Darbenin arkasındaki güç ve aç satıcı 

İktidar tam kadro Birleşik Arap Emirlikleri’ne akın ediyor anlaşılan.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek birlikte BAE’ye gittiler.

Ülkenin pek de parlak olmayan doğal güzelliklerini görmeye gitmedikleri malum.

Mangır peşindeler.

Çünkü ne Hazine’de ne Merkez Bankası’nda dolar var.

Zaten iktidar yancısı kalemler “Emirliklerden 40 milyar dolar yatırım geliyor” yaygarasına başladı bile.

Gelmek zorunda çünkü ihracatçının elindeki tüm dövize el koysalar, o bile yetmeyecek noktasındayız. Allahtan önümüz yaz ve turizm gelirleri iyi gidecek gibi ama yazdan sonrası sağlam bir ekonomik kış gibi görünüyor. Ve rivayet o ki, Yılmaz ve Şimşek’in gitmesi yetmemiş olacak ki, Cumhurbaşkanı da yakında BAE’ye gidecekmiş.

Birleşik Arap Emirlikleri’ni, AK Parti seçmeni iyi biliyor. Hani şu Türkiye’deki darbe girişiminin arkasında olduğuna inandıkları, Türkiye’yi yok etmeye, parçalamaya çalıştığını söyledikleri, FETÖ’nün bölgedeki üssü ilan ettikleri ülke. Bunları biz değil, onlar söyledi.

Şimdi tam kadro bu “düşman topraklardalar” ve “para” peşindeler.

Demek ki, ya o gün doğruları söylememişler ya da bugün parasızlık düşman dediklerine muhtaç etti kendilerini.

Oysa Birleşik Arap Emirlikleri ile sorunun ne olduğunu yıllar önce yazıp söyledik.

Şimdi “gelecek” diye sevinç nidaları attıkları yatırım o zaman geliyordu zaten.

BAE’nin en büyük şirketi TAQA ile toplamı 20 milyar avroyu bulan bir anlaşma imzalanmıştı ve BAE Türkiye’de, Afşin Elbistan bölgesinde 20 milyar avroyu bulacak enerji yatırımları yapacaktı.

Sonra bildiğim ama yazarsam yalanlanacak birtakım olaylar oldu ve Araplar tası tarağı toplayıp “kaçtılar.”

Evet kaçtılar.

Sonrasında da zaten ilişkiler bozuldu.

10 yıl önce, kaçırdığımız BAE’yi şimdi bir kez daha yatırıma çağırıyoruz, paralarını istiyoruz. Pardon istiyorlar.

Ama o gün tok satıcıydık.

Bugün ise mirası har vurup harman savurmuş beş parasız mirasyedi.

Ve şimdi neyi, nasıl satıyoruz herkes merak ediyor.

Ne de olsa milletin malı.  

Milletin umurunda mı, o da ayrı!


1994 İstanbul’u İzmir’de tekrar eder mi!

Geçen hafta CHP’de bir “değişim” olmaması halinde, heyecanını, güvenini ve hepsinden önemlisi umudunu yitirmiş seçmenin bu CHP’yi bloklar halinde terk edeceğini ve yerel seçimlerde büyük bir ihtimalle İzmir hariç elindeki bütün büyük kentleri kaybedeceğini yazdım.

İstanbul, Ankara, Antalya, Eskişehir, hatta Aydın, Muğla gibi büyükşehirler de tehlikede idi. Sadece bana göre değil, bu illerin belediye başkanlarına göre de…

Yazı yayınlanınca, İzmir’e büyük yatırım yapan, benim çok önem verdiğim, iş dünyasının da çok saygı duyduğu önemli bir iş insanı aradı.

“Yazını okudum ama katılmıyorum. Yanılıyorsun.” dedi.

Şaşırdım. Şaşkınlığımı anlayınca güldü. “Bu kafa ile CHP İzmir’i de kaybeder.”

“O kadar da değil. Neredeyse yarı yarıya fark var.” dedim.

“Kaybeder” dedi ve anlattı.

“AK Parti iki dönemdir İzmir’de Mahmut Özgener’in peşinde. Mahmut’u tanırsın. Siyasetten uzak duruyor, kabul etmiyor. Bu dönem CHP ile İYİ Parti’nin yolları ayrılırsa, Mahmut Özgener de AK Parti’nin değil ama İYİ Parti’nin adayı olursa, sence seçimi kim kazanır?” diye sordu.

“Bıçak sırtı olur.” dedim.

“Aynen öyle olur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan 2. turda yüzde 33 aldı. Mahmut Özgener İYİ Parti adayı olursa kalan yüzde 67’yi de hiç firesiz ikiye böl yüzde 33,5 eder. 1994 İstanbul seçimlerinin tekrarı gibi olur. Kimin kazanacağını kimse önceden bilemez ama büyük ihtimalle kazanan CHP olmaz.” dedi.

“Peki, Özgener başkan adaylığını kabul eder mi?” diye ben sordum bu kez.

“Bu sefer eder. En azından edebilir.” dedi.

AK Parti’nin 2014 seçimlerinden bu yana Mahmut Özgener’in peşinde olduğunu bilmeyen yoktu zaten.

İzmir’in sevilen iş insanı, eski Altay Kulübü Başkanı, eski Futbol Federasyonu Başkanı, eski TİM Başkan Yardımcısı, eski Tütün İhracatçıları Başkan Yardımcısı, hâlâ İzmir Ticaret Odası Başkanı, TOBBS Yönetim Kurulu Üyesi. İzmir’de herkesin, sayıp sevdiği adam.

İzmir’de de bile risk var ise, CHP’nin bugünkü kafa ile burnunun dikine gitmesi, pek akla uygun görünmüyordu.

NOT: Erdoğan’ın siyasetteki yolunu açan 1994 İstanbul yerel seçimlerinde, Erdoğan kendi partisinin yönetiminin arzusu hilafına kerhen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı yapılmıştı. Seçimde tüm partiler çok güçlü adaylar gösterdiği için oylar bölünmüştü. Sonuçta Refah Partisi adayı Erdoğan 25,1, ANAP adayı İlhan Kesici 22,1, SHP adayı Zülfü Livaneli 20,3, DYP adayı Bedrettin Dalan 15,4 ve DSP adayı Necdet Özkan 15,3 oy almış. Erdoğan bıçak sırtı bir galibiyetle Türk siyaset sahnesine adım atmıştı.


Tunç Soyer: “Seçime kadar diyeceğim”

Tam yukarıdaki yazıya noktayı koydum, telefonum çaldı.

“Ulan dedim” bu telefon artık beni dinlemekle kalmadı, bilgisayara yazdıklarımı da takip ediyor.

Çünkü arayan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’di. Bir gün önce CHP’de yerel seçimlere kadar Kılıçdaroğlu ile gitmek gerektiğini söylemişti.

Konuşmamız sitemle başladı.

“İzmir’e kadar gelmişsiniz ama bana uğrayıp bir kahve içmemişsiniz. Çok ayıp etmişsiniz.” dedi gülerek.

Ben de geçen ay içinde İzmir’e iki kez geldiğimi, birinde sevgili dostum Selim Özgörkey’in bir daveti için, diğerinde ise eniştemin cenazesi için hızlıca gelip döndüğümü, bir daha sefere kesinlikle uğrayacağımı söyledim.

İzmir ile ilgili yazılarımı okumuştu. Kısaca onlardan bahsettik.

Sonra ben asıl meseleyi sordum.

“CHP’nin başında Kemal Kılıçdaroğlu’nun kalması gerektiğini söylediniz. Sayın Başkan bunda samimi misiniz?” dedim.

“Tam cümlem bu değil” dedi ve ekledi, “Yerel seçimlere kadar.”

Tunç Soyer’in düşüncesi şu idi.

“Kemal Kılıçdaroğlu yerel seçimlerden hemen sonra genel başkanlığı bırakacağını şimdiden açıklamalı ama yerel seçimlere kadar genel başkanlığı sürdürmeli idi. Yerel seçimlerde adayları belirlerken de, parti içi demokratik süreçleri sonuna kadar işletmeli idi.”

Yani Kılıçdaroğlu’nun bırakma takvimi şimdiden açıklanmalı ama yerel seçim öncesi parti içinde bir liderlik ve örgüt mücadelesi olmamalı idi.

“Seçime kadar Kılıçdaroğlu” aslında CHP içinde genel kabul gören bir söylem.

Şu anda değişimi en çok isteyen kişi gibi görünen Ekrem İmamoğlu da farklı bir talepte bulunmuyor.

CHP’nin iç meselelerine fazla karışmayan Mansur Yavaş’ın da bu düşünceye karşı olduğunu zannetmiyorum.

Ne Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, ne Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar farklı bir şey söyler.

CHP’nin iyiliğini isteyen herkes bunu kabul edecektir.

‘Kılıçdaroğlu kalmalı” diyenler ise büyük ihtimalle ya Kuşoğlu gibi Mehmet Ağar’ın etekleri altından çıkıp, Abdullatif Şener üzerinden CHP’ye gelenler, ya CHP’nin leşini parçalamaktan keyif alan sağcılar, ya da mevcut düzenden beslenen köstebekler olacaktır.

Aklımdan bunlar geçerken Tunç Soyer’e şunu sordum.

“Bu fikrinizi Kemal Bey biliyor mu?”

“Kendisinden randevu istedim. Gidip göreceğim. Kendisine de aynı bu şekilde açık açık söyleyeceğim”


Bu kadar linç ayıp

Taraftar kafasını anlıyorum da, taraftar kafalı yöneticiyi anlamak zor. 

Dün Erden Timur’la yaptığım sohbeti aktarırken, Dzeko’nun iyi transfer olduğundan bahsedip, benim sorum üzerine Timur’un “Dzeko çok iyi oyuncu, bize de getirildi ama Mauro varken anlaşmamız söz konusu olamazdı. Dzeko’yu almak Icardi’den vazgeçmek anlamına gelirdi.” dediğini aktardım. 

Yahu bunu bile kırk manaya çektiler.

Dzeko’ya açıklamalar yaptırdılar, Timur’un Dzeko’yu övmesini bile manipüle ettiler. 

Yahu kardeşim, benim yüzümden adamı niye linç ediyorsunuz. 

Menajerler, oyuncuları birçok kulübe önerir. Bunu da genelde fiyat attırmak için yaparlar. 

Önerilen kulüplerden biri de o oyuncunun sahibi olur. Galatasaray Icardi’nin peşinde olduğu için Dzeko’yla ilgilenmemiş.

Erden Timur “İlgilenseydik biz alırdık” demiyor ki. 

“İyi oyuncu aldılar” lafını bir kenara bırakıp, “Biz Icardi’nin peşindeyiz” lafından nem kapıyorsunuz. 

Bu kadar mı kötü niyetlisiniz. 

Bu kadar mı komplekslisiniz!


Her saçmalık gözaltına alınmaz

Saçma sapan da olsa açıklamaları nedeniyle Merdan Yanardağ’ın gözaltına alınması kabul edilebilir bir şey değildir.

Yeri belli yurdu belli bir gazetecidir. Çağırırsın ifadeye gelir.

Gözaltına almak neyin nesidir.

Yanardağ’ın sözleri, iktidara yakın gazeteciler ve hatta iktidar mensupları tarafından defalarca söylenmiş hatta fazlası söylenmiş sözlerdir.

Onlar söyleyince suç olmayan bir şeyin, yasalar aynı iken Yanardağ söyleyince suç haline getirilmesi de ayrı bir sorundur.

Kılıçdaroğlu’nun istifasını istediğim için bana ağır hakaretler eden Merdan Yanardağ’ın bugünkü haksızlığına uğramasını kabul edemem.

Kendisi hakkında yazacaklarımı da serbest kalacağı günlere ertelerim. 


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Gizliliğin nedeni suç olmadığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları