Benden bu kadar

12 Haziran Çarşamba günü “Biz de bunu anlatmaya çalışıyorduk” başlıklı bir yazı yazdım.

Dedim ki: “Gelişmeler ruhumdaki karamsarlığı bir nebze olsun azalttı.”
Ve şöyle bitirdim yazıyı:

“Bence bu işin çözücüsü yargı olabilir. Eğer yargı ilk kararında (yani kışla inşaatının durdurulması) ısrar ederse, hükümet kanadı da ‘Yargıya saygımız var’ diyerek kışla inşaatından vazgeçer. Böylelikle Türkiye’ye giderek daha fazla sıkıntı yaratacak bir mesele çözülmüş olur.”

5 gün sonra nereye geldik.

Bu dediğim yere.

“Makul”e…

Başından beri durmaya çalıştığım yer bu.

“Makul.”

Geçen hafta eyleme “kayıtsız şartsız destek veren”, çok da sevdiğim ben yaşlarda bir arkadaşımla konuşuyordum.

Bana kızıyordu.

Oturduk, uzun uzun konuştuk.

“Bu eyleme ilk desteği veren benim. Sırrı Süreyya Önder’i daha siz olayın ne olduğundan haberdar değilken ekrana çıkaran benim. Ama…” diye başlayan uzun bir konuşma.

Sonunda bu çok sevdiğim arkadaşım bana dönüp şöyle dedi:

“Fatih, sen makul ve aklıselimle konuşuyorsun. Ama biz şu anda makul lafı dinleyecek durumda değiliz ve dinlemek de istemiyoruz. Biz şu anda heyecanlıyız. Ve sana da bu heyecanımızı paylaşmadığın ve heyecanlı olmamayı öğütlediğin için kızıyoruz. Bir süre sonra senin haklı olduğunu anlayabilirim belki ama şu an, o an değil.”

Bu eylemlerle verilmek istenen mesaja da ben hep hak verdim.

O mesaj verilmeliydi ama yine 12 Haziran günü şunu da yazdım: “Tadı kaçarsa sempati kaybolur.”

Anladığım kadarıyla bunun herkes farkına vardı.

Mesaj iletildi. Mesaj alındı.

Halk gücünü gösterdi.

Yasadışı olanla arasına çizgiyi koydu.

Devlet otoritesini kullananlar da bu çizgiyi gördü ve saygı gösterdi. Geç de olsa.

Bugün daha da umutluyum.

Makuliyet giderek öne çıkıyor.

Ben ise her iki tarafın da “öfke nesnesi” olmak pahasına “makulden yana” durmaya çalıştığım için doğru yaptığımı düşünüyorum.

Ama şunu bir kez daha gördüm.

Bu ülkede en zor şey, sırtını kimseye dayamadan, birinin veya diğerinin adamı olmadan “makul”ü savunmak.

Hiç kimseden değil, sadece makulden taraf olmak.

Zor zanaat.

Ve çok yorucu.

Yoruldum.

Sıkıldım.

Üzüldüm.

Pes etme noktasına yaklaştım.

Kaçma arzusuna yenik düşmenin sınırlarında dolaştım.

Kaçmanın korkmaktan değil, orada, o ortamda bulunmamak arzusundan kaynaklandığını bildiğim için kaçmak istedim.

Ama görüyorum ki, artık “makuliyet” giderek egemen olmaya başladı.
Ben de dinleneceğim.

Kusura bakmayın.

 

Türk ekonomisi testten sağlam çıktı

DÜN Türkiye’nin önemli bankalarından birinin genel müdürüyle beraberdim.

Birlikte öğle yemeği yedik.

Adını sormayın, ölsem söylemem.

Ama sorularım vardı. Onları sordum. Yanıtlarını sizlerle paylaşmak için.

Önce şunu sordum: “Faiz lobisi bu işten kârlı çıktı mı?”

“Türkiye’deki hiçbir banka bu işten kârlı çıkmadı. Bu işten kârlı çıkmak için, vermiş olduğunuz tüm kredileri bu olaylar patlamadan önce geri çekmiş olmanız ve olaylar patladıktan sonra bir iki puan artan faizlerle yeniden vermiş olmanız gerekirdi. Oysa biz milyarlarca liralık krediyi zaten plase etmiş durumdayız ve bunlar uzun vadeli anlaşmalar. Faizi belirlenmiş anlaşmalar. Bu yüzden faizler olaylardan ötürü biraz artınca biz bu işten zarar ettik. Ha yurtdışında Türkiye’ye girmek isteyen bir fon pusuda bekliyorsa ve dolar 1.90 olduğu anda doları bu kurdan bozup Türkiye’ye girdiyse onlar büyük kazanç sağlamıştır ya da sağlayacaktır. Ama Türk bankalarının hiçbiri bu durumda değil. Tam aksine bizim mevduatlarımız kısa vadeli. Artan faizlerden ötürü onlara daha fazla faiz ödemek durumunda kaldık hepimiz ve bu bize bir fatura çıkardı.”

İkinci sorum geldi ardından.

“Borsanın hızlı düşüşü ve Türkiye’den para çıkışı bu olaylarla ne kadar bağlantılı?”

“Aslına bakarsanız borsa zaten düşüyordu ve düşecekti. Sıcak paranın bir kısmının da Türkiye’den çıkacağını biliyorduk. Bu olaylarla da hiç alakası yok. FED Başkanı Bernanke, yükselen piyasalara eskisi kadar para akmayacağını söyleyip likiditenin çok fazla arttığını açıklayınca zaten bunu bekliyordu herkes. Yani borsa zaten düşecekti. Bir miktar para çıkışı da olacaktı. Bu olaylar belki yüzde 10, belki yüzde 20 etkili olmuştur. Elimizde veri yok ama Gezi olayları olmasaydı da borsanın düşmesi ve paranın çıkması bekleniyordu.”

Ardından üçüncü sorum geldi.

“Bu uzun vadede Türk ekonomisini nasıl etkiler?”

“Çok etkilemez. Türk bankalarının hemen hepsi paranın bol olduğu günlerde milyarlarca dolarlık dış kaynağı Türkiye’ye getirdiler ve Merkez Bankası’na depo ettiler. Şu an için bir sıkıntı yok. Olaylar uzun sürmezse yabancıların da sorunu olmaz. Zaten şu anda hiçbir yabancı, olanları büyük risk olarak görmüyor. Uzar ve tırmanırsa elbette risk faktörü olacaktır, ama şu an için her şey kabul edilebilir sınırlar dahilinde.”

Konuştuğum banka genel müdürü, olayların Türkiye için “olumlu sonuçlanan bir test” olduğunu da düşünüyordu.

“Bu olayların gösterdiği bir şey oldu ki bu sevindirici. Türkiye ekonomisi oldukça sağlam. Biz ekonomide hiçbir kırılma, risk artışı görmedik. Bu da Türkiye açısından sevindirici” dedi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kalbimizle aklımızı dengede tutabildiğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları