
Fatih Altaylı
Yazı İçeriği
Edep yahu!
F-16 muamması
Asperger ve Celal
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Edep yahu!
Fatih Altaylı
Mayıs 18, 2025
Yazı İçeriği
Edep yahu!
F-16 muamması
Asperger ve Celal
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
F-16 muamması
Manasız meselelerle kamuoyunun gündeminde yer aldığım için özür dilemek istiyorum.
Dün birkaç kişi arayıp sosyal medyada çok konuşulanlar arasına girdiğimi söyledi.
Dün köşe yazım yoktu, emekli büyükelçi, Türk Keneşi Genel Sekreteri Halil Akıncı ile yaptığım program dışında bir yayın da yapmamıştım ki, gündemde olayım.
Sonra baktım ki, ortaya karışık mevzuların toplamı beni gündemin üst sıralarına taşımış. Konuşulan konulardan biri de, bir sözde akademisyenin benimle ilgili zırvaları.
Oytun Erbaş’ın.
Uzunca bir süredir gündeme gelebilmek için her yolu deneyen bu çocuk, bunun en kolay yolunun yandaş basına çıkıp bana sövmek olduğunu gördüğünden beri sürekli bunu yapıyor.
Açıkçası ciddiye aldığım falan da yok. Yanıt bile vermiyorum.
Çünkü ruh halinin çok da sağlıklı olmadığının farkındayım.
Yıllar önce birkaç kez programıma konuk edip, sonrasında yaşadığı dönüşümü fark edince kendisinden uzak durma kararı aldım ve bunu da 3 yıl önce yazdığım bir yazı ile açıkladım.
O da o gün bugündür bana saldırıyor.
Ancak işi giderek iftira ve delilik kisvesi arkasına saklanamayacak bir yalancılık ve hatta paranoyaya çevirdi.
Bu kez de çıkıp benim kendisini çalıştığı üniversiteden kovdurduğumu ve bu yüzden milyonlarca dolarlık laboratuvarların çürüdüğünü söylemiş,
İşim yok da, bir üniversite rektörünü arayıp “Bu adamı kovun” diyeceğim.
Üniversitenin rektörünün de işi yok da ben dedim diye bir profesörü kovacak.
Birincisi, hayatımda kimsenin işinden edilmesi için kimseyi aramışlığım yoktur.
Ben eleştiririm, yazarım, kızarım ama kimsenin işinden edilmesi için kimseyi aramam.
Bu ruh hali sağlıksız kişi için de kimseyi aramadım.
Adını andığı rektörü hayatımda bir kez olsun aramadım. HTS kayıtlarına bakıp bulabilirler. Bende numarası bile yok. Tanışıp tanışmadığımızı bile hatırlamıyorum.
Üniversiteden kovulduğundan bile haberim yoktu, bu yayını ile öğrendim.
Acaba üniversite bu kişiyi, kendi çıkarıp yayınlayıp, kendisinin hakemlik yaptığı dergi ile bilimsel sahtekarlık yaptığı, saçma sapan açıklamalarla bilim insanlığına gölge düşürdüğü, pandemi döneminde “Türklere genetik olarak COVID etki etmez” şeklinde abuk sabuk açıklamalar yaptığı, kendini ve doğal olarak ona iş veren üniversiteyi utanılacak hallere düşürdüğü için kovmuş olabilir mi!
Çünkü konunun benimle hiçbir alakası olmadığı gibi, kimseyi işten kovdurmaya ne niyetim oldu ne girişimim.
Ayrıca mesleki ve siyasi pozisyonum itibarı ile böyle bir gücüm de olmadığı aşikar.
Bu yüzden sosyal medyada bana edilen teşekkür ve tebrikleri ne yazık ki kabul edemeyeceğim.
Konunun benimle alakası yok.
Ama bu yalancıyı dava edeceğimi söylemeliyim.
Artık haddini aştı.
Bu arada bana düşman kesilmesine neden olan 3 yıllık yazımı da aşağıya koyayım da edepsizliğinin nedeni anlaşılsın.
Eski bir yazı, Bahar Candan’ın akademi versiyonu
(Bu yazı 8 Şubat 2022 tarihinde Habertürk gazetesinde yayınlanmıştı)
Hayretle izliyorum.
Akademisyen Oytun Erbaş’ın “Babam manavdı, dedem manavdı, o dedem değil öbür dedem manavdı, o da değil diğeri manavdı. Veteriner olan değil, veteriner olmayan manavdı. Manav olan veteriner akademisyen olan değildi. Öbürü doktordu ama konumuzla ilgisi yoktu. Ben aslında yetimdim. Veteriner olan babam değildi. İsterseniz DNA yaptıralım. Baytar olan, veteriner olanı döverdi ama manav olan aslında pazarcıydı. Ama her gün pazara çıkmazdı. AK Parti olmasaydı veteriner olmayan babam veteriner olamazdı. Dedem Pazar tezgahını AK Parti’den almıştı. AK Partili belediye olmasaydı zabıtalar dedeme pazarcılık yaptırmazdı. Ama zaten o dedem pazarcı değildi. Öbür dedem pazarcıydı” şeklindeki manasız, şekilsiz, yalan dolanla dolu açıklamaları günlerdir tartışılıyor.
Allah aşkına farkında değil misiniz, Oytun Erbaş isimli “meczup” akademisyenin de istediği tam bu değil mi!
Yıllar önce muhtemelen belki de ilk kez bu çocuğu ekrana beyin ile ilgili bir konuyu konuşmak için ben çıkardım.
Oldukça zeki, ağzı laf yapan, bilgisini iyi satan, hiperaktif, dikkat eksikliği sendromundan mustaripmiş gibi görünen, tatlı bir genç izlenimi bıraktı üzerimde.
Sonra bir iki kere daha geldi.
Ağzının iyi laf yapması ve kendini güzel pazarlaması sayesinde bir anda medyamızda çok popüler oldu.
Her gün bir ekranda görünmeye, TEDx konuşmalarında yıldızlaşmaya başladı.
Bir gün Teke Tek editörlerine şöyle dedim:
“Bu çocuk saçmalamaya doğru gidiyor. Artık benim programlara davet etmeyin. Kendine aşık oldu. Zıvanadan çıkmış belli ki.”
Bir bilim insanlığından, bir medya maymunluğuna doğru savrulmuştu.
Yarışma programlarının saçmalayarak ünlü olanlarına, gelin kaynana programlarının kafasında bardak kırarak şöhret kovalayanlarına dönüşmüştü.
Sempatik, bitirim bilim adamı gitmiş yerine sanki Bahar Candan’ın okumuşu gelmişti.
Ne kadar saçmalarsa o kadar konuşuluyor, ne kadar konuşulursa o kadar saçmalıyordu.
Bahar Candan’dan tek farkı, Bahar Candan’ın daha sempatik olması ve kendiyle dalga geçebiliyor olmasıydı.
Ancak bir yere kadar gidebildi.
Pandemi başlarken gündeme gelmek, konuşulmak için söylediği “Türklere bu hastalık asla bulaşmaz, bizim genlerimiz bu hastalığa karşı dayanıklı” zırvalığı sonu oldu.
Bu cümlelerin edildiği an bilim adamlığından, medya maymunluğuna dönüşümün tamamlanıp, tescil edildiği andı.
Önce alay konusu oldu sonra konuşulmaz hale geldi.
Televizyon programlarının aranılan konuğu falan değildi artık.
Ne yalan söyleyeyim üzülmüştüm.
Şöhret pırıl pırıl, üstelik de başlangıçta oldukça sempatik görünen bir beyni çürütmüş, yok etmişti.
Bu saçmalığı sonrası unutulmak, bir kenara atılmak çok zor geldi Oytun Erbaş’a.
Artık gazetede her gün kendini göremeyen eski kulüp başkanlarının, yaşlandığı için artık anılmayan eski güzellerin durumuna düştü.
Gazeteleri açıyor, sosyal medyaya giriyor, televizyonlara bakıyor ama kendini göremiyordu.
Sonunda biraz daha beğeni alabilmek için, her gün biraz daha fazla vücut bölgesi gösteren sosyal medya fenomenlerinin ya da influencerların durumuna düştü.
Yalanlarla dolu saçma sapan ama dikkat çekmesi kaçınılmaz olan bir açıklama yaptı.
Zekiydi.
Medyanın büyük bölümü iktidar yanlısı olduğu için, iktidara selam çakarak yeniden medyatik olabileceğini düşündü.
Sözlerinin doğruluğunun bir önemi yoktu.
Önemli olan dikkat çekmekti.
Ve çekti.
1 hafta 10 günlüğüne yeniden popüler oldu.
Şimdi büyük ihtimalle keyfi çok yerindedir.
Bu yazı bile onu çok mesut edecektir.
Ama bu da gelip geçicidir.
Yine unutulacaktır.
Bence yeniden gündeme gelebilmek, gazetelerde, sosyal medyada yeniden görünebilmek için bundan sonra amcalara neresini göstereceğini şimdiden düşünmelidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, CAATSA yaptırımlarında bazı yumuşamalar görüldüğünü söylemiş.
“Dostu” Trump ile ABD Türkiye ilişkilerinde bir yumuşama dönemi başladığının mesajını vermek istiyor olmalı.
Tabii hafızası zayıf medyamız da, halkımız da CAATSA yaptırımlarının yani “hasımlarına yaptırım yoluyla karşılık verme” uygulamasının yine Trump tarafından başlatıldığını unutmuştu.
Savunma Sanayi Başkanlığı, Savunma Sanayi Başkanı, yardımcısı ve bürokratları da uygulamanın kapsamı içindeydi.
O sırada teslime hazır 2 F-35 uçağımız için pilotlarımız ABD’de eğitimdeydi ve S- 400’leri almamız üzerine başlatılan yaptırımlar nedeniyle ABD yönetimi F-35’lerimize el koymuş, pilotlarımız eğitimi almış ama uçakları alamadan geri dönmüşlerdi. Uçaklar için ödediğimiz 1 milyar 400 milyon dolara ise ABD el koymuştu. (Bu yaklaşık 15 uçağın bedeli idi)
Sonrasını biliyorsunuz.
F-35 alamadık bari biraz daha yeni F-16 alalım dedik.
F-16’lar uğruna teröre destek verdiği için çok kızdığımız ve asla NATO’ya üye olmalarına onay vermeyiz dediğimiz İsveç’in NATO üyeliğine sonunda “seve seve” onay verdik, buna çok sevinen Biden de Kongre’den Türkiye’nin F-16 alımına onay çıkardı.
Yani aslında CAATSA yaptırımları, Biden döneminde, bizim İsveç’in NATO üyeliğine onay vermemizle birlikte fiili olarak ortadan kalkmıştı.
Ancak ilginç olan, Kongre onay verdiği halde F-16’lar gelmiyor, bırakın gelmeyi üretimine bile başlanmıyordu.
Ankara’dan, savunma çevrelerinden gelen bilgi “Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinin F-16’ları istemediği ve hâlâ F-35’leri istediği” yolunda idi.
Ancak resmî bir açıklama gelmiyordu.
Geçtiğimiz günlerde TEPAV Amerika Merkezi Direktörü Tülin Daloğlu önemli bir bilgi paylaştı.
Daloğlu’nun anlattığı kadarıyla F-16’larla ilgili ABD tarafında bir sorun yoktu.
“Kongre onayı 2024’te geçti ve bu mevzuyu konuşurken ABD’yi suçlamak gereksiz.” dedi.
Daloğlu’nun verdiği bilgiye göre, ABD siparişin kesinleşmesini bekliyor ancak adım atmayan taraf Türkiye. “Ya F-16’ların alımı ile eş zamanlı olarak Türkiye’nin F-35 programına döndüğünün açıklanması için Türkiye bastırıyor. Bu iyimser yaklaşım. Ya da Türkiye ödemeler dengesinde yaşayabileceği sorundan ötürü son onayı bir türlü veremiyor”
“Peki bu niye açıkça söylenmiyor” diye sordum.
“Muhtemelen Amerika’yı suçlayabilmek ya da sorumluğu üstlerinden atabilmek için bu hususu örtüyorlar ya da daha basit bir açıklama ile unutmuş olabilirler” dedi.
Güldüm.
Asperger ve Celal
Celal Şengör, geçen sene söylediği bazı cümleler yüzünden yine mahkemelik oldu.
Şengör hakkında soruşturmayı başlatan Beykoz Savcılığı.
Hani şu Beykoz Belediyesi’ne baskın yapmak için bir savcının haberi olmadan adını kullanan ve ilgili savcının “Ben böyle bir evrak düzenlemedim” demesi ile foyası ortaya çıkan savcılık.
Celal Şengör hakkında açılan dava Türk milletini alenen aşağılama iddiasına dayanıyor.
İlginç olan, davada suçun ne zaman işlendiğine ilişkin net bir bilgi yok.
Celal’in uzun zaman önce sarfettiği cümleler birtakım troller tarafından tekrar gündeme getiriliyor ve savcılık da harekete geçiyor.
Celal’in cümleleri isnat edilen suçu içeriyor mu, içermiyor mu bilemem. Yargının vereceği bir karar. Benim gördüğüm Celal Türkleri asla aşağılamıyor.
Türkiye’yi de kapsayan bir zeka araştırması sonuçları üzerinden bir çıkarım yapıyor.
Kulağa hoş gelmeyen, rahatsız edici bir çıkarım olabilir ama asla hakaret maksadı ile söylemiyor çünkü Celal Türk olmakla gurur duyan, Orta Asya’ya gidip Türklüğü araştıran bir adam.
Celal’le ilgili toplumun bir kesiminin anlamadığı şu.
Celal Şengör sosyal olarak çok beceriksiz bir adam.
Bunun arkasında yatan neden ise bana göre Celal’in otizmin bir türü olan Asperger Sendromu’na ya da Yüksek Fonksiyonlu Otizm’e sahip olması.
Tanınmış pek çok bilim insanının da mustarip olduğu bu rahatsızlık Celal Şengör’de çocukluğundan beri mevcut.
Bu yüzden de sosyal becerileri zayıf ve başkalarının ne düşündüğünü anlayabilme konusunda aşırı beceriksiz.
Bu yüzden de kendini frenleme mekanizması yok.
Başkalarının düşünüp söylemediği şeyleri Celal çok rahat söylüyor çünkü sonuçlarını kavrama yeteneği yok.
Bir bilim insanı için çok iyi ama bir sosyal varlık olarak toplum içinde yaşayan biri olarak çok zorlayıcı bir durum.
Celal Şengör’ün bu durumu çok iyi bilen benim gibi birkaç dostu ve ailesi Şengör’ün davet edildiği her programa çıkmasından çok rahatsızız.
Çünkü davet edenler Celal’in ister istemez tartışılacak bir cümle söyleyeceğini ve bunun da programlarına rating getireceğini biliyor ve Celal’i bu yönde tahrik ediyorlar.
O da hiç sektirmeden böyle bir cümle kuruyor.
Sonra al başına belayı.
Ama zaten Türkiye’de başına bela almak için Aspergerli olmak da gerekmiyor.
NOT: Asperger Sendromu ya otizmli olan bazı bildik isimleri sayayım. Albert Einstein, Isaac Newton, Nikola Tesla, Darwin, Bill Gates, Michelangelo, Mozart, Steve Jobs, Stanley Kubrick, Dirac, Wittgenstein, Bobby Fisher. Bu hastalık ile ilgili üstünkörü de olsa daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız https://www.ilacrehberi.com/h/asperger-sendromu/ adresine de göz atabilirsiniz.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
İnsan olmanın kolay olmadığını anladığımız zaman.
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar