılıyor” diye ayağa kalkmadı.

***********

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kurumlarını korumayanlar, kurumların kendisini korumasını beklemediği zaman.

Erişilebilirlik Araçları