Madem öyle, alın size Alevi soruları

ALEVİ değilim.

Seçme hakkım olmadığı için değilim.

Türkiye’de Alevi olmanın ne olduğunu 1979 veya 1980 yılında öğrendim.

Taksim-Yeşilköy dolmuşuyla okuldan eve gidiyordum.

Sıkıyönetim zamanı. Her yerde çevirme var.

Sahilyolu’nda içinde bulunduğumuz dolmuş durduruldu.

İndik.

Üzerimiz arandı.

Kimliklere bakıldı.

Benim yanımda oturan 25 yaşlarındaki genç dışında hepimiz dolmuşa bindirildik.

O genci bırakmadılar.

Nedenini sordum. Hem Alevi hem Tuncelili imiş.

Sırf bu nedenle tuttular adamı.

O zaman anladım Türkiye’de Alevi olmak ne demek.

Gerçi 10’lu yaşlarımın ortasında bir yerlerde, hayli dindar ve hayli muhafazakâr bir akrabamızla yaptığımız sohbet sırasında, “Vallahi Aleviliği kendime daha yakın hissediyorum” demem üzerine aldığım tepkiden “aşırı Sünni” bakış açısının Aleviliği nereye konumlandırdığını görmüştüm, ama devlet bakışını da o gün o dolmuşta öğrendim.

Fakat, galiba o gün bile Alevilerin durumu bugünkünden iyiydi.

Şimdi iktidar sürekli olarak Alevilere karşı olmadığını söyleyip, sürekli Alevi açılımı yapıyor, ama bunlar “samimi” mi değil mi öğrenmek için şu sorularımın yanıtını almak isterim.

1. Türkiye’de 81 vilayet var. Bunlardan kaçının valisi Alevi?

2. Türkiye’de 919 ilçe var. Bunlardan kaçının kaymakamı Alevi?

3. Türkiye’de 26 bakanlık var, kaç Alevi bakanımız var?

4. Bu bakanlıklardan kaçının bakan yardımcısı Alevi?

5. 26 bakanlığın kaçının müsteşarı Alevi?

6. Bu bakanlıklara bağlı yüzlerce genel müdürlükten kaçının başında Alevi genel müdürler var.

Bu sorulara verilecek yanıt, tabii verilirse, Türkiye’de Alevi açılımının ne noktada olduğunu gösterir.

Başbakan ziyaretinden müebbete

16 Şubat 2012 günü bir yazı kaleme aldım.

Genç Fenerbahçeliler diye bir grup, Fenerbahçelileri temsilen Başbakan Erdoğan’ı ziyarete, Başbakan’ın evine gitmişlerdi.

Kısa bir ziyaretin ardından da evin önünde gazetecilere “demeç” vermişlerdi.

Gazetelere yansıyan görüntüler üzerine ben de bir yazı kaleme aldım.

“Başbakan’a giden Fenerbahçeliler bunlar mı olmalıydı” başlıklı bir yazı.

Yazı üzerine Sefa Kalya ve İbrahim Gümüştekin isimli “Başbakan ziyaretçileri” beni dava ettiler.

Dava ne oldu bilmiyorum.

Büyük ihtimalle sürüyordur.

Ama dün gazetelerin manşetlerinde şöyle bir haber vardı:

“Taraftara örgüt davası

Genç Fenerbahçeliler ve Anadolu Genç Fenerbahçeliler Derneği’ne çıkar amaçlı suç örgütü davası açıldı.

Sefa Kalya ve İbrahim Gümüştekin’in de aralarında bulunduğu 5 kişiye bir cinayetin de içinde bulunduğu suçlardan müebbet hapis isteniyor.”

O gün bana kızanlar bugün ne düşünüyor acaba!

Bir profesörden iki rektöre

SEVGİLİ ağabeyim, Prof. Dr. Tolga Yarman, iki meslektaşına birer “ortak” mektup yolladı.

Bana göre tarihi değerde bir mektup.

Sağolsun, “Yayınlayabilir miyim?” soruma da olumlu yanıt verdi.

İşte o mektup(lar)

“Prof. Dr. Candeğer Yılmaz

EÜ Rektörü

Prof. Dr. Mehmet Füzün

DEÜ Rektörü

Değerli Rektörler, Sevgili Candeğer, Sevgili Mehmet,

Üniversitelerinizde, sizlerin doğrusu ‘akademik birikimleriniz’le katiyen bağdaştıramadığımız, hatta ‘hazin’ denecek tasarrufların gerçekleşmekte olduğunu, basından içimiz burularak öğreniyoruz.

Sizleri, arkanızdan yazılacak tarih sayfalarıyla bugünden yüzleşmeye davet etmemiz bir sorumluluktur.

Değerli Candeğer:

Korkarım Rennan Pekünlü’nün başına gelenlerden, maiyetindeki Ege Üniversitesi Yönetimi’ni münezzeh tutmak mümkün değil…

‘Hesabın’; bu dünyadan öte, ruz-i mahşer’i de vardır görenekte, öyle değil mi?

‘Hesabı’ nasıl verebileceğiniz, akademisyenler olarak bizlerin yüzlerini kızartmakta.

Değerli Uğur Dündar’ın ve Değerli Müjdat Gezen’in, üniversitende konuşturulmaması ise ayrı bir facia…

Değerli Mehmet:

Keşke hilaf-i hakikat olsa… Şu ki, basından öğrendiğimiz kadarıyla, Ege Üniversitesi’nden sonra şimdi bir de Dokuz Eylül Üniversitesi’nde, Uğur Dündar’ın konuşturulmaması yönünde karar alınmış.

Gerekçeniz şu görünüyor:

– Etkinlikte Soma madenindeki 301 emekçi ölümünün ‘Katliam’ diye anılarak siyasi konuşmalar yapılacak olmasından çekinmek!

Koskoca cerrahsın Mehmet’cim, esas bunun, üstelik ‘vıcık vıcık’ siyaset olduğunun farkına varamıyor musun?

Sana teknik bir hoca olarak ve vicdanen söyleyebilirim ki, Soma’da yaşanan ‘tam bir katliamdı’.

Katliama, üstelik akademik bir basiretle ‘katliam’ denmesi ne zaman siyaset oldu… Katliama; bunu, kendi suçlarını, hicap bile duymadan yüce Yaradan’a ciro etmeye yeltenenlerin yanında durarak ‘katliam’ dedirtmemektir ‘asıl siyaset’!..

Şu yaşında, bunu muhakkak görüyorsundur…

Sizler, devletin üniversitelerinin üst düzey, saygıdeğer görevlilerisiniz; ‘hükümet siyasetinin’, maiyet memurları değil…

Gittiğiniz yol (bizim bildiğimiz), yol değil!

Halisane uyarıyorum.

Üniversitede Soma konuşulmayacak, kömür konuşulmayacak, nükleer de konuşulmayacak, hiçbir şey konuşulmayacak, yalnızca bey kardeşlerimiz ne istiyorlarsa o konuşulacak, başkaca bir şey zinhar konuşulmayacak, tek tip medya gibi, tek tip üniversite kotarılacak…

Örgütlü cürüme, lütfen ortak olmayın…

Demokrasi suiistimallerinin kanser gibi yayıldığı ortamda figüranlık görevi, tövbe, hiçbirinize yakışmaz!..

Demokrasi, iktidar olmuşların (saygı duyarız, şu ki), karşılarında olanları yok saydığı, hiçe saydığı, giderek, düpedüz, anayasal suç teşkil eden, ‘keyfim nasıl isterse’ci bir iktidar anlayışı içinde, imha etme serbestisinin zemini addettikleri rejimin adı değildir.

Bizim bildiğimiz ve hayal ettiğimiz üniversite, sizin şimdi, ellerinizle, şekil verilmek istenen üniversite değildir…

Bunları söylemekten hicap duyuyorum…

Ama birilerinin, maatteessüf, sizleri uyarması gerekiyor…

Halisane uyarıyorum…

Güzel dileklerle, gözlerinizden öpüyorum…

Tolga Yarman, Prof. Dr.”

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Sormanın ayıp olmadığını anladığımız zaman.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları