Silivri Günlüğü – 31
Fatih Altaylı
Ağustos 6, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü – 31
Silivri Günlüğü – 31
Selamlar Emre,
Yanıtını duyamayacağım ama yine de sorayım…
Nasılsın her şey yolunda mı?
Silivri’yi soracak olursan durum fena değil.
DHKP C’liler protesto eylemlerine geri adım atmaksızın devam ediyorlar.
FETÖ hükümlüleri pek ortalıkta görünmüyor.
Organize suç örgütü üyeleri duruşma günlerinde 1-2 gün Silivri’ye getirilip, sonra kendi cezaevlerine geri gönderiliyorlar.
Suçlarının ne olduğunu hala bilemeden burada aylarını dolduran İBB tutukluları ise morallerini olabildiğince yüksek tutarak iddianamelerin yazılmasını ve duruşmaların başlamasını bekliyorlar.
Genelde moralleri yüksek…
Pek çoğumuzun aklı Ayşe Barım’da...
Sivil hayatta pek tanışmadığım Barım’la mapushanede ahbap olduk. Ve pek çoğumuzun ortak korkusu, bir sabah Ayşe’nin sağlığı ile ilgili kötü bir haber almak…
Emin ol avukat görüşme kabinlerinde Barım’ı gördüğümüz zaman, bir “Oh be” çekiyoruz.
Benim ise rutinim devam ediyor.
Bilirsin rutinleri ve neredeyse ritüele dönüştürülmüş bir düzenli davranış biçimine sahibimdir.
Burada da aynı düzeni oluşturdum.
Şunu da gördüm ki, rutinler olmadan cezaevi çekilmez.
Sadece dizimdeki ağrı ve şişmeden ötürü günlük yürüyüşümün süresini biraz kısalttım.
Sakatlığım geçinceye kadar düz koşulara devam...
İyi gelişme ise üç gündür sıcaklar biraz azaldı.
Hatta geceleri Trakya’nın kara iklimi kendini göstermeye başladı.
İyi de oldu…
Avlumun üzerindeki, sundurmalardaki, 8 kuş yuvası ise yavaş yavaş boşalıyor.
Yavrular uçtu, ana-babalar gitmeye başladı.
Onların yerini ise, gürültücü ve çirkin sesli saksağanlar aldı. Ve sabah ezanı ile birlikte başlıyorlar.
Dün avluyu temizlerken yuvadan düşmüş bir serçe yumurtası buldum.
Belli ki içinden yavru çıkmış, yarısı da yuvadan düşmüş.
Şaşırdım.
Bunca yıldır İstanbul’da serçelerle yaşarız ama hiç serçe yumurtası görmemişim.
Uçuk, hoş bir mavi üzerinde minik kahverengi bordomsu benekler var.
Enfes bir gömlek deseni olabilir.
Şaşırtıcı olan bir diğer şey ise boyutu.
Elbette çok büyük değil ama serçenin boyutu dikkate alındığında yumurtanın oransal ebadı davasa.
Anne serçenin soyunu devam ettirmek için nasıl bir özveride bulunduğunun göstergesi gibi…
Aslında tüm dişiler böyle değil mi?
Hepsi aslında nasıl bir asalet ile soylarını sürdürebilmek için acılara, zorluklara katlanıyorlar.
Anne serçenin yumurtasına bakarken tüm kadınların önünde saygıyla eğilmemiz gerektiğini düşündüm.
Ama böyle düşünmeyenlerin haberleri televizyonlarda…
Kadına şiddet ve kadın cinayetlerinde yine bir tırmanış var.
Ah İstanbul Sözleşmesi ah diyorum...
Bugüne istersen komisyon tartışmaları ve dün ilk toplantısını yapan komisyon ile başlayalım.
Kimsenin konuşmadığı detaylara, bilgilere ve öngörülere yer verelim.
Komisyonun gündemi ve neler konuşulup, hangi kanun tekliflerini getireceği merak ediliyor.
Merak edecek çok fazla bir şey yok.
Dün, Öcalan’ın bu komisyondan en önemli beklentisinin yeni ve demokratik bir anayasa olduğunu anlattım.
Bunun olma ihtimalinin olmadığına da değindim.
Bugün sana ve izleyicilerimize, okurlarımıza daha eğlenceli bir bilgi ileterek gireyim konuya.
Ama söz ver gülmek yok…
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Abdullah Öcalan’a bir şiir göndermiş.
Şaka yapmıyorum…
Bahçeli, Öcalan’a Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiirini göndermiş.
Nasıl bilgi ama…
Bir de not yazmış, eğer Öcalan uydurmuyorsa “Sürecin mimarını saygı ile selamlıyorum” demiş.
Bunu şu yüzden söylüyorum, ikisi arasında zannedilenden daha öte bir uyum, bir anlayış birliği var.
İşin magazin bölümü bir tarafa, yine herkesin konuştuğu bir diğer konu: PKK’lılara yönelik af beklentisi.
Bir af durumunda, bundan FETÖ dahil terör örgütü üyeliği nedeni ile veya iltisak gibi nedenler ile cezaevinde tutuklu ya da hükümlülerin de yargılanacağı ve bu yüzden AK Parti’nin af konusuna sıcak bakmadığı konuşuluyordu.
Sana söyleyeyim, bu konu da aşılmış.
AKP, Öcalan ve süreç nedeniyle partiyi ziyaret eden İmralı heyetine affın nasıl olacağını anlatmış.
FETÖ ve diğer örgütler yargılanamasın diye bulunan formülü açıklamışlar.
AK Parti şöyle demiş “PKK’nın feshine dair bir yasa çıkaracağız. Diyeceğiz ki; feshedilen bir örgütten dolayı verilen cezalar artık hükümsüzdür. Ve böylece başka kimse yararlanamaz.”
Ancak İmralı heyeti bu konuda iktidara güvenmediğini de eklemiş.
Bu arada Öcalan’ın, Barzani’yi sık sık hakaret ederek “şerefsiz, alçak” gibi sıfatlarla andığını görüyoruz.
Öcalan, anma programına karşı çıkan Tunceli Valisi’ni kovduranın da kendisi olduğunu söylemiş.
Kendisine aktarılan her konu için “Çözerse Bahçeli çözer” diyor Apo.
Barış konusunda ise “Mustafa Kemal, Yunanlılarla savaştı en çok. Ama düşman olduğu halde barıştı” diyor.
Suriye Devlet Başkanı El-Şara’yı ise “sakallı BAAS” diye tanımlıyor.
Öcalan’la İmralı heyetinin toplantısına katılan “yetkili” ise ilginç bir şey söylüyor.
Silah bırakma gösterisiyle ilgili “Basın önünde süreci hızlandırmak için yansıtırız, sonra karartma yaparız ve sessizce süreç yürür” diyor.
Bunu görünce “İyi ki CHP komisyona girmiş” dedim.
İlginç olan; Öcalan, DEM Parti’ye de çok güvenmiyor gibi. Komisyondan toplantı içeriği haberlerini beklerken bir diğer konuya ya da bir diğer rezalete geçelim arzu edersen.
E-devlet, e-imza ve sahte diploma skandalına…
Tahmin edeceğimiz üzere devleti yönetemeyenler algıyı yönetmeyi biliyor ve skandalı beklendiği üzere örtbas etmeye, küçük ve önemsiz göstermeye çalışıyorlar ama ne mızrak çuvala sığıyor ne de çuval bizim aklımıza…
Tam aksine, şimdi bir de benzer yöntemle tapu işlemleri yapıldığı ortaya çıktı.
Emre, liyakatsizlik devletin çivisini çıkarmış ve hem devlette hem de toplumda büyük bir yozlaşma oluşmuş.
Bu işin sonucunda mallarınız, eviniz, tarlanız, arsanız, iş yeriniz satılmış, elinizden alınmış olabilir.
Eşinizden boşanmış, şirket hisselerinizi kaybetmiş, ölü gösterilmiş, mirasçılarınız değiştirilmiş olabilir.
Daha vahimi Meclisten geçmemiş yasalar çıkarılmış ya da değiştirilmiş olabilir.
Kamuda atamalar, görevden almalar olabilir.
Bu, örtbas edilemeyecek bir rezalettir.
Ama gör bak nasıl üstünü örtecekler…
Sonunda, bunu ortaya çıkaranlar suçlu olursa şaşırma sakın.
Şunu söyleyeyim bu konu, bu rezalet, tam da bizim bir süredir araştırdığımız, önemli bulgulara ulaştığımız halde doğrulatamadığımız ve çok ciddi iddialar içerdiği için yayınlamaktan kaçınarak yardım istediğimiz dört başı mamur rezaletin ta kendisi galiba.
Devletin yatak odasının anahtarı birilerinin eline geçmiş gibi.
İşin doğrusu, bununla ilgili bir TBMM komisyonu kurup araştırmak ama ne yazık ki bu olmayacak.
Asıl sorun ise toplumun bu olaya bu kadar umursamaz tavrı.
Akıl almaz bir yozlaşma var ve bunu en iyi burada görüyoruz.
Kimse hiçbir şeyi umursamıyor.
Kızabilir miyiz vatandaşa, hayır.
Sahte diploma aldığı mahkeme kararı ile kanıtlanmış birinin banka yönetim kurulu üyesi, bu yetmezmiş gibi bakan yardımcısı yapıldığı bir ülkede vatandaş tabii ki bu olan biteni normal zanneder.
Ne yazık ki rezillik normalleşti, daha beteri, rezillik norm oldu.
Emrecim, bizim bir kaç gün önce değindiğimiz emlak rayiç değerlerindeki fahiş artırımın emlak vergilerinde en az 6, yer yer 20 kat artışlara neden olacağını medyamız da sonunda duydu ve gündemine aldı.
Milletin ise pek umurunda değil.
Çünkü aylar sonra bu parayı vergi olarak karşılarında bulacaklar.
O güne kadar pek takmıyorlar.
Bu da şaşırtıcı değil...
Yıllardır ehliyetini yenilemeyip, son gün nüfus müdürlüklerine koşan bilinç düzeyi, elbette vergi konusunda da kazık girmeden harekete geçmez.
Konudan konuya atlıyorum ama bir süre önce iktidar medyası Schengen vize sorununun çözüldüğünü manşet yapıp övgüler düzdü.
O gün bu gündür araştırıyorum.
Avrupa Birliği’nde böyle bir karar, böyle bir açıklama, böyle bir düzenlemeye ilişkin hiç bir karar veya bilgi bulamıyorum.
Artık kendi adlarına yalan söylemeyi aşıp başkaları adına da yalan söylemeye başladılarsa durum vahim.
Daha doğrusu, durumları vahim…
Ve sana teessüf ederim Emre, bugün unutturma TOGG’dan bahsedelim demiştim.
Hatırlatmadın ama Allah’tan ben hatırladım.
Emrecim, Türkiye’nin yerli ve milli otomobili TOGG iktidarın en önemli projelerinden biriydi.
Ne yalan söyleyeyim, benim de desteklediğim bir konu olarak ortaya çıktı.
Milyar dolarlık yatırımla bir fabrika kuruldu.
Bir İtalyan tasarım şirketinin benzerlerini onlarca markaya sattığı bir tasarım hayata geçirildi.
Bu süreçte ben ve sektörü bilen birkaç kişi yapıcı eleştiriler yaptık.
Bunun üzerine bazı seviyesiz siyasetçiler ve trolleri, bizi neredeyse hain ilan ettiler.
Sonra 2023 yılına geldik.
Seçim öncesi tüm bakanlar, 20 milyonluk Mercedesleri bırakıp TOGG’a bindiler.
Binmekle kalmadılar, ellerinde fırça ile yerli ve milli aracımızı yıkamaya başladılar.
Seçim bitti, bakanlar Mercedeslere geri döndü ve TOGG unutuldu.
Yılda 170 bin olacak üretim 20 binlerde kaldı.
Tantanalarla tanıtılan sedan modeli bir türlü piyasaya çıkmadı, artık eskimeye başlayan TX10’un yerine gelecek modelle ilgili bir çalışma görülmüyor, ihracat bir türlü başlamadı ve sektörün bir süre daha hibrit modellerle gideceği aşikar hale gelmesine rağmen bu yönde gereken esneklik gösterilmedi, bir hazırlık yapılmadı ve artık siyasette bile TOGG’un adını anan kalmadı.
Bir çocuğun gözünden düşüp bir köşeye atılmış oyuncağı gibi...
Milyar dolarlık yatırım, yatırımı bırak geçen yıl 13,5 milyar TL zarar...
Bu yıl muhtemelen katlanacak olan zarar…
Yazık değil mi bu millete, yazık değil mi bu milletin zaten kısıtlı olan kaynaklarına?
Oyuncak mı bu, çöpe attığınız babanızın parası mı?
Geçelim bir başka konuya, dün televizyonlarda gördüm, deniz kirliliği..
Bodrum, Göcek, Gökova kıyıları leş gibi olmuş.
Bu yeni değil, son 15 senedir böyle…
Gelir adaletsizliği sonucu bir grup çöpten yemek toplarken, küçük bir grup büyük servetler edinip yat, kat sahibi oldular.
Eskiden 20 metre tekne büyük tekneyken, şimdi dev tekneler marinaları ve koyları doldurdu.
Ve tekne almak bir deniz severlik değil, bir statü sembolü oldu.
Ünsal Ban ve eşi Taşkesenlioğlu, 4,5 milyon euroluk tekneyi deniz aşığı oldukları için almadılar.
Bu tipler, tekneleri yazın bir o koya, bir bu koya bağlıyorlar ve kıpırdamıyorlar bile.
Çoğunu deniz tutuyor zaten ve bu teknelerin çoğunda, özellikle de 30 metreden küçük olanlarında gri su deposu yok bile.
Siyah su deposu ise küçük...
Çünkü bunlar Ege için değil, Akdeniz’de seyir yapmak ya da İngiliz denizleri için...
Burada seyir yapmayınca mutfak ve banyo suyu zaten doğrudan denize gidiyor.
Tuvaletin bağlı olduğu depo ise 1-2 günde dolunca bağladığı yeri kaybetmemek için açık denize çıkmıyor.
Pis suyu almaya gelecek vidanjör tekneye birkaç bin lira vermemek için boklu suyu geri denize boşaltıyor.
Sabah da o suda çoluğu çocuğu yüzüyor.
Tekne bir görgü, bir zevk işidir.
Sonradan görme ile bu kadar oluyor Emrecim...
Başa dönersek, adı konmamış süreci yönetecek ya da planlayacak ya da planlayamayacak adı konmamış komisyon toplanıyor ama adı hala belirsiz.
İşi gücü algı olan AKP “Terörsüz Türkiye Komisyonu” diyor.
CHP ise içinde “Demokrasi” olsun istiyor.
MHP ise “Milli Birlik ve Kardeşlik” komisyonu diye bir isim bulmuş.
Milli Birlik deyince, ben 1960’a gidiyorum ve bu ismin hiç uygun olmadığını, 27 Mayıs darbesi sonrası kurulan Milli Birlik Komitesi’ni hatırlatan bir isme en azından AKP’nin karşı çıkacağını düşünüyorum.
Ama eğer 1961 Anayasası gibi özgürlükçü bir anayasaya dönüş için MHP bu ismi önerdiyse, bence fena değil.
Silivri’ye dönersek…
Bugün her zamanki gibi bolca avukat konuğum oldu.
Onların yanı sıra; Ertuğrul Özkök savcılıktan aldığı izinle, Hüseyin Baş ise bakanlıktan izin çıkmadığı için avukat ünvanını kullanarak ziyaretime geldiler.
Bunun yanı sıra yeni yemekler denedim.
Geçen gün Ayşe Barım ile yan yana bölümlerde avukat görüşünde iken, Ayşe Barım’ın avukatı Ketenci, Ayşe Hanım’ın humus tarifini getirdi bana.
Cezaevinde sık sık verilen nohut yemeğini yıkayıp elde ettiği nohutlardan humus yapmıştı Barım.
Şansa bak ki o akşam yemekte nohut vardı.
Bolca aldım, yıkadım, yeniden kaynattım, kabuklarını soydum.
Sefer tasının içinde su bardağının tabanı ile ezdim.
İçine kantinden aldığım tahini ve biraz kimyon ve az sarımsak ekleyip çatalla iyice ezdim, karıştırdım.
Bir tabağa koydum, üzerine zeytinyağı ve pul biber koydum...
Etimek’le yiyorum.
Nefis oldu.
Bardakla ezme yönetimini Barım’dan öğrendim, teneke çatalla ezmekten çok daha kolay.
Yani durumumuz iyi…
Şartlar kötü diye ağlamaktansa, o şartlar altında yeni standartlar yaratıyorum, yaratıyoruz.
Bir yandan da sizin dışarıda neler yaşadığınızı, televizyon ve gazetelerden izliyoruz.
Üzülüyoruz, üzülüyoruz, üzülüyoruz…
Bir ülkenin nasıl bu hale geldiğini düşünüyoruz, düşünüyoruz…
Ama biliyoruz,
Bu da geçer yahu…
Bazen zorlar, bazen üzer…
Ama geçer..
Bugün enflasyondan söz etmedik.
TÜİK tahminimden insaflı çıktı ama acısını Ağustos’ta çıkarır, Eylül’de işi zor.
Yarın anlatırım...
Yatarken üstü açık kalmış MHP’li vekili de yarın konuşalım…
Herkesi sevgi ile kucaklıyorum…
Yarın birkaç komik anekdot anlatacağım.
Yarına kadar herkes kendine iyi baksın.
Memlekete de…
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar