İstanbul 20°
FatihAltayli

Fatih Altaylı

Diğer yazılarıFatihAltaylı

Yazı İçeriği

  • Silivri Günlüğü - 67

detail banner reklam

Silivri Günlüğü - 67

FatihAltaylı
Köşe Yazısı

Fatih Altaylı

Ekim 2, 2025

Yazı İçeriği

  • Silivri Günlüğü - 67

Silivri Günlüğü - 67

Merhabalar Emre Bey nasılsınız?

Ekibimiz, izleyenlerimiz… Herkesin keyfi yerinde mi?

Ben gayet iyiyim.

Sağlık sıhhat genel olarak iyi, yaşıma göre çok şükür sıkıntı yok.

Varsa da farkında değilim diyelim.

Zaten iyi olmaya gayret ediyorum.

Eller kelepçeli vaziyette cezaevi kamyonetiyle, jandarmalar arasında hastaneye, doktora yollanma fikri çok da hoşuma gitmiyor doğrusu.

Neyse güzel şeylerden bahsedelim.

Yazın bitmesiyle beraber Silivri’nin ünlü soğuğu kendini göstermeye başladı.

Daha önce söylemiştim, sabahlar bayağı serin olmaya başladı.

Pencere açık yatınca sabah ezanı ile birlikte serin bir odaya uyanıyorum.

Tabii bunu duyan Hande bana hemen iki kazak yollamış.

Genelde kendi giyisilerimi kendim seçer alırdım, ilk kez Hande’nin seçtiklerini giyiyorum.

Çok da güzeller…

Acaba bundan böyle beni Hande mi giydirse? ☺

Dün avukatım Ömer kazakları getirdi ve “Bir de üşütüp hasta olmayacakmışsınız. Bunları giyecekmişsiniz” diyerek bildirimde bulundu.

Tabii burada kıyafetler cezaevi yönetimine teslim ediliyor.

Giyisiler aranıyor, uyuşturucu tespit köpeklerinin kontrolünden geçiyor, daha sonra hücre kapısında teslim ediliyor.

Lacivert giyisi verilemiyor.

İç çamaşırı ise ancak hiç kullanılmamış ve paketinde verilirse alınıyor.

Uyuşturucu bağımlılarının cezaevine uyuşturucu sokmak için her yolu denedikleri düşünülürse, bu önlemler normal.

Tabii cezaevi efsaneleri de var

Yok bilmem kaçıncı koğuşta yemekte verilen üzümleri toplayıp şarap imal etmişler, yok armuttan likör yapmışlar, yok tüm koğuş sarhoş olmuş…

Bana sorarsan palavra.

Üç beş salkım üzümden teneke kutuda şarap yapacaksın, kafa çekeceksin…

Daha neler!

Cezaevinde sefertasında ve salkım üzümle şarap yapan, çıkınca Şarköy‘de Petrus imal eder…

Yersen!

Dün Ömer sadece kazak, hırka getirmedi.

Sosyal medyada konuşulan ve benim ilgimi çekeceğini düşündüğü haberlerden de bazılarını toplamıştı hep yaptığı gibi.

Biri dikkatimi çekti.

O kadar zırvaydı ki, dikkatimi çekmemesi mümkün değildi.

Şöyle diyordu: “İstanbul’a bir F1 yarışı gelme ihtimali %1 idi. Bakü anlaşmayı 2030’a kadar uzatınca ihtimal sıfıra düştü. Federasyon hala palavralarla Türkiye’yi uyutmaya çalışıyor.”

Bu tweetleri atanların büyük bölümü, milyar dolarlık İstanbul Park pistini babasının çiftliğine çevirenlerin işi.

Bunların Türkiye’ye F1 yarışı gelmesin diye, F1 yönetimine yolladıkları mailleri bilseniz mideniz bulanır.

Fakat kötü oldukları oranda cahiller.

Burada aylar önce yazıp söyledim, İstanbul’un Formula 1 takvimine alınmasının Bakü yarışı ya da Azerbaycan Grand Prix ile alakası yok.

Türkiye’nin 2026 takviminde yer bulabilmesi Bakü ile değil, Madrid ile ilgili.

Madrid pistini yetiştiremez ise o yarışın İstanbul’a gelmesi büyük olasılık.

Bunu cezaevine girmeden önce Madrid’den yazmıştım.

Cahilce yorumlar yapıp komik olmasınlar.

Madem konu açıldı, Formula 1 meraklısı izleyicilerimize biraz bilgi vereyim.

Cezaevinde olduğum için biraz gecikmeli takip ediyor ve ilgileniyor olsam da FIA pist komisyonu üyesi olarak şunu söyleyeyim.

Formula 1 yönetimi aşırı talepten şımarmış vaziyette ve talep ettiği ücretleri giderek artırıyor.

20 yıl önce benim de yönetiminde olduğum federasyon ile Formula 1’i Türkiye’ye getirdiğimiz zaman, Formula 1’e ödediğimiz yıllık ücret 12 milyon dolar civarındaydı.

Bugün F1 için Suudi Arabistan gibi, Dubai gibi ülkeler yıllık 100 milyon dolar gibi bir para ödüyorlar.

Suudiler ayrıca Aramco sponsorluğu ile de F1’e 100 milyon dolardan fazla kaynak aktarıyorlar.

Kapı yıllık 60 milyon dolardan açılıyor, bu yüzden de pek çok Avrupalı pist çekiliyor.

Verstahpen’nin memleketi Zandvoort bu paraları ödememek için artık takvimde yok.

Türkiye ise nispeten daha düşük fiyata alabilmeye ve 2027’den itibaren takvimde yer almaya çalışıyor ama Türkiye’den “bazıları” F1e “Parayı devlet verecek, indirim yapmayın” mailleri atıyor.

Şunu da söyleyip konuyu kapatalım.

Geçmiş zamanın efsanevi Formula 1 pistleri, mesela Güney Afrika’daki Kyalami, ki bu aynı zamanda bir Maserati modelinin de adıydı, Portekiz, Arjantin gibi ülkeler de Formula 1’e geri dönmek istiyor.

Bu muhabbeti kapatayım, herkesin ilgisini çekmeyebilir.

Hadi madem yurt dışındayız, geri dönmeyip New York’a geçelim.

Birleşmiş Milletler toplantısı için New York’ta bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sorulan bir soruya bakalım.

New York sokaklarında gazeteciler Erdoğan’a, iktidar ortağı Bahçeli’nin Türkiye-Rusya-Çin ittifakı çıkışı ile ilgili ne düşündüğünü sordu.

Erdoğan’ın yanıtı şaşırtıcıydı.

Cumhurbaşkanı, Bahçeli’nin önerisini takip edemediğini, yani neredeyse bu çıkıştan haberi olmadığını söyledi.

İnanamadım…

Bu kadar önemli, tam da ABD ziyareti öncesi böyle bir çıkıştan, böyle bir öneriden haberi olmaması mümkün değildi.

Eğer gerçekten bu konu kendisine aktarılmadıysa çok önemli bir sorundu.

Ama aktarılmaması mümkün değil.

Sadece tam da Trump görüşmesi öncesi bu konuda konuşmak istemiyordu Cumhurbaşkanı.

İktidar açısından önem taşıyan iki kişiden birini kırmak, kızdırmak istemiyordu.

Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık durumuydu!

Ancak eylemler, laflardan daha çok şey ifade ediyor.

Bahçeli, Türkiye-Çin-Rusya derken, Erdoğan Amerika yolunda ABD’ye vergileri düşürdü, Çin’e ise vergileri artırdı.

Zaten epeydir burada söyleyip duruyorum Çin’le ilişkiler gergin diye.

İzleyicilerimiz hatırlayacaklardır; Çin’in Türkiye’ye yapacağı yatırımlarda frene bastığını ve beklenen pek çok yatırımın askıya alındığını söylemiştim.

Tabii burada Türkiye açısından ciddi tutarsızlıklar var.

Türkiye yüksek teknoloji yatırımları yaptığını, güneş enerjisi, elektrikli otomobil, savunma sanayi alanlarında büyük oyuncu olma iddiasını ortaya koyuyor ama bütün dünya biliyor ki, Çin olmadan bu alanların hiçbirinde üretim yapamazsınız.

Bu ürünlerin tamamında hammaddelerin en kritik olanlarında Çin tekeli var.

Çin yoksa yüksek teknoloji, elektrikli araç pili, motoru, güneş paneli, jet motoru da yok.

Yani Erdoğan’ın, Bahçeli’nin açıklamalarından haberinin olmaması mümkün değil.

Belli ki duymazlıktan gelmiş.

Zor alınan bir randevu öncesi tartışmayı sokağa taşımak istememiş.

Ancak Trump uğruna Çin’i bu kadar kolay harcamamak lazım.

Trump’ın 3 yılı var, Çin ise 2000 yıllık devlet ve daha da var olacak.

Erdoğan’ın Trump randevusu ile ilgili Profesör İlhan Uzgel’i dinledim önceki akşam.

“Boeing’den uçaklar zaten alınacaktı. Bu THY’nin işi, Cumhurbaşkanı niye bunu kullanıyor?” eleştirisi yaptı.

Bence çok hatalı bir yaklaşım.

Zaten ödenecek parayı kullanarak, paracı Trump’tan randevu koparmakta bir beis yok.

Karşı tarafın zaafından faydalanmak akıllıca.

Yapılması gereken eleştiri bu değil, eleştiri yapılacaksa “Koca Türkiye, küresel güç yaptığınızı iddia ettiğiniz Türkiye, Trump’la görüşebilmek için ille de birkaç yüz milyar vermek zorunda mı?” şeklinde bir eleştiri ve “Bir sonraki randevu için Amerika’dan ne alacaksınız?” demek daha doğru olurdu.

Şunu da hesaplayalım, 250 Boeing yaklaşık 100-110 milyar dolar.

F-16 paketinin 23 milyar dolar olduğu zaten açıklanmıştı.

F35’ler eğer verilecekse, 100 adet F-35 paketi 20 milyar doların üzerinde olacaktır.

150 milyar dolardan söz ediyoruz aşağı yukarı.

Neredeyse Katar‘ın aldığı kadar ABD’den.

Tabii bunlar 1 yıl içinde alınmıyor, bu nereden baksan 10 yıllık bir paket.

AK Parti’de Erdoğan sonrasına hazırlık tartışmaları ile ilgili yorumumu merak ediyormuşsun.

Aslına bakarsan hiçbir yorumum olmaması lazım.

Çünkü şu anda sonrasını tartışacak bir ortam, bir durum, bir gerçeklik yok.

Erdoğan 2.5 yıl daha görevde ve bir erken seçim veya bir anayasa değişikliği yapabilirse 5 yıl daha görevde kalmak istiyor.

Yani 7.5 sene bir post Erdoğan ihtiyacı yok.

Bunu ben söylemiyorum, görüntü böyle.

AK Parti içinde bir tartışma, bir hazırlık var ise, ya da Saray’da o zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir sonraki dönem için aday olmayı düşünmediği manası çıkar ama bu bilgi bizde yok.

Varsa iktidarda var.

Ben de görüyorum tartışmaları.

Hakan Fidan mı olur, Bilal Erdoğan mı olur, net söyleyeyim beni hiç ilgilendirmiyor.

Partinin, iktidarın kendi iç meselesi.

Belki ikisi de değil; bambaşka biri, bilemem.

Bir genel seçim günü gelinceye kadar konu parti içi mesele.

Genel başkanın kim olacağına parti, o genel başkanın ülkeyi yönetip yönetmeyeceğine halk karar verir.

Partiler başarılı olmak, iktidar olmak veya kalmak istiyorlarsa partinin seçimi ile halkın seçimini aynılaştırmak zorunda.

AK Parti’nin başına Erdoğan’dan sonra kimin geçeceği, AK Parti’nin sorunu.

Ama Erdoğan karizmasına sahip bir isim bulmak kolay değil, hatta belki imkansız.

Ancak soruna yanıt olur mu bilmem ama olan bitene bakınca Hakan Fidan isminin giderek daha az duyulacağı gibi bir izlenime kapılıyorum.

Tabii iktidarın iki büyük ortağında da bir sonraki lider meselesi hafiften kendini hissettiriyor.

CHP, Özel ile bu işi çözdü ama diğer partilerde bu soru yanıtsız.

Belki de yanıt istenmiyor da olabilir.

Gerçekten de benim, senin kafa yorman gerekmeyen bir soru bu.

Sonuçta bize sormayacaklar, en azından genel seçime kadar…

Sağ siyasette Süleyman Soylu’nun her zaman bir faktör olabileceğini hatırlatayım ve siyasetin doğal akışının kesilemeyeceğini, kesilmeye çalışılmasının komplike sorunlara neden olduğunu da ekleyeyim.

Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunların en önemli nedenleri arasında, siyasete 2014 yılında yapılan müdahalenin olduğunu da hatırlatayım.

Boş bir zamanda bunu uzun uzun konuşuruz.

Unutma ama!

Bir başka güncel mevzuya geçelim, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan “konser” operasyonuna.

Daha önce başlatılmış ve birçok CHP’li belediye ama özellikle Ankara üzerinde bekletilen bir soruşturma idi ve düğmeye basıldı.

Cüretkar olan ise Melih Gökçek’in bir gece önceden operasyonun sinyalini vermesiydi.

İktidar, yargının siyasallaşması konusunda fütursuz davranıyor ya da Gökçek iyice fütursuzlaştı.

Öyle veya böyle bu bir rezalet.

Burada birkaç kere Mansur Yavaş’ın adaylık konusunda çekingen davranmasının arkasında, hep bu tür soruşturmalara maruz kalmama arzusu olduğunu ve Yavaş’ın çekinmekte haklı olabileceğine değindim.

Bu operasyon Mansur Yavaş’ın adaylık konusundaki çekingenliğini artıracaktır.

Yavaş’ın verdiği 94 dosyaya dokunulmayıp, bir yılı aşkın bir süre önce konuşulmuş bir dosyanın dün yeniden açılmasının hiçbir başka manasını ben bulamadım.

Gözdağı demek en doğrusu olur.

Emre, buradan tekrar biraz geri gitmek istiyorum.

THY’nin uçak alımlarına ve ABD’den ithal edilecek ürünlerdeki ani ve yüksek oranlı vergi indirimine…

Bu vergi indirimini ben gerçekten anlamadım.

Vergiler ülkeler arası ilişkilere bağlı olarak Dünya Ticaret Örgütü kurallarını da gözeterek indirilebilir, kaldırılabilir.

Normaldir.

Ama burada genelde bir mütekabiliyet, bir karşılıklılık ya da sanayi açısından bir çıkar söz konusudur.

Ben ABD’ye yapılan bu indirimde bunların hiçbirini göremedim.

Trump, daha yeni Türkiye’den giden pek çok ürüne ek vergi koydu.

O indirmeden biz niye indirdik?

İndirim yapılan vergilere bakıyorsun, hiçbiri Türkiye’nin sanayi üretimini artıracak hammadde veya üretim araçları ile ilgili değil.

Umarım Boeing anlaşması imzalanırken Trump da bize vergi indirimleri yapar.

Hazır Amerika’da iken şu mikrofon meselesine de değinelim.

Birleşmiş Milletler’deki konuşması sırasında Erdoğan’ın mikrofonu aniden kapanınca tüm televizyonlarda koca koca adamlar komplo teorileri üretmeye ve “Tam İsrail’i eleştirirken kesildi” diyerek konuyu siyonist komploya kadar taşıdılar.

Telefonum olsa arayıp anlatacaktım cühelaya…

Genel kurul açılışında herkes konuşabilsin diye konuşmalarda süre sınırı var.

5 dakika dolunca mikrofon otomatik kapanıyor.

Eğer ABD Başkanı falan önemli ve önceden anlaşılmış bir konuşma yapacaksa, ender olarak bu süre uzatılabiliyor ama sınırlama net ve süre aşınca mikrofon otomatik kesiliyor.

Erdoğan da düşük bir tempoda konuşmuş olmalı ki, süre yetmemiş ve mikrofon kapanmış.

O açılışlara defalarca gittim.

Bunlar sık sık olur.

Emre, sen sormazsın ama benim değinmek istediğim bir konu var.

Belki senin de dikkatini çekmiştir bilmiyorum.

Haberlerde sık sık “tacizciye dayak, hırsıza dayak, yan kesiciye dayak” şeklinde haberler çıkıyor.

Ahali, yakaladığı bir suç zanlısını eşek sudan gelinceye kadar dövüyor, neredeyse linç noktasına geliyor.

Bir gün birisi ölecek…

Bak kardeşim bu bir hukuk devletinde, bırak hukuku, bir kanun devletinde olacak şey değildir.

Ciddi devletler ihkakı hakkı kabul edemez, ki bu ihkakı haktan da öte bir durum.

Ne burası, 1800’lerin vahşi batısı mı?

Bir şüpheli, bir zanlı var ise yakalanır polise teslim edilir, yargılanır.

Bu linç girişimleri neyi gösteriyor biliyor musun Emre?

Hukuka, adalete güven kalmadığını.

Hukuk, adalet devlet demektir; devlete güveni bitirmek, ülkeyi bitirmektir.

AK Parti’nin Bayrampaşa Belediyesi’nde yaptığı ise haksızlık, hukuksuzluk ötesine geçen bir durum.

Belediyeyi CHP’nin elinden almak için her şeyi yap; gözaltı, transfer ne varsa…

Bunlara rağmen yapılanlar Allah’ın gücüne gitmiş olmalı ki, kurada belediye CHP’de kalsın.

Kalk bir de buna dava aç!

Ayıp ya, çok ayıp…

CHP’ye yönelik kurultay davaları artık sona erdi mi demişsin.

Bilemeyiz ama AK Parti burada beklediğinin tam aksi sonuçlar doğduğunu görüp taktik bir geri çekilme içinde olabilir.

Şunu biliyoruz, AK Parti gerilim ve kutuplaşmadan besleniyor.

Fakat ilginçtir, en derin kutuplaşma gerekçelerini AK Parti belki de istemeden ortadan kaldırdı.

Bugün türban gerilimi yok, gençler böyle bir sorun yaşamıyor.

Belki de bu yüzden, bu sefer tam tersinden kılık kıyafete karışarak gerilim yaratmak istiyor iktidar ama bu en çok kendisine zarar veriyor.

Engellediği konsere muhafazakar ailenin çocuğu da gidemeyip mağdur oluyor.

Gözaltına alınan sanatçıyı muhafazakar gençler de dinliyor, seviyor.

Dünkü tartışmalarda, konser tartışmalarından ve gözaltılardan sonra AK Parti’li İBB ve ABB başkanlarının zorla istifa ettirilmiş olmalarının yolsuzluklarla bağlantılı olduğu halde, bunlara yolsuzluk soruşturması açılmamış olması sürekli gündemde.

Gençler için söyleyelim, hatırlatalım.

15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra, AK Parti yönetimi 3 büyükşehir belediye başkanını zorla istifa ettirdi.

Ankara’da Melih Gökçek, İstanbul’da Kadir Topbaş, Balıkesir’de Edip Uğur istifaya zorlandılar.

Gökçek ve Uğur bir süre direndiler ama sonunda istifa ettiler.

Daha önce de söyledim, bir daha söyleyeyim…

Bu zorla istifaların yolsuzluk yaptıkları için değil, FETÖ ile bağlantıları olduğu yolundaki inanç nedeniyle istendiği bilinen bir gerçektir.

Emreciğim, şimdi bugünlerde Amerika’nın ne kadar güvenilmez bir süper güç olduğunu izliyoruz.

Düne kadar terörist olarak kellesine ödül koyulan Suriye Devlet Başkanı, HTŞ lideri Ahmet Şara, ABD’de neredeyse onur konuğu.

CIA Başkanı ile şovlara katılıyor ve aslında terör lideri iken dahi Amerikan istihbaratı ile içli dışlı olduğunu görüyoruz.

ABD Orta Doğu’da hiçbir şeyi şansa bırakmıyor, uzun ya da orta vadeli kuluçkalar yapıyor.

Filistin’de olan biten her şeyin ya da son büyük olayların, Trump‘ın geleneksel Amerika politikasını terk ederek Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ile başladığını hatırlamayan veya anlamayanlar, Netenyahu’yu durdurmak için Trump‘tan medet umulmasını istiyor ya gülüyorum.

Yahu bu olan biten zaten Trump’ın yüzünden oluyor, sorunun nedeninden sorunun çözümünde yardım mı beklenir!

Emreciğim, hızlı gündemde çok garip işler oluyor.

Bir KJ operatörünün hatasından gözaltılar, cahil bir çocuğun şakasından infialler, gereksiz gerilimler…

Çok sıradan yürütülebilecek yargı süreçleri, durduk yere halkın gündemi ve sorunu haline geliyor.

Toplumsal enerjiyi emiyor.

Yazık kere yazık!

Benim ise bugünkü derdim kantinde zeytinyağı olmaması.

Sürekli salata yediğim için, zeytinyağı yoksa aç kaldım paniğindeyim.

Ama her şeye alışıyoruz, zeytinyağsız salataya da alışırız artık…

Sizi, izleyenleri, bilgiye hemen ulaşabilmeyi çok özledim!

Hepinize sevgi, selam…

Yarın görüşmek üzere!

Kalın sağlıcakla, sevgiyle…

FatihAltaylı
X’te yanıtla

X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.

FatihAltaylı
  • Geçmiş yazılar

TümüFatihAltaylı
Silivri Günlüğü - 73
Köşe Yazıları
Silivri Günlüğü - 73

Fatih Altaylı

Ekim 2, 2025

Silivri Günlüğü - 72
Köşe Yazıları
Silivri Günlüğü - 72

Fatih Altaylı

Ekim 2, 2025

Silivri Günlüğü - 71
Köşe Yazıları
Silivri Günlüğü - 71

Fatih Altaylı

Ekim 2, 2025

  • Videolar

TümüFatihAltaylı
Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Boş Koltuk" görseli
Dün
FatihAltaylı
YouTube
Videolar yorumluyorFatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Boş Koltuk""Boş Koltuk" Teke Tek Bilim ▷ https://www.youtube.com/@TekeTekBilim YouTube kanalına abone olmak için ▷ http://bit.ly/FatihAltayli Gazeteci - Yazar Fatih Altaylı, Youtube kanalına özel gündemi yorumluyor.
Ekim 3, 2025
Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Özgürlük" görseli
2 Gün Önce
FatihAltaylı
YouTube
Dücane Cündioğlu yorumluyorFatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Özgürlük"Dücane Cündioğlu yorumluyor Teke Tek Bilim ▷ https://www.youtube.com/@TekeTekBilim YouTube kanalına abone olmak için ▷ http://bit.ly/FatihAltayli Gazeteci - Yazar Fatih Altaylı, Youtube kanalına özel gündemi yorumluyor.
Ekim 2, 2025
Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Mücadele" görseli
3 Gün Önce
FatihAltaylı
YouTube
Şule Aydın yorumluyorFatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: "Mücadele"Teke Tek Bilim ▷ https://www.youtube.com/@TekeTekBilim YouTube kanalına abone olmak için ▷ http://bit.ly/FatihAltayli Gazeteci - Yazar Fatih Altaylı, Youtube kanalına özel gündemi yorumluyor.
Ekim 1, 2025