Silivri Günlüğü – 42
Fatih Altaylı
Ağustos 20, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü – 42
Silivri Günlüğü – 42
Emreciğim selamlar, saygılar…
Yanıtını duyamayacağım ama yine de sorayım, nasılsın?
İyi olduğunu umarak ve bizi dinleyen, izleyen herkesin iyi olmasını dileyerek başlayalım…
Sevgili Emre, beni soracak olursan yorgunum.
Çok yorgunum, kendimi ruhen çok yorulmuş hissediyorum.
62 yıllık hayatımda hiç bu kadar saçma, hiç bu kadar sürreel ve hatta ütopik, manasız ve mantıksız bir dönem yaşadığımı hatırlamıyorum.
Sanki bitmeyen bir kabus, yataktan kalkmamızı engelleyen bir uyku felcinin eşlik ettiği uzun bir karabasan yaşıyor gibi hissettim dün kendimi.
Bir yanda tertemiz bir adam izlenimi veren Beyoğlu Belediye Başkanı’nın ipe sapa gelmez, tutarsız iddialarla tutuklanmaya sevki ve tutuklanması…
Akıl izan dışı…
Diğer yanda özensiz, kopyala yapıştır suçlamalarla hayatları çalınan insanlar, bir gazete manşetinde iler tutar tarafı olmayan ve MHP’yi de töhmet altına sokarak zaten içinden çıkılması imkansız gibi görünen bir süreci iyiden iyiye çorbaya çevirmeye yönelik bir sözde haber, özde operasyon…
Emre, hatırlarsan birkaç hafta önce, İBB davası ile ilgili iddianame veya iddianamelerin eylül-ekim ayları içinde tamamlanıp mahkemeye sunulmasını beklediğimi söylemiştim.
Bu sözümü geri alıyorum.
Ben bu davayla ilgili bir iddianame yazılma ihtimalini çok düşük bulmaya başladım, yazamazlar.
Niye bak…
Dün Beyoğlu Belediyesi ile ilgili soruşturmada, 43 kişi ile ilgili bazı kişilerin mahkemeye sevk yazılarında öyle eksikler öyle hatalar var ki…
Bunu yazmayı dahi toparlayamayanlar yüzlerce sanık, binlerce iddia ile ilgili iddianameyi kolay kolay toparlayıp yazamazlar.
Gerçekten zor görünüyor yazmaları.
Tutarlı, inandırıcı bir iddianame beklemiyorum doğrusu.
Sen “Şart mıdır?” diye sorabilirsin, ben de sana “Sen de haklısın” derim.
Zaten pek yakında haklı olup olmadığımı öğreniriz.
İş garip yerlere doğru evriliyor, orası kesin.
Yıllardır gördüklerim, yaşadıklarım bana şunu söylüyor.
Bu dava sonucunda sadece itirafçılar mahkum olursa kimse şaşırmasın.
Davalar gider, gelir, uzar, kısalır sonunda itirafçılara çıkar fatura.
Emreciğim, AK Parti iktidara geldiği zaman vaatlerinden biri de parti kapatmayı zorlaştıracak düzenlemeler yapmaktı.
Geçmişte Türkiye’de, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı‘nın başvurusu ile Anayasa Mahkemesi kimi partilerin kapatılmasının kararını verebilirdi.
Bu yolla en fazla kapatma cezasına maruz kalan partiler, siyasal Kürt hareketinin kurduğu partiler ve siyasal İslamcıların kurduğu partilerdi.
Bunların ilki bölücülük, ikincisi ise laiklik karşıtı hareketlerin odağı oldukları için kapatılırdı.
Siyasal Kürt hareketinin HEP ile başlayıp, neredeyse alfabenin tüm harfleri ile kurdukları partiler düzenli biçimde kapatıldı.
Şimdi DEM olarak yola devam ediyorlar.
İslamcıların ise Milli Selamet, Refah, Fazilet diye kurdukları partiler şimdi Saadet adı altında örgütlü.
Zaten AK Parti de bu kapatmalardan birini vesile ederek kurulmuş ve kapatma davasından kıl payı, kapatılmadan kurtulmuştu.
Lafı uzatmayayım, AK Parti tüm bunları yaşamış bir siyasi parti olarak parti kapatmayı zorlaştırdı.
Peki bunun yerine neyi getirdi?
Parti kapatılmıyor ama partililer kapatılıyor.
Parti açık, partinin belediye başkanları zindanlara kapatılıyor; vekilleri, yöneticileri ile ilgili fezlekeler Meclis’e yollanıyor.
Artık parti kapatmak zor, partili kapatmak kolay oldu.
Yeni yöntem bu…
Hangisi daha hukuki, hangisi daha demokratik, hangisi daha evrensel hukuka uygundu bizi dinleyenler karar versin: Parti kapatmak mı, partili kapatmak mı?
Memur sendikaları ile iktidar anlaşamadı.
Çalışma Bakanlığı enflasyonu 10 puan düşük, üstelik de TÜİK enflasyonundan en az 10 puan düşük…
Sendikalar, Çalışma Bakanı’nın suçladığı Mehmet Şimşek’le de görüştüler ama sonuç değişmedi.
Doğrusunu istersen şaşırdım.
Çünkü Memur-Sen iktidara fazlasıyla yakın bir sendika olarak biliniyor ve geçmiş yıllarda başlangıç talebi ile alakası olmayan, bazen 1/4 oranındaki tekliflere bile evet demişti.
Açıkçası bu kez de allem edip kallem edip memurları satışa getirip son anda imza atsalar kimseyi şaşırtmayacaktı.
Ancak bu kez, en azından şimdilik, direniyorlar.
Benim kamu çalışanlarına tavsiyem geri adım atmamaları, makul olmayan tekliflere evet dememeleri…
Çünkü daha önce de söylediğim gibi, AK Parti’nin oy tabanı onlar ve iktidar onlarla arasını bozmaya tahammül edemez.
Memurlar güçlerini bilsinler, satışa izin vermesinler.
Özlem Çerçioğlu‘nun verdiği zamdan aşağısına asla razı olmasınlar.
CHP’nin ve Aydınlıların Özlem Çerçioğlu öfkesi dinmiyor.
Haksızlar diyemem ama bence uzatmaya gerek yok.
Fazla önemsemiş oluyorlar, değmez.
Çerçioğlu’nun sözde bahaneleri muhtemelen en yakınlarını bile güldürüyordur.
Bir örnek vermek gerekirse Özlem Çerçioğlu’nun ileri sürdüğü nedenlerle AK Parti’ye geçmesi, benim “Özgürce iktidarı eleştiremiyorum” diye Habertürk‘ten istifa edip Sabah Gazetesi’ne transfer olmam gibi bir durum.
Allah bana böyle utanç yaşatmasın diyeyim.
Örnek bile kendimi kötü hissetmeme neden oldu.
AKP’ye katılan bir başka belediye başkanı da midemi çok fena bulandırdı.
Partiyi değiştirdiği için değil, sonrasında yaptığı yüzünden.
Bu belediye başkanının AKP’ye katıldıktan sonra ilk işi arkasındaki kocaman Atatürk fotoğrafını indirmesi oldu.
Bu iki kadın belediye başkanının yaptıkları, siyasette zaten sayıları az olan kadın siyasetçilere olan güveni erozyona uğratıyor.
Emre, memlekette iyiye giden tek bir şey olmaz mı?
Bakıyorum bakıyorum, göremiyorum.
Biliyorsun turizm Türkiye’nin cari açığının kapanmasında, döviz eksiğinin giderilmesinde önemli bir faktör.
Birkaç gün önce Antalya’dan genç bir avukat geldi.
Önemli bir tur operatörünün avukatı olduğunu öğrenince turizmdeki durumu sordum.
Anlattıkları iç açıcı değildi.
“Görüntüde bir sorun yok gibi. Ancak aslında durum çok iyi değil. Rekabet nedeniyle bu yıl bir fiyat artışı yapılamadı. Fiyatlar ucuz değil ama kur düşük enflasyon yüksek olunca, oteller kar ediyor mu zararda mı henüz bilmiyorlar. Nakit akışı ile ayaktalar ama seneye ne olur belli değil. Satılık çok otel olması durumun çok da parlak olmadığını gösteriyor. Doluluklar temmuz-ağustosta %95’in üzerinde olurdu. Şimdilerde bunun altında. Daha kötüsü, temmuz-ağustosta 1,5-2 aylık rezervasyonlar yapılmış olur, turizmci 2 ay, 3 ay önünü görürdü.
Şimdi bu 2-3 haftaya indi. Bu da fiyatları etkiliyor” diye anlattı.
Yani turizmde de işler parlak değil.
Ülke imajının da onlara destek olmadığı aşikar.
Yeniden siyasete dönersek, ilginç açıklamalardan biri Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’dan geldi.
Özdağ, seçim öncesi ittifaklara açık olduğunu belirterek seçime ikiden fazla adayla gitmenin mümkün olacağını ve her ittifakın kendi adayını çıkarabileceğini söyledi.
Zafer Partisi’nin, 2023 seçimlerindeki Sinan Oğan faciasından sonra aday çıkartmaktan söz etmeye başlamış olması ilginç geldi.
Ümit Hoca umarım bu kez kavun seçer gibi aday seçmez ama ittifak konusunda haklı, ki zaten bunu haftalar önce bana söylemişti ve ben de buradan aktarmıştım.
İYİ Parti - Zafer Partisi ittifakının 10 puan üzerinde bir potansiyeli var.
Ne var ki şunu da söylemem farz, Zafer Partisi gençler arasında önemli bir oran yakalamıştı.
Ümit Özdağ’ın son aylardaki pasif tavrı ve söylemlerindeki değişim, genç seçmenin bir bölümünü CHP’ye kaptırmamasına neden oldu.
Tabii burada Özgür Özel’in hakkını teslim etmek lazım.
CHP lideri kararlı, tadında öfkeli, kızgın ama güler yüzlü, korkusuz tavrı ile genç seçmeni partisine çekmeye başladı.
Özel’in “Miting yapmıyoruz, eylem yapıyoruz” söylemi çok cazip.
Gençler eylem istiyor, net.
Hücremde televizyon, daha doğrusu haber kanallarını izlerken şunu fark ettim.
Türkiye’de artık gerçekten kopmuşuz.
Her şeyin sahtesi var.
Yahu her şeyin sahtesi olur mu ya!
Yakında birisi Silivri Cezaevi’nin sahtesini yapsa mahkum yollanabilir, o kadarını söyleyeyim.
Fena da olmaz.
Düşünsene sahte cezaevi…
Dışardan cezaevi, içinde lüks restoranlar, süper konforlu odalar, gece kulüpleri…
Vallahi bir o eksik.
Nasılsa sahteciliğe ceza falan yok.
Birisi yaparsa hiç şaşırmam.
Sahtecilikten bahsedince aklıma yine Trump geldi.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın, Zelenski ile buluşmasında önünde poz verdiği harita ile anladık ki, bir emlakçı olarak Putin’le yaptığı toplantıda Ukrayna’yı, en azından bir bölümünü, Rusya’ya satmış.
Belli ki, görüşmeyi Alaska gibi satın alınmış bir eyalette yapmasının nedeni de buymuş.
Zelenski’ye sanki bir ilkokul talebesi gibi davranıyor, aşağılıyor ve ülkesini kendi belirlediği fiyata sattığını tebliğ ediyor.
Bu aslında emperyalistler ile yatağa girmenin bedeli…
Bunu Irak’ta Saddam’da gördük, Zelenski’de görüyoruz.
Emperyalist güce güvenilmez, satar.
İlişki elbet kurulur ama teslimiyet olursa sonucu bu olur.
Trump, satışa şahitlik etmeleri için Avrupalı liderleri de topladı ve “itiraz istemem” demeye getirdi.
Bölgesel güç olduğunu düşünen Türkiye ise masada yoktu.
Buğday koridorunda alkışlanan Türkiye ne o masaya davet edildi ne de üçlü zirve için adı geçiyor.
Dün televizyon izlerken Kapadokya’dan gelen bir görüntü vardı.
Gördün mü ya da dikkatini çekti mi bilmiyorum.
Görmeyenler için anlatayım…
Bir otomobil, Peribacaları arasında yol alırken navigasyon sisteminin azizliğine uğramış ve Peribacaları arasında yol olmayan bir yola girmiş.
Ve aradaki sel yataklarına, çukurlara düşmemek için çırpınıyor.
Girdiği ya da sokulduğu yanlış yolda öyle bir noktaya gelmiş ki ne ileri gidebiliyor ne geri gidebiliyor.
Manevra yapacağı bir alan da olmadığı için çaresiz ilerlemeye çalışıyor, otomobili perişan ediyor.
Bu görüntüleri izleyince aklıma ne geldi biliyor musun!
İBB’ye yönelik operasyonlar…
Bizi izleyenler hatırlayacaktır.
İktidarın İmamoğlu’na yönelik bir operasyon yapacağını uzun zamandır söylüyordum.
Yapılmadan epey öncesinden beri…
Çünkü iktidarın başka çaresi yoktu.
İmamoğlu’nun olduğu denklemde kaybedeceği kesindi.
Kesin kaybedeceği statükoyu bozmak zorundaydı.
Yeni bir statükoda kazanacağı kesin değildi ama kaybedeceği kesin olandansa farklı ve az veya çok kazanma ihtimali olabilecek yeni bir durum yaratmak zorundaydı ve böyle oldu.
Ancak şu anda durum tam da Peribacaları arasına çıkan, sıkışan otomobile benziyor.
Operasyonlar ile o kadar ileri gidildi ki dönsen olmuyor, gitsen nereye çıkacağın belirsiz…
Bu arada otomobil de zorlanıyor, hasar alıyor.
Şu anda yürütülen, yürütülmeye devam eden operasyonlar, ardı arkası kesilmeyen tutuklamalar tam da o otomobili anımsatıyor.
Yanlış yola girdiği, sokulduğu belli ama manevra yapamıyor!
Emre, Silivri’deki hücremde hava durumuna ya da rüzgarın yönüne bağlı olarak zaman zaman çok fena bir foseptik kokusu geliyor, özellikle de banyoda.
İlginç olan ne biliyor musun?
Bu rahatsız edici kokudan rahatsız olmamak için insan beyni bir mekanizma oluşturmuş, pis kokuyu bir süre sonra duymaz oluyoruz.
İnsan zihninin en hızlı alıştığı şey bu pis koku oluyor.
Sonra koku kaybolunca ya da temiz bir ortamda bir süre bulunup tekrar kokan ortama düşünce kokuyu bir kez daha fark ediyoruz.
Galiba ülke olarak durumumuz bu.
Pis kokuya alıştık ancak alışmış olduğumuz kötü kokuların sağlığımıza zararı devam ediyor, bunu anlamamız lazım.
Kokuyu bırakıp daha umutvar bir konuya atlayalım.
Komisyon çalışmalarına…
Şimdilik şovdan öte bir şey yapmayan komisyon, yavaş yavaş meseleye ısınıyor.
Umarım bir şeyler, işe yarar bir şeyler, PKK’ya af dışında bir şeyler üretir.
Burada MHP ve CHP’nin bir şeyler üreteceğini umuyorum.
Çünkü Dışişleri Bakanı eğer bir politikaya işaret ediyor, bir politikayı temsil ediyorsa iktidar partisi, komisyonu farklı görüyor demektir.
O zaman zaten komisyondan “demokrasi” kelimesini hemen çıkarmak gerekir.
Keşke çıkarmak zorunda kalmasak, o ayrı…
TBMM girişinde Beyaz Toros yakılması ise tipik, ucuz bir provokatif eylem.
Gerçekten kimin planlayıp bir manyağa yaptırdığı asla ortaya çıkmayacaktır, emin olabilirsin.
Hurda teşviki bahanesi ne kadar inandırıcı, bizi izleyenler karar versin.
Sık sık olduğu gibi Rezzan’a halimi hatırımı sormuşsun, daha pek çok soru gibi…
Önce siyasi ya da adli sorularından başlayayım.
Sabah Gazetesi’ndeki kiralık katille suikast iddiası ve gözaltına alınan AK Parti’ye yakın avukat ve iş kadınının tutuklanması; MHP’ye yakın Selahattin Yılmaz’ın kiralık katil olarak lanse edilmesi meselesi benim yorumlayamayacağım kadar garip bir konu.
O kadar karanlık ve karışık bir iddia ki, dokunmayacağım.
Bahçeli bununla ilgili çok ağır açıklama yaptı.
Aslında Kapadokya’daki otomobil meselesi burada da görünüyor.
Buradaki merağını gidermişimdir umarım.
Bir eski gazeteci olarak, karanlıkta hiçbir detayını görmediğin bir konuda bazen bekleyip görmek en iyisidir diye düşünüyorum.
Umarım bu konu, komisyon çalışmalarını hedef almıyor olsun…
Türkiye’nin bu kadar derinleşen sorunlarının çözümlenebileceğine olan iyimser inancımın sürüp sürmediğini de merak ediyormuşsun.
Sürüyor.
Çok basit bir yön değişikliği ile çok hızlı, çok çabuk çözülür.
Sorunu böyle formüle edeyim.
Türkiye büyük bir hızla karadan uzaklaşıyor, ucu görünmeyen bir okyanusa doğru ilerliyor.
Gidilen yönde kara görünmüyor ama ayrıldığımız liman hala çok yakın.
Yapılması gereken, kaptanın gemiyi gidilen karanlık okyanus istikametinden geri çevirmesi.
Hemen güvenli limana ulaşılır.
Dümeni çevirmenin yöntemi belli: adalet, güvenilir yargı, en azından bir miktar liyakat.
Bak %100 demiyorum, %50 liyakat.
Her şey değişir!
Bunu AK Parti de yapabilir, yerine gelecek olan da…
Kim yapsa olur.
Ama geciktikçe geri dönüş de o kadar vakit alır.
Çok uzaklaşırsan zaten gemi batar.
Silivri özelindeki durumlara gelince…
Cezaevi kantiniyle inatlaşmam sürüyor.
Bu hafta da TAT barbunya konservesi siparişim gelmedi ama bir sürpriz yaparak elma sirkesini getirdiler.
Bu arada öğreniyorum ki, bazı izleyiciler vicdan azabı duymamak için barbunya pilaki yemiyorlarmış.
Aman ha! Bol bol yiyin, mevsimindeyken yiyin, benim için de yiyin. Kilosu 150 TL olan barbunyayı yiyecek hali olan varsa lütfen yesin.
Emre Beyciğim insan şartlara uyum sağlamakta çok mahir.
1970’lerde piknik setlerinde gördüğüm ve o gün bugündür hiç haz etmediğim melamin tabakta yemek yiyorum ve sahip olduğum üç melamin tabağa gözüm gibi bakıyorum.
Ton balığı ve kavurma tüketimini arttırdım.
Başka protein kaynağım yok çünkü.
Cezaevinde haftada 6-7 kez verilen tavukların hepsini yesem sonunda jinekomasti ameliyatı olmam gerekecek.
Yeni keyfim sabah saatlerinde eski dizilerin tekrarlarını izlemek.
Arada haber televizyonlarından ayrılıp keyif veren diziler izliyorum.
Favori iki dizim var: Yasak Elma ve Menajerimi Ara
En azından hoş görüntüler…
Kötülüğün bireylerle sınırlı olduğu, kurumsallaşmadığı günleri hatırlatıyorlar bana.
Haber televizyonlarında ise genç habercilere bakıp kendimce not veriyorum.
Son günlerde Sözcü TV’nin dış haberler müdürü Burak Tatari dikkatimi çekiyor, başarılı buluyorum.
Emre, gerçekten artık bir komedi filminde yaşıyoruz gibi…
İktidarın, yanında yol alanlara sadece hukuki koruma değil mali şemsiye de açması iyiden iyiye komik hale geldi.
Onu da yarın konuşalım diyeyim ve noktalayayım.
Herkese sevgiler!
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar