Pisliğini yeşille yıkama

Akbelen’de ormanları katleden şirketin ortaklarından LİMAK’ın 2. kuşak patronu Ebru Özdemir’in Dünya Yaban Hayatını Koruma Fonu WWF’nin Türkiye’deki organizasyonunun mütevelli heyetinin üyesi olduğunun anlaşılması milleti hayli şaşırtmıştı.

Herkes “Allah Allah, hem ormanları katlet, doğayı mahvet hem de Yaban Hayatını Koruma Fonu’na üye ol, bu nasıl iş” sorusunu sormaya başlamış, Ebru Özdemir’in ne iş yaptığını daha önce hiç fark etmeyen ve kendisini bir hippi grubunun lideri zanneden WWF Türkiye de “Aaaa, çok fena kandırılmışız. Meğer bu hanımefendi enerji alanında da büyük yatırımları olan bir şirketin sahibiymiş. Tüh nasıl da böyle bir tongaya bastık.” diyerek Ebru Özdemir’i mütevelli heyet üyeliğinden çıkarmıştı.  

Biz de “yemiştik.”

Yahu o dev şirketler olmasa, bu gibi kuruluşlar parasızlıktan perişan olur.

Yıllardır en bilinen çevreci örgütler, özellikle fosil yakıt şirketlerinden, madencilik devlerinden, genetiği ile oynanmış tohumların en bilinen üreticilerinden büyük fonlar almakla suçlanırlar.

Çevre savaşçılığı dendiği zaman akla ilk gelen kurum olan Greenpeace ile ilgili olarak bu tip suçlamaların yer aldığı yüzbinlerce sayfa internette bulunabilir. Greenpeace ise bu suçlamalara karşı “Biz ne hükümetlerden ne şirketlerden tek kuruş almayız. Bizim bağışçılarımız sadece kişilerdir” diye kendini savunur ama bunca kaynağın tekil kişiler ile sağlanmasının zorluğu bu savunmaların inandırıcılığını oldukça azaltır.

LİMAK’ın patronu Ebru Özdemir’i üyelikten atarak “vicdanını ve imajını” temizlemeye çalışan WWF’in ise bu konuda elle tutulur tarafı yoktur.

Ebru Özdemir’i mütevelli heyetinden atan Vakfın, dünyanın en zengin iş insanlarından aldığı paralar, bu iş insanlarının içinde bulunduğu sanayi kolları nedeniyle zaten yeterince tartışma konusu iken Fon’un ayrıca dünyanın en tartışmalı şirketleri ile de parasal ilişkileri olduğu çok da gizli değildir.

WWF’in kurumsal destekçileri arasında “evil company” yani şeytani şirket olarak bilinen Monsanto vardır. Monsanto, Vietnam Savaşı sırasında ABD ordusunun kullandığı ve Kamboçya halkını katleden, hâlâ sakat doğumlara neden olan “Agent Orange”ı üreten şirkettir. Tartışmalı pek çok yapay tatlandırıcının da üreticisi ve patent sahibidir.

WWF’in bir diğer destekçisi de Alcoa’dır. Şirket, ABD’nin en büyük alüminyum üreticisi ve ABD’nin doğaya en fazla zarar veren şirketler sıralamasının 13.’südür.

Keza Marine Harvest adlı dünyanın bir numaralı somon balığı üreticisi de WWF’in destekçisidir ve Marine Harvest işlettiği somon balığı çiftlikleri ile doğaya büyük zarar vermekle suçlanan bir şirkettir.

Hepinizin yakından bildiği Cargill de tahmin edebileceğiniz üzere bir WWF destekçisidir.

Dünya petrol devlerinin WWF’in destekçisi olduğu ise zaten çok bilinen bir sırdır. Hatta 14 yıl boyunca Shell’in yönetim kurulu başkanlığı yapmış olan John Loudon, aynı yıllarda 5 yıl boyunca WWF’in de başkanıydı.

WWF’in başkanlığını yapan bir diğer tartışmalı isim ise İngiltere Kraliçesi’nin eşi Prens Philip’ti. Üstelik de tam da başkanlığı sırasında Hindistan’da bir ava katılmış ve bir kaplan vurmuştu.

Tüm bu rezaletler yıllar önce Almanya’da Pandaların Sessizliği adıyla kitaplaştırıldı.

Uzun süre sonra da Pandaleaks adı ile İngilizceye çevrildi.

Anlayacağınız WWF’in sicilinde Ebru Özdemir’i mumla aratacak ne isimler ne olaylar vardır.

Buna “greenwash” denir. Yani pisliğini yeşille yıkama.

Kimine göre bu durum hiç yoktan iyidir, zannederim bu gibi örgütlerin mottosu “Engelleyemiyoruz bari haraca keselim”dir.

Ya da siyasette bir dönem söylendiği gibi “Komünizm getirilecekse, onu da biz getiririz”in çevreci versiyonudur.


Yaşlıların tansiyon sorunu

Geçenlerde yolda yürüyorum.

Gençlik yıllarını hayli geride bıraktığı belli olan bir hanımefendi durdurdu.

“Fatih Beyciğim selamlar. Vaktiniz var ise, rahatsız etmiyor isem size çok önemli bir sorunu aktarmak istiyorum. Belki yazarsınız ya da anlatırsınız” dedi.

“Tabii buyrun” dedim.

“Fatih Bey, ben az ilerde oturuyorum. 87 yaşındayım. Ve şimdi hastaneye yürüyorum” dedi.

Nedenini anlattı.

“Yaş icabı zaman zaman tansiyonumun yükseldiğini ya da bazen düştüğünü hissediyorum. Eskiden evime 50 metre mesafede bir eczaneye gider tansiyonumu ölçtürür, bir anormallik var ise doktoruma haber verirdim. Ne yazık ki, artık eczanelerin tansiyon ölçmesi yasaklandı. Diyeceksin ki, eve bir tansiyon aleti al. Onu da denedim. Kolay olanları güvenilir değil. Güvenilir olanları da ben kullanmakta zorlanıyorum. Doğru ölçüm yapamıyorum. Her seferinde kalkıp hastaneye gitmek zorunda kalıyorum. Hastane 1 kilometre mesafede. Taksi zaten yok ama olsa da yakın mesafe diye almıyorlar. Bu sıcakta yürüyorum. Kışın da soğukta, yağmurda yürüyorum. Tansiyonum yüksek ya da düşükken bir de bunca yolu yürümek kolay değil. Bir gün şuracıkta tık diye düşüp kalacağım. Kaldırımda ölümü bulacaklar. Niye eczaneler tansiyon ölçemesin? Bunda ne beis var? Siz Sağlık Bakanı’na ulaşabiliyorsunuz. Lütfen sorun” dedi.

İlk eczaneye girdim. “Tansiyon ölçüyor musunuz?” diye sordum.

Eczacı hanım “Fatih Bey aslında yasak ama acil bir durum var ise yardımcı olayım” dedi.

Teşekkür edip çıktım.

Düşündüm. Gerçekten ciddi bir sorundu.

Yazayım dedim.


Fesli yaşasa idi o da Atatürkçü olmuştu

Disney tartışması sürüyor ve Türkiye’nin en tanınmış Atatürk düşmanları birden Atatürkçü kesilip, muhalif tavrı ile bilinen insanlara “Disney’e küfretmedin. Para alıyorsun değil mi!” diye saldırıyorlar.

Öyle ki, bu köşede son birkaç gün içinde iki kez Disney’in her türlü hakareti hak ettiğini yazan ve hayatında bir gün bile Disney Plus’a abone olmamış beni de bu kervana dahil ettiler.

Üstelik Disney ile bir gün bile bir anlaşma imzalamamış olan ve hemen her televizyondan ya da yapımcıdan gelen senaryo yazma tekliflerini genelde “Aman uğraşamam. Çok yoruluyorum” diyerek geri çeviren eşimi de olaya dahil ederek.

Benim sorduğum sorulara yanıt vermektense, böyle karşı saldırıya geçmek elbette daha kolay.

Oysa benim sorularım çok basit. Yok yok, niye Atatürk’e söven bir grup siyasal İslamcıyı yıllardır baş tacı ettiniz diye sormayacağım. Onun yanıtı sizde yok biliyorum. Sorularım başka.

– Madem dünyanın en saygın, en güçlü ülkelerinden biriyiz. Niye bir Ermeni lobisi bizim gibi bir dünya gücü ülkeye böyle bir sorun yaratabiliyor?

– Dünya lideri olan liderimiz nasıl oluyor da bir televizyon şirketinin Ermeni lobisine boyun eğmesini engelleyemiyor? Oysa daha kısa süre önce Ermenistan Başbakanı Paşinyan Ankara’da idi ve Cumhurbaşkanı’nın görevi kendine devir ettiği törende Aliyev’in arkasına, 2. sıraya oturtularak kendisine haddi bildirilmişti!

– Oy verme zamanı gelince Türkiye’yi çok seven yurt dışındaki Türk vatandaşlarımız mesele Türkiye’nin uluslararası çıkarları olunca niye bir lobi oluşturmazlar? Oralardaki Türkleri, Türkiye siyaseti için organize eden başta Diyanet olmak üzere dini oluşumlar, niye Türkiye’nin uluslararası çıkarları için organize etmezler?

Bu soruların yanıtlarını vermek zor olduğu için vur Cem’e, vur Tarkan’a, vur Ata’ya, vur Gülse’ye, vur Şahan’a.

Eh kendilerine vuracak halleri yok ya…

Ya da üç otuzluk troll “Yahu bu İletişim Başkanlığı sadece iç iletişim için midir? Bunca milyarlar niye harcanıyor” diye soracak değil ya!

Tabii ki, konuyu alakasız bir yere çekip, başkalarını hedef yapacaklar. 

Bunların yöntemi bu. 

Bu arada şunu da söylemeden geçmeyeyim.

Disney’e çok kızmama, tarihi çarpıtan bir grubun oyuncağına olmasına, tipik bir Amerikan cehaleti içinde hareket etmesine deli olmama ve yaptıklarını çok aşağılıkça bulmama rağmen bir yandan de kendilerine teşekkür etmek istiyorum.

Bizim 100 yıldır Atatürkçü yapamadığımız bir güruhu bir günde Atatürkçü, hatta neredeyse Kemalist yaptılar.

Fesli Kadir hayatta olsa idi, muhtemelen bugün o da Atatürkçü olmuştu.

Rezilsin Disney Plus ama bu yüzden yine de teşekkürler!


New York’taki göçmenler ve belediye

Biz 10 milyonu aşan mülteciyi sorun olarak görmeyelim, İstanbul’daki sayıları 2 milyondan fazla olan mülteciyi sorun olarak görüp, önlem alınmasını isteyenleri faşistlikle suçlayaduralım, her yıl kura ile yüzbinlerce göçmen alan, bunun birkaç katını da gayrı yasal yollardan ülkeye ister istemez kabul eden ABD’de New York kenti 85 bin kaçak göçmeni ne yapacağını tartışıyor. 

Son 15 ayda kente gelen 15 bin mülteci kentte ciddi bir sorun olarak görülüyor. 

Ve şimdi ünlü Central Park’ta ve o kadar da meşhur olmayan Brooklyn’in Prospect Parkı’nda 95 bin mültecinin yerleştirilmesi için planlar yapılıyor. 

New York Belediye Meclisi 3000 ayrı yerleşim yeri belirleyerek, göçmenlerin buralarda barındırılmasını sağlamak için uğraşıyor. 

Peki, siz hiç Türkiye’de bir belediye meclisinin göçmen meselesine eğildiği bir toplantı, bir özel oturum duydunuz mu! 


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Doğruyu duymaktan korkmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları