Nefret rantının düşman ortakları ya da ben yazdım, siz doldurun

TAMAMEN çıldırmış bir toplum haline gelmişiz.

Ne mantık kalmış, ne izan, hatta ne insanlık.

Toplu bir nefret histerisi.

Ve bu nefretin taraflarından biri değilseniz, tüm nefretin üzerinize akmasına razı olmanız gerekiyor.

En değerli ölçü olan makuliyetten eser kalmamış.

Gazetecisi, “İyi olmuş, hak ettiler” diyor.

Başbakan’ı adam dövüyor.

Ya birini alkışlayacaksınız ya öbürünü, arasında sıkışıp kalmak en acısı.

Aslında her ikisi birbirinin aynadaki yansıması… İkisi birbirini besliyor. Nefret rantının ortak yiyicileri.

Her ikisinin de söylemi “nefret söylemi”.

İş bu noktaya gelince makul olmak zor.

Birinden birini yakın hissetmek zor.

İki kamptan birine yerleşmek imkânsız.

İkisine de epey bir fersah uzunluğunda, aynı vicdan mesafesinde duruyor aklımız.

Ve yazı yazmak çok zor bu ortamda.

Ne yazsanız olmuyor. Ne deseniz eksik kalıyor, ne deseniz fazla geliyor.

En iyisi ben biraz boşluk bırakayım.

Bir tırnak açayım.

Siz doldurun içini.

Çünkü benim yazasım yok.

Ne birinin yanındayım ne öbürünün.

Aklımdan geçeni, ruhumun hissettiğini yazsam başım belaya girecek.

Ben tırnak açıyorum şimdi, doldurun siz aklınızdan geçtiği gibi.

Ben yazmışım, siz okuyormuşsunuz farz edin.

“……………………………….

………………………………..

………………………………..

……………………………….

……………………………….”

Tamam mı? İstediğiniz gibi yazmış mıyım?

Sizin aklınızdan geçeni satırlara dökmüş müyüm?

Elinize sağlık o halde.

Benim de elime sağlık….

10 YIL ÖNCE 10 YIL SONRA

YIL 2004.

Başbakan Erdoğan ile New York’tayız.

Akşam önemli bir tören var.

Türkiye’nin çiçeği burnunda Başbakan’ı çok önemli bir ödül alacak.

Pek fazla lidere verilmemiş bir ödülü.

Ödül töreni dünyanın en önemli finans kuruluşlarından birinin, HSBC’nin New York’taki merkezinin yemek salonunda yapılacak.

Akşam saatlerinde tören salonuna gidiyoruz.

Finans dünyasının en üst düzey Yahudileri salonda.

New York’taki Türk sosyetesinden tanıdık yüzler de var.

Yanımdaki masada Dr. Mehmet Öz.

Yanımdaki sandalyede rahmetli Ahmet Ertegün.

Tören, Başbakan Erdoğan’a verilecek “Üstün Cesaret Ödülü” için düzenleniyor.

Ödülü veren ise AJC.

ABD’deki Yahudilerin en üst kuruluşu. American Jewish Committee…

Ödülü Başbakan’a AJC Başkanı takıyor. Övgü dolu sözlerle.

Erdoğan da benzer övgülerle karşılık veriyor.

Alkışlar.

Mutlu yüzler…

Ve 10 yıl sonra Soma.

O günün çiçeği burnunda Başbakan’ı, şimdinin “ustası” Başbakan Erdoğan.

Kendisini protesto eden bir vatandaşı, korumaların korumasında bizzat dövüp kovalıyor.

“İsrail dölü” diyerek.

İnternetten görüntüleri izliyorum.

Ağzım hayretle açılmış.

“Nefret suçunu” suç haline getirmiş bir partinin lideri.

10 yıl önce Yahudilerin verdiği en büyük nişanı almış bir Başbakan.

Hangisi daha Tayyip Erdoğan…

Bize bir anlatsa…

Aslında biliyoruz ama yine de bir anlatsa.

1 YILLIK KAYIP

BİRKAÇ gündür yurtdışındayım.

Dün gece her gelişimde sık gittiğim bir lokantaya gittim.

Yıllardır gide gele patronuyla kanka olmuşuz.

Her seferinde gelir masamıza oturur, muhabbet ederiz.

Sıkı bir Türkiye severdir.

“Bir daha doğsam İstanbul’da doğmak isterim” der her zaman.

Sıkı da bir Tayyip Erdoğan hayranıydı.

Ülkesi birkaç yıl önce ekonomik krize girdiğinde, “Bizim Başbakan çok kötü. Adam değil. Bizim de Tayyip Erdoğan gibi bir Başbakan’ımız olsaydı bu halde olmazdık” demişti yine böyle bir yemekte.

Dün gece yine masamıza geldi.

“Çok üzüldüm Türkiye’de olanlara. Başınız sağolsun” dedi önce.

Sonra kulağıma eğildi.

“Artık Başbakan’ınızı sevmiyorum” dedi.

“Niye?” diye sordum. Geçen sene Gezi’de olanları bile hoş gördüğünü söylüyordu çünkü.

Kalktı tezgâhın arkasından iki gazete getirdi.

Başbakan müşavirinin Soma’da bir vatandaşı tekmelerken fotoğrafı ve Başbakan’ın bir vatandaşı dövdüğüne dair haberi gösterdi.

“Biz ekonomik krizi kabul edebiliriz ama seçtiğimiz birinden dayak yemeyi kabul edemeyiz” dedi.

Bilmem AK Parti yönetimi farkında mı, ama 1 yılda bile imaj kaybı felaket.

SENDİKALAR NE İŞ YAPAR!

YILLAR önce British Airways’le Londra’dan Los Angeles’a uçacağım.

Anons yapıldı. Uçağın kapısına gittik bekliyoruz.

Birdenbire ikinci bir anons.

“Havayolu sendikası uçağın kalkışına izin vermediği için uçuşumuz belirsiz bir süre ertelenmiştir.”

Şaşırdım.

Bir yetkili bulup nedenini sordum.

Sendika temsilcisi, uçakta personel için ayrılan dinlenme bölümlerinin yeterli olmadığını, bu yerlerde personelin yeterince dinlenemeyeceğini ve bunun da uçuş güvenliğini tehlikeye düşüreceğini söyleyerek uçuşa izin vermemiş.

Bunu niye anlattım.

Soma’daki madenle ilgili herkesi suçluyoruz.

Haklıyız da.

Ama ilgili sendikayı suçlamıyoruz.

Hatta ilgili sendika da suçlayanlar arasında.

Peki o zaman sendikaya da sormak lazım.

O madende, o koşullarda işçilerin çalışmasına nasıl izin verdiniz?

Sendikalar sadece toplu sözleşme için midir?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Ölenler için ağlarken kalanları da düşündüğümüz zaman…

Erişilebilirlik Araçları