Doğu sınırımızdan içeri ordu sokuyorlar

Geçen haftalarda takip edip, izlediniz mi bilmiyorum ama Londra’da halkı son derece tedirgin eden bir olay yaşandı.

Sosyal medya üzerinden örgütlenen göçmenlerden oluşan bir grup, bizim İstiklal Caddesi’nin Londra’daki karşılığı sayılabilecek Oxford Street’te toplandılar ve caddedeki dükkanları yağmalamaya kalkıştılar.

Aslında bu Londra’da göçmen gruplarının ilk yağma girişimi değil.

Daha önce, 2011 yılında bir polisin bir göçmeni öldürmesi sonucu Londra’nın Tottenham bölgesinde başlayan olaylar bir iki gün içinde ülke çapında göçmenlerin başrolde olduğu bir şiddet ve yağma hareketine dönüşmüştü.

Daha sonra 2016 ve 2020 yıllarında da benzer olaylar meydana gelmişti.

Bu yağmalar ve şiddet giderek sebepsiz yere başlayan organize bir hal aldı.

Ve ne yazık ki, İstanbul’un nispeten varlıklı semtlerinde, kendi gettolarından gelip amaçsızca dolaşmaya başlayan genç göçmenlerden oluşan gruplarının kontrolsüz davranışları bende başta İstanbul bazı büyük kentlerimizde de benzer olayların çok da uzakta olmadığı izlenimi uyandırmaya başladı!

Ama beni asıl tedirgin eden ise “Afgan göçmenler”.

Türkiye’yi idare etmeye çalışan “göçmen seviciler” zaman zaman çıkıp “Suça karışanları sınır dışı ediyoruz” deseler de bunun böyle olmadığını bildiğimiz gibi, sınır dışı edilip, birkaç gün içinde yeniden dönenlerden çok daha fazla sayıda göçmenin İran sınırından her gün düzenli olarak Türkiye’ye girdiğini biliyoruz.

Van artık Van değil Han. Hem de yol geçen hanı.

Her gün yüzlerce, bazen binlerce Afgan göçmen buradan geçerek Türkiye’ye dağılıyor.

Üstelik de komşu Suriye’den ailece, çoluk çocuk gelenlerin aksine, bu gelen Afganlarda bambaşka bir hal var.

İçlerinde kadın yok, çocuk yok, yaşlı yok, düşkün yok.

Tamamı çakı gibi maşallah.

19 ila 35 yaş arası, hepsi askerlik çağında.

Ve Kabil’den Van’a kadar olan yaklaşık 3 bin kilometrelik yolu zorlukla aşmış gibi bir halleri de yok. Sanki oradan Varan’ın Mercedes otobüslerine binip gelmişler gibi.

Hadi Suriye’den gelenleri anladık. En yakın komşuya kapağı attılar. Yarısı bize, yarısı Ürdün’e. (Ürdün Suriyelileri geri yolluyor)

Peki bunlar 3 bin kilometrelik yolu nasıl geçiyor, İran’ı rahatça nasıl aşıyor ve niye geliyor!

Bu Afgan göçüne bulunan “vicdani kılıf” ise bunların Amerikan işgali sırasında Amerikalılarla işbirliği yaptığı için Taliban’an hedefinde olan “zavallılar” olduğu.

Bu kılıfın benim anladığım dildeki meali şu.

“Bunlar Afganistan’da büyük oranda CIA ile çalışmış, bir kısmı da Pentagon tarafından istihdam edilmiş kişiler”

Yeni bunlar CIA’in düşük maaşlı elemanları, CIA’nin ve Pentagon’un paralı askerleri.

Ve biz sınırımızı bunlara sonuna kadar açmış, ülkemize sokuyoruz.

Kim olduğu belirsiz, ne olduğu belirsiz, paralı CIA askerleri Doğu sınırımızdan içeri elini kolunu sallayarak giriyor. Batı sınırımızda ise zaten bir Amerikan ordusu mevcut. 

CIA’in Türkiye’deki Cemaat kılıklı askerlerinin 2016 yılının 15 Temmuz’unda yaptıklarını yaşayanların hâlâ ders almadığını ne yazık ki görüyoruz.

Sonra yine “Rabbim bizi affetsin”.

Rabbinizin affedip affetmeyeceği ben bilemem.

Ama tarihin affetmeyeceği çok açık.


Eşref Bitlis’i hatırladım

Dün akşamın bomba haberi, Wagner’in patronu eski servis elemanı ve aşçı Prigojin’in içinde bulunduğu özel uçağın düşmesi ve Prigojin ile beraberindeki 9 kişinin daha hayatını kaybetmesi idi.

Haberi bana savunma ve havacılık konularında uzman yazar Tuncer Bahçıvan verdi.

Hemen ulaşabildiğim kaynaklarla konuştum.

İlk elde ettiğim bilgiler uçağın vurularak değil, motorlarındaki ani güç kaybı nedeniyle düştüğü yolunda idi. Rus füze sistemleri tarafından vurulduğu doğru değildi. Bunun bir suikast olup olmadığı, uçağın aynen bizim Eşref Bitlis Paşa’nın uçağı gibi bir sabotaj sonucu düşürülüp düşürülmediği bilinmiyor.

Eşref Bitlis’in içinde bulunduğu uçağın, motoruna yapılan bir sabotajla düşürüldüğü yolunda çok güçlü kanıtlar olmasına rağmen incelemeyi yapan yabancı kuruluşun da katkısıyla bu durumun örtbas edildiği Türkiye’de bu işlere aşina herkes tarafından biliniyor. Ben bununla ilgili Teke Tek programları yaptım, delilleri ortaya koyduk ama bir sonuç çıkmadı.

Muhtemelen Prigojin’in uçağının nasıl düştüğü de asla öğrenilemeyecek.

Tabii aradaki fark bizim kahraman ve onurlu bir askerimizin, orada ise rezil bir paralı lejyonerin öldürülmüş olması.

Olağan şüpheli Putin ve Putin’in ayaklanmanın intikamını aldığı söyleniyor. Rus liderin böyle çetrefilli bir suikaste ihtiyacı var mıydı acaba diye soruyorum kendime.

Ayaklandığı için alıp hapse atmasının önünde bir engel yoktu ki, faturanın kendine çıkacağını bile bile böyle bir iş yapsın. Elbette mümkün ama akılcı mı!

Prigojin’in ölümü Wagner’i bitirir mi! O da pek olası görünmüyor.

Ama yine de bu ölümün Rusya’da küçük çaplı da olsa bir istikrarsızlık yaratacağı açık.

Bu iş benim bilgimi aşıyor.  


Gelmiş geçmiş en iyi santrforumuz

Galatasaray, Molde karşısında fark yemesi daha muhtemel bir maçı 2-3’lük bir galibiyetle kapattı ise bunu bir Icardi’ye borçlu.

Arjantinli muhteşem golcü Galatasaray tarihinin belki de Türk futbolunun bugüne kadar gördüğü en iyi santrfor olduğunu her maçta biraz daha kanıtlıyor.

Erdem Timur Habertürk’teki odamda “Icardi’yi bitirmek üzereyim” dediğinde “Alma. Çok sorunlu bir adama benziyor” dediğim günü hatırlayıp utanıyorum ve kendimi Michael Jordan’ı seçme hakları varken almayan Houston Rockets yöneticilerine benzetiyorum. (Bu arada zatürre başlangıcı teşhisi nedeniyle birkaç gündür Amerikan Hastanesi’nde yatan Erdem Timur dün hastaneden kaçarak maçı Galatasaray Adası’nda izledi)

Icardi benim hayatımda izlediğim en müthiş santrfor ve aldığı her kuruşu sonuna kadar hak ediyor. İkinci sezonunda bir Galatasaray efsanesi olmayı başardı.

Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ne veda edebileceği bir maçı Şampiyonlar Ligi’ne katılım biletine çeviren Icardi oldu. Bir imkansız gol, bir akıl almaz asist. Gole çevrilemeyen ama yüzde yüz gollük bir diğer asisti de cabası.

Okan Buruk ise bu maçta hiç de iyi bir sınav vermedi. Çok daha önce yapması gereken değişikleri çok geç yaptı. İlk yapması gereken değişikliği sonra, sonra yapması gereken değişikliği ise önce yaparak zaten zor durumdaki takımın güç kaybı yaşamasına neden oldu.

Galatasaraylıların anlamadığı bir başka mesele ise yeni transferlerin niye oynatılmadığı. Mesela Tete varken, formsuz Barış Alper’de niye ısrar edildiği.  

Transfer konusunda takımın en kilit oyuncusu olduğu iyiden iyiye anlaşılan Torreira’ya niye bir alternatif üretilmediği, iyi niyetli, çalışkan ama yeteneği sınırlı Berkan ile Şampiyonlar Ligi’nden fazla umutlu olmamak gerektiği de ayrı bir muamma.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Hatanın insanlara, tekrarının aptallara, ikinci kez tekrarının ise hainlere mahsus olduğu anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları