Yeni yarışmamız: Kim FİAT Egea almak ister!

Ekonomimizin halini, AK Parti döneminde ekonominin nasıl bir çöküş yaşadığını, en iyi şekilde bir iktidar yanlısı televizyonunun yarışma programının kanıtlayacağını kim tahmin edebilirdi.

ATV’de yayınlanan ünlü yarışma programı Kim Milyoner Olmak İster’de en sonunda büyük ödülü kazanan biri çıktı. Her ne kadar zırva bir son soru ile ödül sahibini bulsa da, ödülü alan genç kızımızın başarısı başarıdır.

Kutlarız.

“Kim 500 Milyar İster?” adıyla 1990’ların sonunda başlayan bu yarışma, 2011 yılında “Kim Milyoner Olmak İster?”e dönüştü ve iktidarın en önemli yayın organı ATV’de yayınlanmaya başladı.

Ve o zaman, yani 2011’de, 1 milyon TL’lik ödül gerçekten önemli bir miktardı. O günün dolar kuru ile yaklaşık 660 bin dolar ediyordu ve bu güzel bir ev ve iyi bir otomobil almak için yeterli idi.

Basınımızın yapmayı çok sevdiği bir hesap ile o gün bu yarışmadan kazanılacak büyük ödül ile o günün fiyatları ile 3 adet Ferrari almak mümkündü.

Önceki akşam genç kızımızın kazandığı 1 milyon TL ise bugünkü kurla hemen hemen 36 bin dolar ediyor.

660 bin dolardan 36 bin dolara inen büyük ödül.

Ve bugün bu para ile değil bir ev ve bir otomobil, bir ahır ve bir el arabası alamazsınız.

O gün 3 Ferrari almaya yeten bu ödül ile bugün belki bir FİAT Egea alabilirsiniz. O da acele ederseniz, zam gelmeden alabilirseniz. Yoksa o da imkansız olabilir. 

Bir ülkedeki düşüşü bu ancak bir yarışma programı bu kadar iyi anlatabilirdi.

O da en iktidar yanlısı televizyon ATV’ye nasip oldu.

Ellerine sağlık. 


Nefretin nedeni o sevgi

Din üzerinden siyaset yapmak böyle bir şeydir.

Zehiri bir kez damara verdiniz mi, bir daha kendiniz de çıkaramazsınız.

Hatırlıyorum, benim çocukluğumda rahmetli dedem başta olmak üzere bizim ailenin en önemli siyasi sorunu, Süleyman Demirel’in dinci siyaset yapması idi.

Bizimkilere göre Demirel “Nurcuların” desteği ile seçilmiş, din eksenli siyaset yapan biriydi ve laik Cumhuriyet tehlikedeydi.

Doğruydu da, Demirel de bir ölçüde din sömürüsü üzerinden siyaset yapıyordu, pek çok sağ parti gibi. Milli Eğitim’e siyasal İslamcıları taşıması, Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde bürokraside siyasal İslamcıların yer edinmeye başlaması Demirel ile ilgili yargıların doğruluğunu gösterdi.

Ama Demirel’in uzun siyasi hayatı, din üzerinden siyaset yapanların bir süre sonra kendi kitlelerine bile yetersiz kaldığını gösterdi.

“Nurcuların” desteği ile başlayan siyasi yaşamı, 28 Şubat’ın Cumhurbaşkanı olarak siyasal İslamcıların nefreti ile sonuçlandı.

İslamcılığın siyasetin içinde yerleşmesinin müsebbibi, 30 yıl sonra laik Cumhuriyet’in bekçisi olmak zorunda kaldı.

Tarih tekerrür ediyor. Bu kez Marx’ın da dediği gibi “komedi” olarak.

Siyasal İslamcılar, voleybolcu kızlarımıza saldırmaya devam ediyorlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen haftaki konuşmasında onlara açtığı koruma kalkanı bile yetmedi.  

Türkiye’deki siyasal İslamcı güruhun, Kadın Voleybol Milli Takımımıza karşı bitmeyen, tükenmeyen, bitmeyecek ve tükenmeyecek bir kini var.

Bu kin ve bu nefret bugünün işi değil aslında. Ebrar, Vargas, giyim bunlar bahane.

Nefret çok daha köklü.  

Çok önceye 20 sene önceye 2003’e dayanıyor.

2003 yılında, Avrupa ikincisi Kadın Voleybol Milli Takımımız ilk kez o yıl Japonya’da yapılan Dünya Kupası finallerine katılıyor.

Ve 10 Kasım günü milli kızlarımızın maçı var.

Kızlarımız sahaya çıkıyor ve Türkiye saati ile saat 9’u 5 geçe antrenör Reşat Yazıcıoğulları aniden bir mola alıyor ve takım sahanın kenarına geliyor ve Atatürk’e saygı duruşunda bulunuyorlar.

Atatürk’ün, büyük önderin izinden giden gençler olduklarını tüm dünyaya gösteriyorlar.

Siyasal İslam’ın arkasına saklanmış sapkınların bu kızlara duyduğu nefretin asıl kaynağı işte o gündür.

O saygı duruşudur.

Bu nefretin nedeni o sevgidir.

Gerisi bahanedir.


Şengör: Atatürk’ün voleybolcu kızları, yobazlar ve evrim teorisi

Spor ile pek ilgilenmeyen Celal Şengör bile voleybolcularımızın büyük başarısına seyirci kalamadı ve bununla ilgili bir mektup yolladı. Bunu sizinle paylaşıyorum:

“Atatürk, milletine çağdaş medeniyet düzeyinin üzerine çıkmak görevini vermişti. Bunu bugüne kadar en iyi başaranlar onun voleybolcu kızları oldu. Zekâ, bilgi, çeviklik ve tecrübe gerektiren bir sporda önlerine gelen herkesten daha üstün olduklarını tüm dünyaya ispat ettiler ve bunu yaptıktan sonra da Atatürk’ün onlara verdiği görevi yerine getirmeğe çalıştıklarını göğüslerini gere gere söylediler. Şampiyonluk haberlerini sevinç ve gururdan gözlerimiz yaşararak aldık. Hepsi sağ olsun, var olsun.

Bu arada bazı insan kılığındaki varlıklar onları tüm dünyanın kullandığı üniformaları giydikleri için, içlerinden iki tanesi eşcinsel olduğu için karalamağa kalktılar. Bunları da tiksinerek, iğrenerek okuduk, dinledik ve o karalamaları yapanları her aklı başında Türkiye vatandaşı kalplerinin en derin köşesinden lânetledi.

Fakat bu arada gözden kaçan bir şey var: Atatürk’ün kızları dünyada değişen çevreye ayak uydurarak o muhteşem zaferlerini elde ettiler. Onları karalayan örümcek kafalılar ise her şeyleriyle erken Orta Çağ’ın ‘Karanlık Çağlar’ (MS 476-Jean Buridan’ın Questiones Super Tres Primos Libros Metheororum et Super Majorem Partem Quarti a Magistro: Meteorologica’nın ilk üç kitabı ve dördüncünün büyük bir kısmı hakkında üstada sorular: 14. yüzyıl) denen kısmında ortaya çıkan veya daha da geçmişten tevarüs edilen toplum anlayışında çakılıp kaldıkları için günümüz dünyasına yabancıdırlar ve Türkiye’yi o karanlığa tekrar sürüklemek niyetindedirler.

Ama reddettikleri evrimin basit bir kuralı vardır: Çevreye en iyi uyan, neslini en uzun sürdürebilecek olandır. Çevre ise sürekli değişmekte, bu değişimi yaparken de bize sormamaktadır. Büyük Amerikalı tarihçi Will Durant’ın şu sözleri herkesin gözünün önünde olmalı, kafasının içine yerleşmelidir: Uygarlık jeolojinin izniyle vardır; o izin de önceden haber verilmeden değişir (Civilization exists by geological consent, subject to change without notice). Dolayısıyla, hayatta kalabilmenin ilk kuralı değişen çevreye sürekli uyum sağlamaktır. Atatürk’ün milletine verdiği görevin de temeli budur. Onun için gelecek Atatürk’ün muzaffer ve şerefli, zeki ve akıllı kızlarınındır; örümcek kafalı yobazların değil. Bu sonunda basit bir bilimsel çıkarımdır. Bunu kimse unutmasın.”


Hata insana mahsustur, hatada ısrar ahmaklara

CHP, 100. yılı için hazırladığı video klipte Kıbrıslı mücahitler zannederek, EOKA-B teröristlerinin görüntülerine yer vermiş.

Kıyamet koptu.

Oysa CHP bu konuda bir ilk değil.

Daha önce de Cumhurbaşkanlığı aynı fotoğrafla aynı hataya düşmüş, onlar da EOKA teröristleri ile mücahitleri karıştırmışlar.

Aslında zannederim sorunun kaynağı bir fotoğraf ajansı.

Bu fotoğraf, Getty Image tarafından “Saint Hillarion Kalesi’ni ele geçiren Kıbrıs Türklerinin zafer kutlaması” fotoğraf altı ile servis ediliyor.

Hal böyle olunca da bu fotoğrafı buradan alıp kullanan herkes bu hataya düşebiliyor.

CHP’de vahim olan ise bu hataya düşülmesi değil, uyarılara rağmen bu hatada ısrar edilmesi ve düzeltilmemesi.

Bugünkü CHP yönetiminin dramı işte tam da budur.

Hatayı görmemek, hata olduğunu bile bile hatada ısrar etmek, hatayı düzeltmemek.

Ahmakça bir inatla yanlış yolda ilerlemek.

Sonra da laf ola beri gele bilimden, akıldan, bilgi toplumundan ve liyakatten söz etmek.

CHP ya bu kafada devam edecek ve Atatürk’ün partisi bitecek.

Ya da aklı başında delegeler bu rezilliğe bir son verecek.


Sözüm söz

Cumhurbaşkanı Erdoğan “735 milyon insan açlıkla mücadele ederken, lüks şatafat alıp başını gitmişse burada çok ciddi bir sorun var demektir” dedi G20 Zirvesi’nde.

Tüm dünyanın gözünün içine bakarak.

Katılmamak mümkün değil.

O yüzden bugünden itibaren Cumhurbaşkanımızın uyarılarına kulak verip, tasarruf tedbirleri alacağım. Kullanmakta olduğum bir Boeing 747, bir Airbus A 330, bir Airbus, bir Airbus A 319 ve Gulfstream 550’leri ve hatta diğer uçakları elden çıkarıp sadece birini kullanacağım.

Kullanmakta olduğum sayısını dahi unuttuğum zırhlı Mercedes S 600 limuzinlerin sayısını bire indireceğim.

Yurt dışı gezilerine giderken, çok sevdiğim zırhı limuzin Mercedes’lerimi ayrı bir uçakla yollamaktan vazgeçeceğim.

Bir yerden bire yere giderken en az 150 otomobillik konvoylarla hareket etmeyeceğim. 1500 olan koruma sayımı makul bir seviyeye çekeceğim.

Yanımda çalışan sevdiğim kişilere üç beş ayrı şirketten maaş ödemeyi keseceğim.

Yanımda çalışanların şirket kasasından lüks içinde yaşamalarına izin vermeyeceğim.

Örnek bir vatandaş olacağım.

Ne de olsa 735 milyon kişi açlıkla mücadele ediyormuş.

Artık duyarlı bir vatandaş olacağım.

Sözüm söz.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Siyasetçiler ciddi ciddi Cem Yılmaz’dan daha komik olmadığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları