O da anayasal düzene başkaldırı bu da!

Soruyu başka türlü sorarak başlayalım.

Sokaklarda bir elinde PKK bayrağı olduğu söylenen çaput, diğerinde Öcalan posteri ile “Bağımsız Kürdistan” diye bağırarak yürüyen birine, bir genç gelip yumruk atsa idi, bu genci tutuklar mıydınız!

Polis bu genci gözaltına almaya kalkıştığı sırada bir başka PKK yandaşı gelip polisin yanında bu gence yumruk atsa polise neler söylerdiniz!

Mevcut durumun bundan hiç farkı yoktur.

PKK bayrağı taşıyan da anayasal düzene karşı bayrak açmıştır, hilafet bayrağı açıp hilafet isteyen de…

İkisinin de suçu birbirinin aynıdır.

Her ikisi de aynı suçu işlemektedir.

Ama ikisine de hiçbir vatandaş anayasal düzeni korumak maksadı ile de olsa yumruk atamaz.

Düzeni korumak devletin görevidir.

Devlet de tarafsız olmalıdır. Anayasal düzene başkaldıran herkese aynı adaletle yaklaşmalıdır. 

Aslında ihkakı hakkı doğuran da devletin haksızlığa bulaşmasıdır. 

Ha gelelim sonrasına.

Anayasal düzene PKK adına karşı çıkana yumruk atılsaydı, son zamanlarda milliyetçiliği ayaklar altına almaktan vazgeçenler yumruk atana sahip çıkar, siyasal Kürt hareketinin mensupları ise yumruk atana saldırırlardı.

Hilafet bayrağı açarak anayasal düzeni yıkma kararında olduğunu beyan edene ise milliyetçiliği ayaklar altına almaktan şimdilerde vazgeçenler sahip çıkıyor ve yumruk atanı suçluyorlar.

Üstelik bunların arasında bakanlık koltuğuna oturtulmuş, kaldırılmış zavallılar da var!

Anayasaya karşı işlenen bir suçu destekleyen bakanlar.

Oysa durum çok açık.

Anayasal düzene karşı olmak suçtur.

Bu suçu işleyenlerden birini alkışlayıp, diğerine sahip çıkmak ise ancak Cumhuriyet düşmanlarının yapacağı bir iştir.

İkisi arasında hukuki açıdan hiçbir fark yoktur.

PKK’yı savunan milletvekili ile hilafet bayrağını savunan milletvekilinin soyu aynıdır. 

Her ikisinin de ortak amacı bu Cumhuriyet’i yıkmaktır.


Halife kim sorusu hâlâ yanıtsız 

Hilafet diye ortalıkta dolaşarak anayasal rejime bayrak açanlara geçen hafta basit bir sual sordum!

“Halife kim olacak?”

Yanıt yok!

İslam Devleti’nin en bilinen, Hazreti Peygamber ile de dost 4 halifesinin hikayesini bile bilmeyenler ellerinde bayrakla hilafet istiyor.

Bu dört halifeden üçünün cinayete kurban gitmesi, bugün hilafet diye yutturulmaya çalışan siyasi palavradan, siyasi güç elde etmeye çalışanlar tarafından hiç anlatılmaz.

Oysa Hz. Ebubekir yatağında ölen tek halifedir.

Ki onunla ilgili bile zehirlenme iddiaları ortaya atılmıştır.

Onu takip eden Hz. Ömer adalet anlayışını beğenmeyen bir Müslüman tarafından öldürülmüştür.

Üçüncü halife Hz. Osman evini kuşatan muhalifler tarafından…

Dördüncü halife Hz. Ali ise namaza giderken yine muhalifleri tarafından katledilmiştir.

Bu cinayetler konusunda bile Müslümanlar bugün bile hemfikir değildir.

O gün bugündür, Müslümanlar asla tek bir halifenin altında toplanmamış, tam aksine halifeler ayrılıkların, iç savaşların, iç kargaşaların nedeni olmuştur.

Bugün ellerinde bayrakla anayasal düzene bayrak açan cühelanın ve onlara destek veren TBMM’deki cühela vekillerinin anlamadığı bilmediği budur.

Arap Müslümanlar, İngilizlerle iş birliği yaparak Osmanlı Ordusu’na saldırdığı zaman Osmanlı Sultanı’nın sözde halifeliği hiçbir işe yaramadığı gibi, o günlerde Osmanlı’ya karşı İngilizlerle iş birliği yapmanın İslam’ın emri olduğunu söyleyen hilafet fermanları bile vardı.

Yani anlayacağınız hilafet var olduğunu zannettiğiniz İslam Dünyası’nda sorunların sonu değil, başlangıcıdır.

En basit soru ise “Halife kim olacak?” sorusu ya da sorunudur!

NOT: Prof. Dr. Adnan Demircan’ın Dört Halife Üç Cinayet adlı kitabı bu dönemi anlamanıza yardımcı olabilir. Hilafet isteyenler ise zaten okumayacaklar. Okusalar böyle olmazlardı.


Mitinglerde sorulmayan sorular

İsrail’i ve İsrail’in Gazze’deki soykırım girişimini lanetleyen miting sırası dün İstanbul’da idi.

Pek çok Avrupa ülkesinde de benzer mitingler yapılıyor.

Bu mitinglere katılanlar sadece Müslümanlar değil; İsrail’in soykırımından rahatsız olan farklı dinlerden vicdanlı insanlar da bu mitinglere katılıyor, hükümetlerinden hesap soruyorlar.

Bizde eksik olan ise tam da bu.

Bizde bu mitinglere katılanlar kendi hükümetlerinden hesap sormuyor ve iktidarın “hamaseti” ile yetiniyorlar.

Bu mitinglere katılanlar, Türkiye’deki iktidara

-İsrail’e güzel bağırıp çağırıyorsunuz da İsrail’le ticaret alabildiğine devam ediyor.

-İsrail’e Türk limanlarından ayda 500 kadar gemi seferi yapılıyor, bu gemiler kimin?

-İsrail’e askerî malzeme gönderilmesine bile izin veriyorsunuz, bu malzemeleri İsrail’e kim satıyor?

-Bir yandan İsrail’e sövüp diğer yandan askerî malzeme dahil her şeyi satmak halkı kandırmak değil mi?

– Sizin İsrail’i destekleyen Batı hükümetlerinden ne farkınız var? Anlatsanız da dinlesek!

Diye sormadığınız müddetçe bu mitingler boştur.

Siyasi olarak kullanmak ve gaz almak dışında hiçbir amacı ve faydası yoktur.


Bu başkanı kulüpler mi buldu?

Futboldaki rezilliği unuttuk zannetmeyin.

Her şeyi çarpıtan ve bir algı yönetimi ile her türlü olayı bağlamından koparmayı beceren iktidarımız bu meseleyi de aynı yola sokmaya çalışıyor.

Öyle bir hava oluşturuyorlar ki, zannedersin Türkiye’de gerçekten “özerk” bir federasyon var.

Bu rezaletten o özerk federasyon ve iki takımın başkanları sorumlu.

Yahu herkes ve hepimiz biliyoruz ki, o federasyon başkanını belirleyen iktidar.

Türkiye Futbol Federasyonu Genel Kurulu sadece siyasetin belirlediği ismi onaylamakla mükellef.

Federasyonda en yüksek oy hakkına sahip olan taraf kamu tarafı ve iktidar kulüplerde de çok etkili.

En bağımsız görünen kulübü bile ya kulübün Bankalar Birliği ile olan anlaşması üzerinden, ya da yöneticilerinin işleri üzerinden etkileme gücüne sahip.

Yani işin özü şu.

Eğer Futbol Federasyonu Başkanı’nın söylediği gibi, Suudi Arabistan fikrinin sahibi kendisi ise bu rezaletin de tek sorumlusu odur.

Kulüp yönetimlerinin iktidarın futboldaki gölgesi olarak gördükleri Federasyon Başkanı’na “hayır” deme cesareti bulmaları zordur.  

Bunu dedikleri anda bedelini sahada ve hatta bankada ödeyeceklerini bilecek kadar bu işin içindedirler.

Eğer Federasyon Başkanı’na bir suç ortağı aranıyorsa o ortak onu oraya oturtandan başkası değildir.

Üstelik de bunu Bylock’çu olduğu biline biline yapıldığı için suç ortaklığı katmerlidir.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Anayasal düzen karşıtlarının işbirlikçileri bakan yapılmadığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları