2. yüzyıla girerken tek savaşımız kaldı

Cumhuriyet’imizin 100. yılı.

Bugün dalya diyor, ikinci yüzyıla doğru yolculuğumuza başlıyoruz. Kolay bir şey değildir yüz yıllık bir Cumhuriyet.

Çevremizde bunu başarabilen devlet sayısı pek azdır.

Ruslar, 1917’de kurdukları devletlerini yüz yıl yaşatmayı başaramadılar.

İran, Irak, Suriye, Mısır, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Gürcistan, Azerbaycan hiçbiri.

100. yıllarını kutlamak hiçbirine nasip olamadı.

Biz hariç.

Bu yüzden önemlidir yüz yıl.

Kolay değildir yüz yıl yaşayacak bir devletin temelini atmak.

O temeli atan adamdır Atatürk.

Ve bugün toplumun büyük bir coşku, toplumu yönetenlerin ise pek bir hevessizce kutladığı 100. yılı, Mustafa Kemal Atatürk’ün adını anmadan kutlamaya kalkışmak ancak ya çok büyük bir cehalet ya da yüz yılı aşan bir ihanet nedeniyle olabilir.

Atatürk ve onun kurduğu Cumhuriyet olmasa idi, bugün köyünde sömürge köylüsü olarak oturacak olanlar, başka bir devlette doğup büyümek zorunda kalacak olanlar, İstanbul’a pasaportla belki girebilecek olanlar bugün bu ülkenin en önemli makamlarının bazılarına gelmelerini borçlu oldukları adama saygı duymuyorlarsa bunun bu iki nedenden başka nedeni olamaz.

Bugün Ayasofya Türk topraklarında ise Atatürk sayesindedir.

Bugün Ayasofya’nın minberinde elinizde kılıçla oturabiliyorsanız onun sayesindedir.

Eğer o olmasa idi, o kılıç elinizde değil, başka bir yerinizde olurdu bilesiniz!

Bugün genç kuşaklar zannediyor ki, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları en büyük mücadeleyi cephede verdiler.

Keşke öyle olsaydı.

Asıl mücadele savaş sırasında ve sonrasında cehalete karşı verilen mücadele idi.

Mustafa Kemal’in en geniş cephesi oydu.

Ve müthiş bir kısır döngü ile beslenen bir cephe idi. İhanet cehaleti körüklüyor, cehalet ihanete dönüşüyordu.

Atatürk’ün en önemli savaşı bu cehaleti yenmekti.

İhaneti engellemenin tek yolu, cehaleti yenmek, hainlerin can damarını kesmekti.

100. yılda Atatürk’ün adını anmaktan kaçınanlar o günlerde İngilizle, Yunanla, bilcümle düşmanla, emperyalistle işbirliği yapıp Atatürk’e isyan edenlerdir, Cumhuriyet kurulduktan sonra bile isyanlarından vazgeçmeyenlerdir.

Bugün 100’ü noktalayıp, 101. yılımıza girerken, Türkiye’deki bu hainlere zerre şaşırmıyorum.

Onlar 100 yıl öncesinin hainlerinin çocukları, torunları, soydaşları, soysuzlarıdır.

Ama bilmeden o hainlerin emrine giren ve ihanet ordusunun neferi haline dönüştürülen cehalete acıyorum.

Ve bugün 101. yılın arifesinde en büyük sorunumuz ve belki de sonumuzu getirecek olan budur.

Atatürk tüm savaşları kazanmış ve bizden sadece cehaletle savaşı sürdürmemizi istemiştir.

Bu savaşı kaybetmedik ama kazanamadık da.

2. yüzyılda kazanmamız gereken tek savaş budur.

Bu savaşı kaybetmek, vatanı kaybetmektir.


Mehmet Gazze’ye hangi yolla gidecek?

“Mehmetçik Gazze’ye” sloganları eşliğinde, ümmetin gazı alındı.

Hayırlı uğurlu olsun.

Suudi Arabistan “Çatışmalar sona erince İsrail ile görüşmelere ve barış sürecine kaldığımız yerden devam ederiz” derken, Mısır komşusu Gazze’nin Refah Kapısı’nı İsrail’in izni ile açarken, bizimkiler “Mehmetçik Gazze’ye” diyor.

Nasıl olsa elde bol bol Mehmetçik var.

Birazı da Gazze’ye gitsin ne olur ki!

Mehmetçik Gazze’ye diye bağıranlara “Yarın Gazze’ye uçak kaldırıyoruz” denilince “Yarın çok işim var gidemem” dediklerini de biliyoruz ama zaten onlar “Biz Gazze’ye gidelim” demiyor ki, “Mehmetçik” gitsin” diyorlar.

O kadar şerefli, o kadar vatanseverler ki, Mehmetçik zannedip Gazze’ye yollarlar diye gidip adlarını bile değiştirirler o ayrı.

Peki, Mehmetçik Gazze’ye giderse kiminle savaşacak hiç düşündüler mi?

Ne zannediyor bunlar, Mehmetçik Gazze’ye gidip McDonalds yakacak, Starbucks camı kıracak, yola Coca Cola mı dökecek!

Yoksa İsrail ile ve ABD ile mi savaşacak!

Madem bu kadar güçlü ve bu gücü göstermeye niyetlisiniz o zaman Gazze’ye falan gitmeyin, yanı başınızda kurulan terör devletine karşı ABD ile savaşın.

Gazze’de karşı karşıya geleceğinize, yanı başınızda Suriye’de savaşın ABD ile.

Coğrafya bilmez dangalaklar.

Anlatın bakalım bana bir Mehmetçik nasıl gidecek Gazze’ye.

Kavgalı olduğunuz Beşar Esad’ın topraklarından geçerek mi?

Tel Aviv havalimanından otobüsle mi, İsrail’e sormadan insani yardıma izin vermeyen Mısır üzerinden mi, çatışmalar bitince İsrail ile yeniden görüşmeye hazır olduğunu açıklayan Suudi Arabistan yolu ile mi, yoksa 6. Filo ablukasındaki denizden, yeni Mavi Marmara gemisi ile mi?

Bakın ben size bu goygoycu sürecin nasıl noktalanacağını söyleyeyim.

Bu iktidar daha önce Libya konusunda ABD’ye kafa tuttu.

Sonrasında İsrail’in İran’a karşı korunmasının en önemli unsuru olan Kürecik Radar Üssü’ne izin vermek zorunda kaldı.

Bir sonraki kafa tutması Rahip Brunson’ın salıverilmesi, Almanya’ya diş göstermesi ise terör destekçisi diye içeri attıkları gazeteci Deniz Yücel’in mahkeme kararı bile olmadan salıverilmesi ile sonuçlandı.

Rusya’ya Suriye’de kafa tutunca araya Cavit Çağlar’ı sokup özür diledik, üzerine bir de S 400 almak zorunda kaldık.

Suudi Arabistan’a katil deyip salladık, sonra Merkez Bankası’na 5 milyar dolar yatırsınlar diye cinayetin dosyasını kendilerine verip, sarılıp öpüştük.

Bu nedenle “Mehmetçik Gazze’ye” sloganları ile başlatılan bu sürecin nasıl noktalanacağını çok merak ediyorum.

Acaba bu kez hangi tavizi vereceğiz?

Montreux’den vazgeçip Boğazları uluslararası komisyona verseler bile artık şaşırmam.

Meydan okumamız ne kadar desteksizse, tavizimiz o kadar büyük oluyor, artık öğrendik.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

İhanet ile cehaletin kol kola ilerlediğini unutmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları