Silivri Günlüğü – 37
Fatih Altaylı
Ağustos 14, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü – 37
Silivri Günlüğü – 37
Emre Bey selamlar, sana, ekip arkadaşlarıma ve herkese…
Güzel bir gün olur inşallah.
Beni soracak olursan, çok şükür bacağımdaki ağrı dışında bir sıkıntım yok.
Cezaevi hekimi bugün kan testi yapmak istediğini söyledi.
Sağ olsun çok yardımcı, elinden geldiğince herkese yardımcı olmaya çalışıyor.
Dün kontrole gittiğimde beni bir de tartıya çıkardı.
Cezaevine girdiğimden bu yana galiba 52 günde 7,5 kilo vermişim ama merak etme öyle kontrolsüz, kötü bir kilo verme değil.
Sağlıklı bir biçimde zayıfladığımı düşünüyorum.
Pandemi sırasındaki kiloma geldim.
Bir 5 kilo daha verirsem liseyi bitirdiğim günlerdeki kiloma inmiş olacağım.
Fakat ne yazık ki o zamanki ağırlığımın büyük bir bölümü kas idi, şimdiyse kas oranı o güne oranla epey düşük olsa gerek.
Yine de kurum hekimi bir kan testi yaptırarak hem kramp nedenlerini hem de gerçekten sağlıklı zayıflayıp zayıflamadığımı görmek istedi.
Bunun yanı sıra büyük bir üzüntü ve bazen de öfkeyle orman yangınlarını izliyorum.
Çanakkale tam bir felaket, geçen sene Malibu nasıl yandıysa öyle yanıyor.
İzlerken benim de içim yanıyor.
Önceki günkü ziyaretçilerim arasında genç avukatlar, tanıdık tanımadık hukukçular ve milletvekilleri vardı.
Bunların yanı sıra bir de mektep arkadaşım ve meslektaşım Ruşen Çakır ziyaretime geldi.
Ruşen, Galatasaray Lisesi’nden yarım yüzyıllık arkadaşımdır.
Benden bir sınıf büyüktü, sonra bir ara aynı dönemde okuduk.
12 Eylül’de tutuklanınca benden sonra mezun oldu.
Okulda sıkı solcuydu.
O sıralar lisede iki tür solcu vardı, daha doğrusu iki anadal vardı: İşçi Partisi’nden gençlik kolu Genç Öncüler ve onları beğenmeyen ve
Dev-Genç’liler 
Hatırladığım kadarıyla Ruşen Dev-Genç’li idi.
Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı, aklandı çıktı.
İyi bir entelektüel, çok yönlü bir gazeteci oldu.
Ruşen’i karşımda görünce çok sevindim.
Ruşen her şeyi bilir, tüm kulislere hakimdir.
Farklı siyasi görüşlere sahip gruplarla diyaloğu, sohbeti vardır.
Ama inanır mısın bunlardan pek az bahsettik.
Çözüm süreci ve komisyonla ilgili biraz konuştuktan sonra sıkıldık, geçtik okul ve Galatasaray sohbetine.
Ruşen solculukla meşgulken ben Galatasaray’la, sporla ilgilenir, Galatasaraylılar Derneği’nde yöneticilik yapar, kulüple ilgilenirdim.
Ben bunlarla ilgilenmeyi yıllar önce bıraktım.
Şimdi Ruşen Galatasaray’ın tüm maçlarına gidiyor, dernekte olan bitene hakim.
Bol bol Galatasaray dedikodusu verdi.
Çok güldük çok eğlendik.
Gelelim ülkenin gündemine…
Önce senin sorularınla başlayayım.
Demişsin ki “Devlet Bahçeli’nin İBB yargılamaları ile ilgili çıkışı ve bu yargılamaların bir an önce bitmesi yolundaki sözleri hakkında ne düşünüyor?”
Doğrusunu istersen düşünüp düşünmemem gerektiğinden bile emin değilim.
Şöyle ki, Devlet Bahçeli ve bir anlamda onun sözcüsü gibi görünen Feti Yıldız bu konuyu sürekli gündeme getiriyor.
Geçen hafta Feti Bey çok açık, çok net bir söylemle herkesi hukuka davet etti, ki bu aynı zamanda “Devlet Bey böyle istiyor” demekti.
Şimdi de Devlet Bahçeli bir kez daha “Bu davaları hızlandırın, iddianameler yazılsın, yargılamalar başlasın, suç varsa suçluların cezası bir an önce verilsin” dedi.
Devlet Bahçeli “yargıyı makbule davet” diyebileceğimiz bu çıkışı ilk kez yapmıyor.
Son üç ayda Bahçeli’nin kendisi 3-4 kez bu çağrıyı yaptı,
bir o kadar da Feti Yıldız yaptı.
Sonuç, Bahçeli’nin bu sözlerin üzerinden 24 saat geçmeden dün yine İBB çalışanlarına kaçıncı olduğunu unuttuğum dalga operasyon yapıldı.
Yani Bahçeli’nin ya da Yıldız’ın talep söylemlerinin tam tersi bir uygulama söz konusu.
Ben hep Türkiye’nin ya da iktidarın güçlü adamı olarak gördüm Bahçeli’yi ama bu konuda belli ki onun gücünü de aşan bir irade, bir karar var.
Her şeye muktedir Devlet Bey’in iktidarı, bu konuda yeterince etkili değil demek ki!
Peki Devlet Bey bu konuda, yani İBB davalarının hızlandırılması ve gündemden düşürülmesi konusunda niye bu kadar ısrarlı?
İmamoğlu’nu ve belediye başkanlarını çok sevdiği için mi?
Tabii ki değil.
Bahçeli, belediye başkanlarını ya da İmamoğlu’nu umursadığı için değil, bu davaların kendisinin en önemli gündeminin önüne geçtiği için bir an önce sonuçlandırılmasını istiyor.
Bana sorarsan, Devlet Bey bu operasyon ve sonuçlanmayan yargı sürecinin sadece gündemi işgal etmesinin değil, terörü sona erdirmesinin sonucu olarak af sürecindeki partiler arası iş birliğini de tehlikeye attığını düşünüyor olmalı.
Peki Devlet Bahçeli PKK’nın fesih sürecini niye bu kadar önemsiyor?
Yine bana sorarsan, MHP lideri Türkiye’de bir iç çatışma ihtimalinden korkuyor.
Muhtemeldir ki, Türkiye’deki güvenlik birimleri Devlet Bahçeli’yi böyle bir olasılıkla ilgili bilgilendirdiler ve Bahçeli de bunun üzerine bu açılımı sahiplendi.
Muhtemelen Cumhurbaşkanı bunu riskli bulduğu için, siyasi açıdan riskli bulduğu için, Devlet Bahçeli riski üstlendi ve kendisi böyle bir risk almışken bu çabaların gölgelenmesini istemiyor.
Haklı da…
Dikkatini çekti mi bilmiyorum ama bu süreçte iki parti risk alarak süreçte yer alıyor.
Bunlardan ilki MHP ve şimdi de CHP…
Ve ilginçtir, seçmen bunun farkında.
MHP’nin oylarında anketlere yansıyan bir düşüş yok ve tüm tahriklere rağmen CHP seçmeni de parti yönetimine güveniyor ve CHP’de komisyona girme kararı sonrası bir oy kaybı olmuyor.
Sonuç olarak, Bahçeli’nin bu konudaki talep ve hassasiyeti Çağlayan’a ulaşmıyor gibi.
Ya da zayıf bir ihtimal olarak, iddianameleri Bahçeli’nin talep ettiği ivedilikle hazırlayabilmek için operasyonlar artırılıyor ve delil toplanmaya çalışılıyor.
Çünkü 140 gündür ortada ne bir sağlam delil ne de bu delillere dayalı bir iddianame gördük.
Komşu Suriye’de olan bitenler de aslında bizdeki süreçlerle az da olsa bağlantılı.
Cezaevine girmeden önce, Öcalan’ın YPG lideri ya da komutanı Mazlum Abdi’ye “Demokratik Suriye Birliği’ne katılın” talimatı verdiği yolunda bir bilgiye sahiptim.
Suriye Hükümeti’ne bağlı bir YPG ya da yeni adıyla SDG veya Kürt bölgesi olacak ama Suriye “Ademi Merkeziyetçi” bir yapıda olacaktı.
Tabii Türkiye’nin bunu kabul edip etmeyeceği belirsizdi.
Muhtemeldir ki kabul etmeyecekti.
Ama Türkiye’den önce Suriye Devlet Başkanı, HTŞ’li Ahmet El Şara bunu reddetti.
Demişsin ki, Suriye’de olaylar Fatih Bey’in öngördüğü gibi gidiyor.
Tam öyle değil ama olacak.
Suriye’de nüfusun büyük bölümü Sünni Müslüman ancak Ahmet El Şara bu çoğunluğu temsil etmiyor.
Çünkü Suriyeli Sünni Müslümanlar modern, laik, en koyusu ihvancılıktan öteye gitmeyen, ki sayıları çok değildir, radikal olmayan Müslümanlar.
Ahmet El Şara ise teröristlikten gelen selefi ve radikal.
Takım elbise de giyse, kravat da taksa El Kaideci.
HTŞ gömleğini çıkardım dese de gömlek dolapta asılı duruyor.
Bu nedenle orada kalıcı olamaz, bünye reddeder.
Hatırlarsan HTŞ, Esad’ı devirdiği zaman, Trump bizim Cumhurbaşkanı’na “sizin adamlar başardı” manasında bir cümle kurup tebrik etmiş bu da bizim iktidar yalakası medyada büyük sevinç yaratırken, ben bu koltuktan uyarmıştım.
“Bu tehlikeli bir cümle. Dünya kamuoyunun terörist olarak tanıdığı radikal İslamcı grupları Türkiye ile bağlantılı göstermeye yönelik. Yarın öbür gün bu grupların neden olması muhtemel olumsuzlukların faturasını Türkiye’ye çıkarırlar. İdlib’deki tüm terör gruplarını Türkiye’nin sırtına yüklerler” demiştim.
Bunu da hatırlatayım.
Emre Beyciğim iznin olursa Devlet Bahçeli’nin önceki günkü açıklamalarındaki bir başka vurguya değinmek istiyorum.
Bahçeli sahte diploma, e-Devlet ve e-imza yolsuzluklarının ya da rezaletlerinin yabancı istihbarat örgütlerinin işi olabileceğini ve terör çözüm sürecini engelleme maksadı taşıyabileceğini söyledi.
Ben öyle anladım en azından.
Devlet Bey rezaletin içeriğine girmemiş belli ki.
Şu anda tüm konsantrasyonu komisyonun çalışmaları üzerine ama ortaya dökülen rezaletlerle ilgili konuşulanlar belli ki Devlet Bey’in kulağına ulaşmamış.
Çünkü kulislerde konuşulanlar çok ama çok farklı.
Doğru yanlış bilemem ama dedikodular tüm bunların ortaya çıkmasında AK Parti içindeki bir iç hesaplaşmanın etkili olduğu, aylardır süren ve bilinen bu dosyalariü, soruşturmalar bugün parti
ya da Beştepe’deki bazı iç çekişmeler yüzünden sızdırıldığı konuşuluyor. 
İsim vermek mümkün değil ama bir güç savaşı ya da bir intikam operasyonu olduğu söylentileri var.
Çok ilginçtir Rezan Epözdemir ile ilgili iktidar cenahında başlayan tartışmaya bakınca da bu iç kavganın izlerini bulmak mümkün.
Rezan Epözdemir’de çok garip bir durum gözlemliyorum.
Aynı Ayşe barım gibi, aynı Osman kavala gibi…
Ayşe Barım’a benzeyen tarafı, on küsur yıllık bir fotoğrafa dayanan bir yanı var.
Osman Kavala gibi pek çok kişiyle görüşen, hatta TRT’de program yapan biri de kalabalık bir yemekte bir arada olması gibi bir iddia var.
Bunlardan ayrı, iktidar cenahında farklı grupların bu olay, bu gözaltı üzerinden birbiriyle hesaplaşması var.
Anlayamayacağımız işler.
Gel başka bir konuya geçelim.
Komisyona İYİ Parti’nin katılmaması üzerine boş kalan 3 koltuk,
3 partiye paylaştırıldı. 
AK Parti, AK Parti’nin bu konudaki yeni ortağı DEM ve CHP birer koltuk daha aldılar.
İktidar bloku 2, muhalefet 1 koltuk sahibi oldu.
İYİ Parti buna itiraz etti.
Haklı mı, haklı.
Ne o, 51 üye Allah’ın emri mi, 48 kalsa ne olacak ki!
Gerçi bana sorarsan, bu komisyonda sayıların çok önemi yok.
AKP-DEM-MHP zaten komisyonun karar almasına yetiyor ama yapılan yine de doğru değil. 
Ama iktidarın siyaset yapma tarzını bildiğim için yapılanlar beni şaşırtmadı.
Bunu yapacaklarından şüphem olmadığı için de hatırlarsan önceki hafta “İYİ Parti, üye haklarını CHP’ye kullandırsın” önerisi yapmıştım.
Keşke bunu niye söylediğimi anlayıp öyle yapsalardı.
CHP, komisyonda ilk önerilerini de açıkladı.
Hepsi hukukun üstünlüğü, hukuk devletinin tesisi, adalet ve demokrasi ile ilgili…
Bir madde dışında hiç kimsenin hayır diyemeyeceği öneriler.
AK Parti-MHP İttifakı Meclis’teki “Muhalefetten gelen her teklife hayır” tavrını burada da sürdürecek mi yoksa makulle buluşmak en azından komisyonda mümkün olacak mı!
Tabii burada, yani yetkisiz komisyonda evet deyip Adalet Komisyon’unda önünü kesebilirler.
Burada CHP, AK Parti’den çok MHP’ye güveniyor zannediyorum.
Bir eleştirim de komisyonunun çalışma şekline…
Bana göre komisyonun bir sekreteryası olmalı.
Her toplantıdan önce gündemi üyelere iletip katılacak olanların gündeme göre hazırlık yapmaları sağlanmalı.
Bu komisyona hız kazandırır.
Son birkaç soruna geçmeden önce katil, faşist ve 21. yüzyılın Hitler’i Netanyahu’ya bir şey söylemem lazım.
İsrail, Gazze soykırımına devam ederken önceki gün gazetecilerin bulunduğu ve üzerinde “basın” yazan bir tenteyi bombalayarak
5 gazeteciyi öldürdü. 
Netanyahu‘nun “Onlar gazeteci değil, terörist” açıklaması ise bana hiç yabancı gelmedi niyeyse…
Gelelim senin sorduğun soruya…
Bir akaryakıt istasyonunda vatandaşı döven polislerle ilgili bir şey söylemediğini söylemişsin.
Madem istedin, söyleyeyim.
Görüntülerin tamamını izledim.
Önce vatandaş polise saldırıyor, sonra polis vatandaşı hacamat ediyor.
Tabii ki hoş değil ama hep söylüyorum, polisin müdahaleleri hatalı.
Polis kavga etmek zorunda kalıyor ve haklıyken haksız görünüyor.
Herif manyakça polise saldırıyor, polis de adamla kavga ediyor.
Çünkü silah kullanacak bir durum yok ama polisin de ara çözümü yok.
Oysa bir şok silahı olsa, Amerikan polisi gibi bir taser tabancası olsa adamı etkisiz hale getirmek için kavga etmesine ve bu çirkin görüntüyü ortaya çıkarmasına gerek olmayacak.
Mesele polisin donanım eksikliği, polis memurunu suçlamak yersiz.
Bir diğer sorun Trump’ın Çin’e koyduğu vergileri yine ertelemesi üzerine…
“Trump geri adım mı attı?” demişsin.
Evet attı, çünkü hıyarın biri.
Bu vergiler ABD’de fiyat artışlarına ve kısa vadede enflasyona ve tabii seçmenin rahatsız olmasına neden oluyor.
Bir yandan faiz düşür diye FED’e baskı yapıp bir yandan enflasyonu körüklemek makul ve akılcı değil.
En azından ABD’de olmaz.
Bu yüzden geri adımlar atmak zorunda kalıyor.
Her cahil gibi, kısa vadeli planlarla sorun çözeceğini zannediyor, sonra da mecburen kıvırıyor.
Emre Bey, rota önerisi isteklerini bugün de karşılayamadık galiba.
Çok uzattım gibi geldi ama uzatsam da şunu söylemem lazım.
Hakkımda yine bir soruşturma açmışlar.
“Doğru olmayan bilgiyi yaymak” gibi afaki bir suçlama ile…
Doğru olmayan bir bilgi yaymadığım gibi benim suçlandığım bilgileri en az 5-6 gazeteci, programcı daha yazıp söyledi.
Sadece bana soruşturma açılması çok garip değil mi?
Tıpkı CHP’li belediyelere soruşturma açılıp AKP’li ya da MHP’li belediyelere soruşturma ya da dava açılmaması gibi…
Adalet artık bir kadın adı bile değil.
Artık insanlar çocuklarına Adalet diye bir isim bile koymuyorlar.
Tehlikeli çünkü.
Neyse…
Dün yine ziyaretçilerim vardı.
CHP ve İYİ Parti’den milletvekilleri geldiler.
Büyük sürpriz ise sevgili dostum Rıdvan Budak’ı karşımda görmek oldu.
Eski DİSK Başkanı Rıdvan Budak, sağında eski MHP Milletvekili solunda eski bir Ülkü Ocakları Başkanı ile çıkageldi.
Uzun uzun sohbet ettik, çok keyifli oldu.
Dün salıydı ve kantinle inatlaşmamız 6. haftayı da tamamladı.
6 haftadır kantinde olmayan TAT barbunya pilaki konservesi yine yok.
Bu hafta ısmarladığım hurma ise hurmadan başka her şeye benziyor.
Beni çok sevdiğim hurmadan soğutacak kadar kötü.
Velhasıl kelam, Silivri’den yeni bir şey yok.
Bu sabah siz bunu dinlerken benden kan alıyor olacaklar.
Silivri’de sistem çalışıyor.
Ben çalışıyorum.
Herkese sevgiler, selamlar…
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar





