Amaç sokakta ders vermek mi?

1 Mayıs’ın “tatsız” geçeceğinin işaretleri bizim buralarda belirmeye başladı.

Biliyorsunuz, Habertürk’ün merkezi Taksim’de.

Her 1 Mayıs’ı “içinde” yaşıyoruz.

1 Mayıs günleri binamızda gözyaşları içinde çalışıyoruz, gazeteye gelip gitmemiz bile imkânsıza yakın bir hal alıyor.

Bunun tek istisnası 2012 1 Mayıs’ıydı.

Valilik izin verdi. Tek bir olay olmadan 1 Mayıs kutlandı.

Geçen yıl ise izin verilmeyince alıştığımız tablo ortaya çıktı ve Gezi’yle de üzerine tuz biber ekildi.

Bana ulaşan bilgilere göre İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına “izin verme” taraftarıymış.

Bu konudaki görüşünü de İçişleri Bakanlığı’na bildirmiş.

“İzin verirsek daha rahat ederiz. Büyük olay olmaz. İzin vermezsek çok sıkıntı çekeriz, olaylar hem büyür hem uzayabilir” demiş.

Ancak Ankara, “Kesinlikle Taksim’de olmayacak” diyerek Vali Mutlu’nun “İzin verelim” önerisini geri çevirmiş.

Bu bilgi çok içeriden ve büyük olasılıkla doğru.

Hatta bu bilgiyi bana verenler, “Vali Mutlu, haziran ayı başında bu nedenle görevden alınabilir” dediler.

Bilmem.

İzin vererek 1 Mayıs’ı olaysız veya az olayla atlatmak varken, izin vermeyerek yeni bir 1 Mayıs Meydan Muharebesi’ne sebebiyet vermenin ne mantığı olabilir?

Sıradan düşününce hiçbir mantık bulmak mümkün değil.

O halde sıra dışı düşünmek lazım.

Böyle yapınca da akla bir tek şey geliyor.

“Sokağa gözdağı vermek.”

Son zamanlarda taraflı tarafsız pek çok kişi iktidarın sokak olaylarıyla düşürüleceğinden söz ediyor.

Bu düşünce hükümette de var, biliyorum.

Bunu bilince akla gelen tek şey şu oluyor: “Hükümet sokakla mücadele etme konusunda tecrübe kazanmak istiyor, sokağa da ‘Bizi sokakta da yenemezsiniz’ mesajını sert bir dille vermek istiyor.”

Yani “Ya bizim dediğimiz gibi yaparsınız ya da cezasını çekersiniz”.

Yani asıl mesele 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlatmamak değil.

Hükümetle inatlaşmanın sonuçlarını göstermek, mesaj vermek.

Böyle bakınca, 1 Mayıs’a izin verilmemesinin mantığını biraz olsun anlıyor insan.

Ama ülkesini, insanını seven biri olarak bu mantığı kabullenmeyi de insanlık olarak göremiyor insan!

 

Davul Hazine’de, tokmak müteahhitte

DEV projeleri yapacak grupların bulacakları kredilere Hazine garantisi verilmesini birkaç gündür yazıp duruyorum.

Devlet tarafından en küçük bir açıklama yok.

İlgili bazı bakanlara bu soruyu sordurtmak istedim.

Öğrendim ki, bu konuyla ilgili soru sormak bile “yasak”.

Danışmanlardan, “Bu soruyu lütfen sormayın” cümleleri duyduk.

Belli ki, bakanların da buna verecekleri bir yanıt yok.

Susmayı tercih ediyorlar.

Ben konunun yasal tarafını yazarken, Türkiye’nin büyük müteahhitlik firmalarından birinin yöneticisi, “Hazine garantili” işlerin nasıl yapılması gerektiği ve sakıncaları konusunda biraz bilgi verdi.

Madde madde yazarsak şöyle:

– Hazine garantisiyle alınacak olan her ihalede yaşanabilecek en büyük olay, yatırımcı firma inşaat kısmında krediyi bol kullanıp çok pahalı ve kalitesiz bir imalat yapabilir. İşletme dönemine geçildiğinde ise “Kredileri ödeyemiyorum” deyip iade eder.

– Örneğin 3. havalimanında devletin eline, yapılan işe göre çok pahalı bir havalimanı ve kredi borcu kalır, ayrıca alacağı kiradan da mahrum kalır, çok ciddi zararlar oluşur.

– Bu zararları Hazine’nin ödememesi için, Hazine bu işe garanti verecekse bu inşaat projelerinin çok ciddi müşavirler tarafından denetlenmesi gerekir.

– Yurtdışında bu tip ihalelerde, bu boyuttaki projeler 1000 kişilik mühendis ve finansçıdan oluşan müşavirlik firmaları tarafından denetleniyor.

– Türkiye’de bu denetimi kim yapacak? Şartnamelerde bununla ilgili bir açıklık yok. Ya 5 milyara yapılacak bir havalimanı 7.5 milyara yapılıp “Pardon” derlerse ne olacak?

– Bütün ihalelerin projelerinin hepsinin tamamlanmış şekilde yeniden yapılması lazım.

– Türkiye’de de bu işe kontrollük teşkilatı lazım. Bu kontrolü yapacak firmanın tespiti için ayrı bir ihale gerekir.

– Bu haliyle “davul” Hazine’nin boynunda, “tokmak” yatırımcıda oluyor, bu da çoook tehlikeli.

 

Kindar nesil değilim çok şükür

BAZI polislerin 23 Nisan günü çocukları dövmesini eleştirdim ya, haliyle “Onlar da çocuk mu?” diyen epey bir itiraz geldi.

Onlar çocuk değilmiş; çünkü ellerinde pankart varmış.

Onlar çocuk değilmiş; çünkü anne babaları tarafından yönlendirilmişler.

Onlar çocuk değilmiş; çünkü geleceğin teröristleriymişler.

Yapmayın yaaa! Onlar çocuk.

14 yaşındaki insana çocuk denir hanımlar beyler.

Polise taş atan, molotof atan çocuklara “Onlar çocuk” diyeceksiniz -evet onlar da çocuk ve onları da burada biz savunduk hep- bunlar çocuk değil öyle mi?

Ne yapmışlar. Molotof mu atmışlar?

Hayır!

Taş mı?

O da değil!

Cam çerçeve mi kırmışlar?

Asla!

“Berkin Elvan ölümsüzdür” diye pankart kaldırmışlar.

Ne var bunda, suç mu?

De ki, başka şey yazıyordu o pankartta ve suçtu.

Çocuk dövülür mü?

Efendi gibi uyarırsın, gerekiyorsa efendi gibi gözaltına alırsın.

Ana babası suça teşvik ettiyse onun için de işlem yaparsın.

Kazlıçeşme’de uydu bağlantısıyla Kandil’deki PKK yöneticisi dev ekrandan konuşma yaparken kafa çevireceksin, Berkin Elvan diye pankart kaldıran çocuğu döveceksin.

Barış için, huzur için ona kafa çeviriyorsan, bu çocuğa da çevir kafanı. Üstelik kafa çevirecek bir suç da yok ortada.

“Onlar çocuk mu?” diye yazan okurlara şunu söylemek istiyorum.

İnşallah günün birinde sizin çocuklarınız da uğradıkları bir haksızlığa itiraz ederken polis tarafından dövülmezler.

Çünkü ben “kindar neslin” mensubu değilim.

Hele çocuklara karşı hiç değilim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kinin ruha yük olduğunu anladığımız zaman..

Erişilebilirlik Araçları