Diziler olmadan ruh sağlığımız normal miydi!

MİLLETVEKİLİ Halide İncekara, televizyonlarımızda gösterilmekte olan bazı dizilerin senaristleri için "Ruh hastası" yorumunu yaptı,

Haliyle kıyamet koptu,

Senaryolara baktığınız zaman, Halide İncekara’ya hak verebilirsiniz, Müthiş çarpık ilişkiler, tecavüzler, aklınıza bile gelmeyecek her türlü rezillik bu öykülerde var,

Peki acaba "hastalıklı" olan senaristler mi?

Yoksa onların yaptığı sadece "toplumsal gerçeği" bir şekilde yansıtmak mı?

Bana öyle geliyor ki, gerçek olan ikincisi,

İşte bugünkü manşetimiz,

Herhangi bir senaristin, ruh hastası bile olsa aklına gelir mi böyle bir olay? Bunu yazmak bile derin bir psikolojik bozukluk gerektirirken, bunu yaşayan, yapan var,

Bir adam, eşinden ayrılıyor, İki kızı kendisiyle kalıyor, Kızlarına tecavüz ediyor, İkinci eşinin çocuğunu öldürüyor, Onu makinede parçalıyor, ensest tecavüz mağduru öz çocuklarına cesedi verip çöpe attırıyor ve sonra da çocuklarını sokakta bırakıp kayboluyor,

Ya aylar öncesinde manşet yaptığımız sapık ki, yaptıklarını burada yazamıyorum bile, Elim titriyor,

Halide İncekara bir gün gelip bizimle haber masasına otursun ve önümüze gelen, bazılarını okurun midesi bile kaldırmayacağı için kullanamadığımız, bazılarını biraz törpüleyerek kullanmak zorunda kaldığımız onlarca haberi görsün,

Ve hastalığın nerede başladığına ondan sonra karar versin,

Üstelik bütün bu olaylar, daha televizyon hayatımızda yokken bile vardı,

Bugün senaryo olarak karşımıza çıkan kitapların, öykülerin çoğu televizyonlardan daha eski,

Elbette televizyonların bütün bu rezaletleri normalleştirici bir etkisi var ama ruhsal bozukluğun başlangıcı değil televizyonlar,

Olsa olsa sonucu,


Sofalize olmak

DÜNYA o kadar hızla gelişiyor ve değişiyor ki, bu değişime “dilin” ayak uydurması oldukça güç,

Yaşam tarzlarındaki, hareket biçimlerindeki değişimler sürekli yeni kavramlar gerektiriyor, İngilizler ya da İngilizce, dünyadaki her türlü gelişmeye ve değişmeye yeni terimler ve kavramlar bulma konusunda oldukça mahir,

Bunlardan birini geçen hafta Sunday Times’ta gördüm: “Sofalising,”

Şimdilik sadece sokak dilinde ama yakında Redhouse veya Webster’a da gireceği kesin,

Ne demek “sofalising” ya da “sofalize olmak”,

İki anlamı var:

1, Evde televizyon seyrederek, koltuğa gömülüp arkadaşlarla ve dostlarla “onlayn sosyal netvörk”ler aracılığıyla görüşmek,

2, Gerçek insanlarla buluşma ihtiyacı hissetmeden sosyal olmak,

Bugün gerçekten durum bu,

Büyük ihtimalle sizin de çevrenizde bu tarz bir yaşamın geliştiğini fark ediyorsunuz,

Büyük çoğunluğunun elinde bir iPhone veya Blackberry olan insanlar, gözlerini ekrandan kaldırmadan sürekli olarak yazışıyorlar,

Bir yandan rutin işlerini sürdürür gibi görünüyorlar ama diğer yandan parmakları sürekli telefonun üzerinde, Durmadan yazıyorlar,

Üstelik de aynı anda çok geniş bir grupla,

Ya Twitter üzerinden, ya da Facebook,

Birbirlerinin ne yaptığını, neden hoşlandığı, neye güldüğünü, neyi izlediğini anında, gerçek zamanlı olarak takip eden bir geniş arkadaş grubu,

Bazılarını gerçek hayatta da tanıyorlar,

Bazılarını ise hiç görmemişler, Sadece sanal bir kimlik üzerine kurulmuş, müthiş samimiyetler,

Eşlerin, yakın arkadaşların bile bilmediği kadar ayrıntılı bir biçimde birbirleriyle hayatlarını paylaşıyorlar,

Ve bunu koltuklarından kalkmadan, kanepeye yayılmış, yatakta pijamayla ve hatta banyoda bile sürdürebilme rahatlığı içinde, Tabii gerçek anlamda sosyalleştiklerinde bile “sofalize” olmaya devam ediyorlar, Hatta bir yemekte bile birbirleriyle ekran üzerinden konuşuyor veya gerçek yanlarındaki arkadaşlardan çok, ekrandaki arkadaşlarına konsantre oluyorlar,

“Sofalize” olmak öyle bir hale gelmiş ki, artık gerçek arkadaşlara ihtiyaç bile yok, Yanlarındakiyle konuşma ihtiyacı bile hissetmeden, telefon veya laptop ekranına kilitleniyor, gerçek dünyayı o ekran haline getiriyorlar,

Reklamcı Levent Erden’in yıllar önce ürettiği “screen age” yani “ekran çağı” kavramı tam olarak gerçek hale gelmiş durumda,

İnsanlar ekranda yaşıyorlar, Bilgisayar veya telefon ekranında,

Bunun yarattığı rahatlık dışında içerdiği tehlikeler kimsenin umurunda değil,

Fark etmiyorlar bile,

175 milyon insan, her gün yüz milyonlarca tweet atıyor,

500 milyon kişi sürekli Facebook’ta,

Facebook’ta 300’den az arkadaşa sahip olana gariban gözüyle bakılıyor, 1000’i aşmak ise maharet sayılıyor,

Twitter kendine has bir dil geliştirdi kısa sürede,

Tweet, retweet bildiklerimiz,

Bunun dışında MWI, ABEND, DM, ALOL, POKE, HASHTAG gibi kısaltmalar var, Yeni bir dil oluşuyor sanki,

Müptelaları için Twitter’da “unfollow” edilmek, yani takip listesinden çıkarılmak “Bir barda surata bir bardak içki fırlatılmasıyla eşdeğer” bir hakaret olmuş,

Tabii bu “sofalize” olma gerçeğinde ekonomik krizin, işsizlikteki tırmanmanın gerçek sosyalleşmeyi güç ve pahalı hale getirmesinin de etkisi olsa gerek,

Fazla sofalize olmanın, giderek ciddi bir hastalık haline geleceği kesin,

Not: Sofa, İngilizce’de geniş koltuk ya da divan anlamında kullanılıyor, 


Polat, neden istifa etmiyor?

GALATASARAY, benim bildiğim tarihinin yani son 45 yılın en berbat dönemini yaşıyor,

Dün Spor Müdürümüz Halil Özer, ki 20 yıldır Galatasaray muhabirliği yapar, bu konuda müthiş bir analiz kaleme aldı,

Facia bir yönetim, Her biri kendi egosunu şişirmekle meşgul, hiçbir halta yaramaz, Galatasaray camiasının bile tanımadığı, bilmediği yöneticiler,

Yazının devamı için tıklayınız

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Gerektiğinde bırakıp gitmenin de şerefli bir davranış olduğunu anladığımız zaman

Erişilebilirlik Araçları