Sekreterle ilişki

NATO Genel Sekreterliği konusunda yabancı basına yansıyanları okuyunca, "Garip bir durum var" hissine kapıldım, Çünkü biz burada "Zafer" havasındayız, ama karşı taraf da "Zafer havasında" , Başbakan Erdoğan’ın uluslararası ilişkiler literatürümüze soktuğu bir "Win-Win" , yani "Kazan-Kazan" kavramı var, ama acaba bu kez durum öyle mi? Ya da "Kazan-Kazan"larda bugüne kadar gerçekten kazandık mı? Batı basını Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği meselesini duyururken, Türkiye’nin geri adım attığını yazıyor, Obama’nın bastırdığını, Türkiye’nin de evet demek zorunda kaldığını,,, Rasmussen, "Roj TV’nin durumuna bakarız, Terörle bağlantısı varsa kapatırız" diyor yine, Daha önce söylediğinin tekrarı, Yarın, "Yok bir terör bağlantısı" derlerse diyecek bir şeyimiz yok, Ki Kasmussen artık Başbakan da değil, Yine Avrupa gazetelerine göre Türkiye’nin NATO’da önemli görevler elde ettiği falan da yok, Zaten NATO’nun önemli bir ülkesi, en büyük 2, ordusuyduk, Yine öyleyiz, İleri giden bir durum yok yabancı meslektaşlarımıza ya da onlara bilgi veren siyasetçilere göre,,, Yine pek çok yabancı gazeteci, Türkiye’nin iki başlı bir dış politikası olduğunu söylüyor, Gül ile Erdoğan arasındaki üslup farkına değiniyorlar, Zirveyi yakından takip eden bazı kişilerle konuştum, "Gül’ün havası başından beri Erdoğan gibi düşünmediğini gösteriyordu zaten" dediler, NATO Zirvesi’nde zafer mi var, yoksa bir mağlubiyet mi? Belirsiz, Geçmişin kazan-kazan politikalarını hatırlarsak, durumun pek de öyle olmadığı ortada, Kıbrıs meselesine hızlı bir giriş yapmıştık, Annan Planı Türk tarafınca onaylanmış, Rum kesiminde ise reddedilmişti, Kaybettik diyemem, ama aradan geçen 4 yılı aşkın sürede kazınılmış bir şey yok ortada, AB meselesinde de öyle, 17 Aralık’tan bu yana 5 yıl geçti, Müzakerelerde alınan mesafe bir arpa boyu civarı, Bakalım bu kez ne olacak, Rasmussen’in sekreterliği konusunda alındığı söylenen tavizleri bir kenara not ettik, İzleyeceğiz, Bu arada çok sevdiğim birinin sözü aklıma geliyor, "Sekreteriyle ilişkiye giren, kendi yazısını kendi yazar" demişti bir gün, Mevcut durumla ne alâkası mı var? Bilmem, Aklıma geldi,

 

 


Pire için yorgan yakılır

Obama geldi, 24 Nisan’a da az kaldı, Herkesin aklında Obama’nın Ermeni Soykırımı ile ilgili bir şey söyleyip söylemeyeceği var, Aslında Türkiye bu sorunu aşar, Ermenistan’la açılacak bir sınır kapısı, atılacak bir kaç adım işi rahatlatır, Alparslan Türkeş bile Ermenistan’la ilişkilerin düzelmesi için epey çaba sartetmişti, Ancak Türkiye bölgede yalnız değil ve Ermenistan’la ilişkilerin kurulmasındaki en önemli engel Azerbaycan, ABD bir yandan Türkiye’ye bastırıyor, Ama Azerbaycan, "Ermenistan’la ilişkilerinizi normalleştirir, sınırı açarsanız, boru hattını askıya alırım" diyor, Bizden ilişki normalleştirmesi isteyen ABD, bize değil Azerbaycan’a bastırsa sorun çok daha kolay çözülecek, ama galiba aslında kimse sorunun çözülmesini istemiyor, Türkiye’ye fatura kesmek istiyor Bu havada 24 Nisan yaklaşıyor, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesi için çaba harcayanların başında, Gül’ün Dışişleri Bakanı olduğu dönemde ABD’li bir senatör soykırım yasasını kastederek, Gül’e, "Ne var bu kadar büyütecek, Biz bunu kabul edelim, Siz de Türkiye’de bizim Kızılderililere soykırım yaptığımızı ilan eden bir yasa kabul edin, olsun bitsin" demişti, Şimdi mesele Obama’nın bu konuda ne diyeceği, Obama soykırım derse ne olacak? Cumhurbaşkanı Gül, "Gerekirse pire için yorgan yakarız" diyerek Türkiye’nin bunu kabul edemeyeceğini söylüyor, Çünkü bu sözün ardından başlayacak sürecin kontrol edilemez olduğunu düşünüyor, Türkiye’nin en yetkili ağzına göre Obama’nın 8 yıl başkan kalması muhtemel ve bu söz ilişkilerde 8 yıla malolur, Obama’nı ziyareti çok önemli, Çünkü Türkiye Dünya’ya ABD üzerinden bağlanmayı sürdürüyor,

 

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hayatta replay veya slow motion olmadığını anladığımız zaman

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları