Felaketin büyüğü heybede mi!

İliç’teki maden faciası bitti, olan oldu zannediyorsanız çok ama çok yanılıyorsunuz.

Şu anda İliç’deki Anagold madeninde gergin bir bekleyiş ve çok ciddi bir çözüm arayışı sürüyor.

5 bakan ve pek çok uzman İliç’te.

Türk üniversitelerinden çok değerli hocaların yanı sıra, uzun yıllardır ABD’de, Colorado School of Mines’da yani dünyanın en köklü madencilik okullarından birinde 32 yıldır profesörlük yapan Prof. Kadri Dağdelen de şu anda maden sahasında incelemeler yapıyor.

İliç faciası sonrası bana ulaşıp, aydınlatıcı bilgi vermeye çalışan Dağdelen, pek çok madende hem planlamacı hem de güvenlik uzmanı olarak danışmanlık yapmış bir isim ve bu madenler arasında İliç de var.

Bilinen gerçek şu ki, bir hata olmadan madenlerde böyle olaylar olmuyor.

Başta Dağdelen olmak üzere uzmanlar hatanın nerede yapıldığını bulmaya çalışıyorlar.

Ancak bu arada çok da gergin bir ortam var ve bunun nedeni 9 çalışanı yutan milyonlarca toprağın hâlâ kayma ihtimalinin olması.

Bölgeden bana gelen bilgilere göre, toprak halen stabil hale gelmiş değil ve daha büyük bir kayma beklentisi var, bu kaçınılmaz görünüyor.

Gergilim nedeni ise 30 milyon tona yakın toprağın “nereye” kayacağının belirsiz olması.

Uzmanlara göre, şu anda büyük bir enerji birikimi oluşturmuş halde bekleyen toprak 3 farklı yöne doğru kayabilir.

Bu üç yönden birinde maden tesisleri var.

İkinci yön, boş arazi ve buraya kayması halinde çok büyük bir sorun yaşanmayacak.

Üçüncü yöne kayması halinde ise felaketin büyüğü ortaya çıkacak çünkü madenin “siyanür deposu” tam da bu tarafta.

Eğer toprak kayması bu yönde gerçekleşirse, tam 30 ton siyanürün bulunduğu bu depoyu altına alacak ve 30 bin kilogram siyanür doğaya salınacak.

Bunun anlamı şu: Aynı madende bir süre önce siyanürlü su havuzunda meydana gelen sızıntıda 8 kilogram siyanür doğaya karışmıştı ve kıyameti koparmıştık.

Allah korusun eğer beklenen kaçınılmaz toprak kayması bu yöne doğru olursa bu kez 30 bin kilo yani geçen seferkinin tam 3750 katı bir siyanür doğaya karışacak.

Ortaya çıkacak çevre felaketinin boyutunu düşünmek bile korkunç.

Bu nedenle şu anda 5 bakan ve onlarca uzman bölgede nasıl yaparız nasıl ederiz de bu toprağın en az zarar verecek yöne kaymasını sağlarız diye düşünüyorlar.

Ancak oldukça gayrı stabil hale gelen ve üzerindeki çatlaklar her geçen dakika genişleyen toprağın ne yapacağı meçhul ve dokunmak bile riskli.

Galiba her şey doğaya bağlı.

Umarız doğa, buradaki sorumsuzluğu bir kez daha cezalandırmaz.

NOT: Madendeki sorunlardan biri de olaydan sorumlu tüm teknik personelin tutuklu olması. Oysa şu anda bu personelin arazi ve alan ile ilgili bilgilerine çok ihtiyaç var. Hiç değilse ayaklarına birer elektronik kelepçe takılıp sahadaki çalışmalara katkı vermelerinin sağlanması gerekiyor galiba.


Şengör ve madencilik

Celal Şengör, bir konferansta söylediği sözlerine daha önce defalarca açıklık getirmesine rağmen hâlâ saçma sapan bir şekilde kendisine yönelik bir karalama olarak kullanılmasına karşı, son bir kez yanıt verme ihtiyacı hissetti.

Buyrun Celal’ın söylediklerini okuyun lütfen:

“Sevgili Fatihciğim,

İliç’te meydana gelen müessif maden kazası önemli maddî zararın yanında dokuz vatandaşımızın da hayatına mâl olmuştur. Bunun üzerine bazı kişiler bana hakarete varan mesajlar attılar. Bay Can Erman’dan bir örnek: “Mahkemeyle ugrasmamak icin kibarca yaziyorum. Ama emin olun kolay degil. Hadi cikin ekrana, tekrar deyin ki maden elestirmek cehalettir. Sizi sever sayardik. Bu felaketin karsisinda Turkiye cumhuriyeti ne fayda kazandi ki siz bu madenleri can hiras savundunuz. Siz de mi para aldiniz? Ya aklinizi peynir ekmekle yemissiniz ya da vatan hainisiniz.” Avukat İsmail Hakkı Atal Bey ise benim maden şirketleri tarafından manipüle edildiğimi söylüyor. Bu ifadeler hakaret ve birer iftira olup mahkemeye verilmelidir, ama Türkiye’de hukuka güven olmadığı için o zahmete katlanmak istemiyorum. 

Bunlar ve benzeri kişiler benim dediklerimi ve yazdıklarımı yanlış anlamışlar. Ben madenciliği eleştirmek cehalettir dedim. Aynı şeyi tekrar ediyorum. Bu beylerin üzerindeki pek çok mâmul, madenlerden çıkarılan metallerle yapılmıştır. Eskiden, milletin parası yeterken, tüm alyanslar altındandı. Uzaya giden peykler, uçan tayyareler, yüzen gemilerin çoğu madenlerden elde edilen hasatın eseridir. Onun için tekrar edeyim: madenciliği eleştirmek cehalettir. Bu demek değildir ki, ahmakça, câhilane, zararlı yöntemlerle yapılan madencilik eleştirilmesin. Deniliyor ki, memleket sömürgeye döndü. Bunda madenciliğin değil, o memleketi yönetenlerin kabahati vardır. Atatürk Maden Tetkik ve Araştırma Enstitüsünü niçin kurmuştu? Kendi madenlerimizi akıllıca kendimiz çıkartalım diye. Sonra politikacılar Enstitüyü Genel Müdürlük yaptılar kendilerine sıkı sıkı bağlamak için. Halbuki Atatürk’ün enstitü planında eğitim ve yüksek öğretim vardı. Ama biz milletçe 73 yıldır Atatürk muhaliflerine oy vermekle meşgulüz. 

Ben bir bilim adamıyım. Madencilik hakkındaki yargılarım sadece Türkiye’ye mahsus değildir, tüm dünyayı ilgilendirir. Avukat İsmail Hakkı Bey diyor ki “Afrika’yı bitirdiler”. Acaba kendisi hiç Afrika’ya gitmiş midir? Meselâ ben ona Banket Konglomerası dersem ne anlar? Ben Güney Afrika’da epey çalıştım, hattâ De Beers şirketinde iki hocamla beraber jeolojik danışmanlık yaptım (görevimiz elmas oluşumuna sebep olan kratonların nasıl oluştuklarını anlatmaktı). Libya’da çalıştım. Buraların hiç de öyle “bitmiş” bir halleri yok. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde faaliyet gösteren Katanga Madencilik Ltd. şirketi Afrika’nın hâlâ en büyük bakır ve dünyanın en büyük kobalt üreticisi olma potansiyeline sahiptir. Bu faaliyet Kongo, Belçika kralı Leopold’ün bir müstemlekesiyken başlamıştı. Hâlâ sürüyor. Kongolular birbirlerini yemekten vaz geçip biraz bilime yönelseler, Kanada’ya ait olan bu şirketle akılcı ortaklıklar yapabilirler, ödedikleri veya elde ettikleri milyonlarca dolarlık rüşvetlerden kurtulurlar. Bugün Kongo’da Belçikalıların yaptığı demiryolları âtıl olup, orman tarafından yutulmuştur. Bu da mı Avrupalıların kabahati? (Tim Butcher’in Blood River (2007) adlı eserini bilhassa tavsiye ederim.) İnsanların aptallık, cehalet ve ahlâksızlıklarını madenciliğe yüklemeyelim. Madenciliği gazetelerden değil, bilimsel eserlerden öğrenelim. 

Sömürge olmak istemiyorsak aklımızı başımıza alalım, adam gibi bir eğitim sistemi geliştirelim, dünya bilimine entegre olalım. Unutmayalım, başımıza gelenler kendi eserlerimizdir! Meşhur sözdür: “Yemeyenin malını yerler”.

Sevgilerle,

Celal”


Koç’un AKP karşıtı olması safsatası

Galiba birileri, Koç Grubunun Ekrem İmamoğlu’nu ülkeye cumhurbaşkanı yapmak için uğraştığı dedikodusunu yayıyor olmalı ki, Koç Holding dün bir açıklama yaparak siyasetle bir ilişkileri olmadığını, böyle bir şeyin söz konusu bile olamayacağını, bunun Koç Grubunu yıpratmak için kasten yapılan kötü niyetli bir yaklaşım olduğunu söylemek zorunda kaldı.

Bence de Koç Grubu için böyle bir iddiayı ortaya atmak için ya aptal, ya cahil, ya kötü niyetli ya da bu saydıklarımın hepsi birden olmak lazım.

Ya da Koç Grubundan şantajla reklam almaya çalışan bir medyanın sahibi.

Çünkü Koç Grubunun mevcut iktidarla bir sorunu olduğunu hiç ama hiç zannetmiyorum.

Tam aksine, AK Parti iktidarı dönemi, Koç Grubu için muhtemelen en iyi dönemdir.

AK Parti iktidarında beş ünlü müteahhitin ve altıncı olarak Rönesans Grubunun çok hızlı büyüdüğü biliniyor.

Binali Yıldırım’ın bakanlığı döneminde Bayburt Grubun da bayağı bir palazlandığı açık.

Ama bunların borç alacakları ve sahip oldukları mallara ne kadar sahip olabildikleri düşünüldüğünde bir ikisi dışında durumları risklidir.

Ama yine de iktidara yakın irili ufaklı pek çok firma da AK Parti dönemini iyi değerlendirdiler. Bunu da görmemek mümkün değil.

Ama AK Parti döneminin en fazla yaradığı grup bence Koç Grubu.

Bunun söyleyebilmemin nedeni çok basit.

Bugün Türkiye’nin en büyük şirketi hangisi?

TÜPRAŞ.

Hem de ne büyüklük.

En yakın rakibi Star Rafineri’nin 2,5 katı.

En yakın sanayi şirketi Otosan Ford’un 3 katı.

Koç Grubunun 2023 yılı ilk dokuz aylık gelirleri 880 milyar.

Bunun yarıya yakını, 382 milyarı TÜPRAŞ’tan elde edilen gelir.

Üstelik TÜPRAŞ yapısı itibarıyla bir tür iltizam.

Peki TÜPRAŞ’ı Koç Grubu Devlet’ten hangi iktidar zamanında aldı?

Tabii ki, AKP.

Yani bir TÜPRAŞ satışı ile AK Parti iktidarı Koç Grubunu neredeyse yarı yarıya büyüttü.

AKP iktidarı sırasında Ford’un, TOFAŞ’ın büyüme hızlarına da bir göz atarsanız iktidarın Koç Grubu ile bir derdi olmadığını, Koç Grubunun da iktidardan şikayetçi olacak bir hali olmadığı görürsünüz.

Haa, Koç Grubunun Ülker ile birlikte aldığı Ankara İstanbul otoyolunun özelleştirme ihalesini iktidar iptal etti ama bu ne Koç’un ne de Ülker’in aleyhine oldu.

5,5 milyar dolar borçlanacak, TL geliri olan bir işi devralacak ve hızlı kur artışı nedeniyle sürekli zarar edeceklerdi. İptal edilen ihale aslında Koç ve Ülker’e zarar değil, fayda sağladı.

Bu yüzden Koç’un iktidarı değiştirmek istediğini iddia etmek gerçek bir aptallıktır.

Zannedilenin tam aksine AKP döneminde Koç Holding tüm rakipleri ile arasını kolay kolay kapatılamayacak ölçüde açmıştır.


Ortaylı’dan Şevki Yılmaz değerlendirmesi

Katıldığı düğünde, Atatürk ve TBMM’ye açıkça söven Şevki Yılmaz’a haddini bildirmediği için, bazılarınca hedefe koyulan İlber Ortaylı’yı bugün Youtube kanalımda konuk ediyorum.

Öğlen saatlerinden itibaren izleyebilirsiniz.

İlber Hoca, Halil Konakçı denen şahsı hiç ama hiç tanımadığını ve varlığından bile haberi olmadığını, Şevki Yılmaz’ı ise orada tanıdığını söyledi.

Şevki Yılmaz’ın abuk sabuk sözlerine orada yanıt verdiğini anlatan Ortaylı, Türkiye’de Türklere hakaret etme hakkına kimsenin sahip olmadığını, başka bir ülkede bunun yapanın cemiyet dışına atılacağını orada net bir şekilde ifade ettiğini anlattı.

“Niye daha sert bir yanıt vermedin” soruma ise “Bir düğünün kraliçesi gelindir. Düğünde gelinden rol çalmak edepsizlik ve terbiyesizliktir. Düğünler siyasi mesaj veya kavga yeri değildir. Bir genç kızın en önemli gününü bir terbiyesize laf yetiştirmek için berbat edemezdim. O terbiyesizliğin peşinden gidemezdim. Ben bu tiplerle zaten mücadele ediyorum. Yazımla, sözümle. Ama bu mücadelenin yeri düğünler değildir.” diyor.

İlber Ortaylı, Şevki Yılmaz’ın etnik nedenlerle Türk düşmanlığı yaptığını ve bunu da din perdesi arkasına sakladığını düşünüyor.

“Asıl onun geçmişini kazırsak kim bilir altından neler çıkar” diyor.

Ve muhatap alacağı insanda da asgari bir kalite aradığını ekliyor.

Ben de şunu eklemek istiyorum.

Elinizde 10 tane daha İlber Ortaylı var ise, bu düğündeki tavrı nedeniyle bu İlber Hoca’yı harcamaya devam edin.

Yok eğer yoksa harcamadan önce bir düşünün.


Oy ve Ötesi ve Oy Birliği

Ertuğrul Özkök ilginç bir yazı yazmış ve Oy ve Ötesi adlı seçim güvenliği oluşumunun ortadan kaybolduğunu ve yerine Oy Birliği diye yeni bir oluşumun ortaya çıktığını söylemiş.

Oy Birliği adlı yeni oluşumun iktidar yanlısı bir oluşum hissiyatı verdiğini, İstanbul’da İmamoğlu’nu hedef aldığını hissettirmiş, bir yandan da Oy Birliği adlı bu yeni oluşumun kurucusunun Atatürkçü ve demokrat bir eğitimci hissiyatı vermeye çalıştığını da eklemiş.

Yani anlayacağınız, bir tür kuzu postunda kurt iması yapmış.

Doğrusunu isterseniz, benim Oy Birliği adlı bu oluşumdan hiç haberim yoktu.

Sağ olsun Özkök sayesinde öğrendim.

Ancak Özkök’ün Oy ve Ötesi’nin ortalıkta olmadığı iddiası doğru değil.

Ertuğrul Bey, kendi görmediği şeyi yok saymayı sevdiği için kendi görüş açısında olmayınca Oy ve Ötesi’ni de yok saymış.

Oysa Oy ve Ötesi hâlâ var ve 28 Şubat’ta 31 Mart seçimleri için nasıl organize olacaklarını anlatacakları bir basın buluşması düzenliyorlar.

Hatta isterse Ertuğrul Özkök de bu toplantıyla katılabilir.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

İnanca sahip olunca ahlaka sahip olmamıza gerek olmadığını düşünmediğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları