‘Huzur ve refah sözü verdik’

AMSTERDAM’dan Ankara’ya doğru uçarken, Başbakan Erdoğan’la bir kez daha sohbet etme fırsatı bulduk.

Yorgun ama hayli keyifli görünüyordu.

Soğuk algınlığını tam olarak atlatamadan yine yorucu bir seyahate çıkmanın izi vardı yüzünde.

Gezinin Hollanda ayağı da beklentilerini karşılamış görünüyordu.

“7.5 milyar dolar civarında bir ticaret hacmimiz var. Hollanda ticaret hacminde Avrupa’da bizim için ikinci sırada. Bunu daha da artırmanın yollarını aramak istedik. Bunu 2015 yılına kadar iki misline çıkarma iradesini ortaya koyduk. Açıkçası teklif de onlardan geldi. Hollanda Başbakanı, ‘Bunu ikiye katlayalım’ dedi. Biz de mutlu oluruz böyle bir şeye. İş grupları toplandılar. Çok da başarılı geçmiş. Bazı çok yüksek istihdam üreten şirketleri var. Bunlar Türkiye’de de faaliyet gösteriyorlar. Büyük holdinglerimizden birinin bazı işlerini yapıyorlar. 20 binin üzerinde kişi çalıştırıyorlarmış Türkiye’de. Türkiye’de 7 milyar dolara yakın sermayesi var Hollandalı şirketlerin. Tabii bizim işadamlarının da Hollanda’da işleri var. Bunu kısa sürede katlayacağız.” (Bu arada Shell’in Türkiye’ye 500 milyon dolar daha yatırım yapacağını da görüşmelere katılan bir başka kaynaktan öğrendik.)
Başbakan Erdoğan’a Hollanda’da eşcinsel bir çifte evlatlık olarak verilen Türk çocuğunun durumunun ele alınıp alınmadığını da sorduk bu arada.

“Onu da konuştuk. Tabii bizi anlamıyorlar. Buradaki hassasiyetimizi anlamıyorlar. ‘Bizde cinsel tercih bu konularda belirleyici değildir’ diyorlar. Kültür farkı. Tabii onlar kadar bizim de suçumuz var. Biz derken vatandaşlarımızı, STK’larımızı kastediyorum. Evlat edinme konusunda bizimkilerden gelen bir talep olmadığı için, mecburen onlara veriliyor. Biz Müslüman bir çocuğun Hıristiyan bir aileye verilmesinin çocuğu kültüründen koparacağını söyledik. Onu anlıyorlar. Şimdi bizim Aileden Sorumlu Bakanı’mız ile onların Adalet Bakanları bu konuya ortak bakacaklar. Biz de STK’ları bu konuda destekleyeceğiz.”

Bu girizgahtan sonra konu, Abdullah Öcalan’ın aynı sabah Diyarbakır’da okunan mesajına geliyor.

Başbakan Erdoğan’ın bakışı olumlu ama temkinli.

“Göreceğiz bakalım, gereğini yerine getirecekler mi?” diyor.

Bunun üzerine soruyorum:

“Bu konuda sizi çok temkinli görüyorum. Açıkçası ben bile sizden daha umutlu görüyorum kendimi. Sanki siz hâlâ tam olarak bu iş oldu noktasında değilmişsiniz gibime geliyor.”

“Temkini netice alana kadar bırakmam. Elbette temkinliyim. Daha önce de 10 kez bu iş bitme noktasına yaklaştı. Ama her seferinde sonuçsuz kaldı. Maç 90 dakika ve uzatmalar da var. Uzatmalar da dahil bitene kadar, bitiş düdüğü çalana kadar temkinli olurum. Son dakika golleriyle kaybedilen çok maç, çok puan vardır. Ben o son düdüğe kadar temkinli olurum.”

Başbakan’a bu sürece destek verenler kadar vermeyenler de olduğunu hatırlatıyoruz.

“Ben desteğin umulandan, görülenden fazla olduğunu düşünüyorum. Herkes bu iş bitsin istiyor. Süreç ilerledikçe destek daha da artacaktır” inancında Başbakan.

Toplumun süreci satın aldığını düşünüyor. “Bana her kesimden ‘Aman Başbakan’ım bu işi bitirin’ diyorlar. Türkiye dışına çıkıştan sonra olay çok daha güven verici hale gelecek” diyor.

Hollanda temasları sırasında bu konunun gündeme gelip gelmediğini soruyoruz.

“Takdir var ve yakından takip ediyorlar” diyor ve Hollanda Kraliçesi ile yaptığı görüşme sırasında meydana gelen bir olayı anlatıyor:

“Hollanda Kraliçesi ile görüşürken ona Öcalan’ın konuşmasını içeren bir metin getirdiler. Ajanslardan mı elde ettiler bilmiyorum. Ben de kendisinden metni istedim. Verdi. İmzalayarak vermesini istedim. ‘Belki ileride hatıralarımı yazarsam kullanırım’ dedim. Tarihe not düşmek adına. O da imzalayarak verdi.”

– Bu süreçte Meclis’te herhangi bir yasal düzenleme olacak mı?

“Hayır. Yasal düzenlemeye gerek yok. İlla yasal bir düzenleme gerekiyorsa bakılır. Ülke ve milletin menfaatlerine bakarız. Bu iş başarılırsa Doğu’da ve Güneydoğu’da ciddi bir ekonomik sıçrama yaşanır.
Mesela Şırnak’ta zengin kömür madeni rezervleri var. O bölgede 100-150 yıllık rezervler var. Bu bizim cari açığımızı azaltır, enerjide dışa bağımlılığımızı azaltır. Büyük avantajları var. Son 10 yılda yeni rezervler bulduk. Geçen hafta çok büyük bir tesisin açılışını gerçekleştirdik. Başka Turgay Ciner’ler lazım oraya yatırım yapacak. Şimdiye kadar olmuyordu. Bundan sonra olabilir.”

Araya giriyorum. “Oraya o boyutta en az 4-5 santral yatırımı daha yapılabilir. Başka gruplar da gelebilir” diyorum.

“Birkaç grubu yönlendirdim. İnşallah başkaları da gelecek. Orada bunlara ihtiyaç var. Terör olmazsa gelenlerin sayısı artacaktır. Artık orası bir cazibe merkezi oluyor. Ancak büyük projelere destek yetersiz. Medya da tamamlanan yatırımlara yeterince yer vermiyor.”

Konu yeniden Öcalan’ın mesajına dönüyor.

Bir gazeteci, “Öcalan’ın mesajı içerik olarak çok zengin. Sizin açıklamalarınızdan da etkilenmiş gibi” diyor.

Ben takılıyorum, “Sanki metin yazarı AK Parti’den birisi gibi. AK Parti’nin kullandığı terminolojiye çok yakın” diyerek.

Başbakan Erdoğan kahkaha atıyor.

“Televizyon verdik. İzliyor. Etkilenmiş olabilir” diyor.

Birisi “Dubla yollardan ve sağlıkta yapılan reformdan da bahsetmeliydi” diyor.

Ve ben toplumun büyük bölümünün kafasındaki soruyu dillendiriyorum.
“Sürece şüpheyle yaklaşanların kafasındaki en önemli soru, bunun karşılığında ne verildiği. Silahların bırakılması, terörün sona ermesi konusunda ne sözler verildiği konusu soruluyor” diyerek.

“Karşılık olarak bu ülkenin güvenini, huzurunu, istikrarını, mutluluğunu, refahını veriyoruz. 781 bin kilometrekarede egemen olmayı vaat ediyoruz. 781 bin kilometrekarede refahı, huzuru artırmayı vaat ettik. Başka bir vaatte bulunmadık. Bulunmayız. Farklı hiçbir pazarlığın içinde olmayız. Herkes bundan emin olabilir” diyor.

Terörün sona ermesiyle bölgeye gelecek refahın, artacak özgürlüklerin en önemli şey olduğunu söylüyor. Bölgenin artık yatırım yapılabilir bir hale geleceğini, Kuzey Irak’taki Türk yatırımlarla paralel olarak yatırımların artacağını söylüyor.

MHP’nin bu süreçteki söylemlerinden rahatsız olduğunu aktarıyor.

Ben de “MHP’ye o kadar da kızmamak lazım. Bir yandan da toplumda bu sürece şüpheyle yaklaşanların sesini duyurmasını sağlıyorlar. Devlet Bahçeli’nin ülkücüleri sokağa dökmemesi, toplumsal gerilimi artırmaması bile bence önemli” diyorum.

Başbakan orada biraz anlayışlı.

“Tamam, bunu anlıyorum. Ama benim hassasiyetlerim onlarınkinden aşağı değildir, ileridir. Ben sorumlu mevkide olan biri olarak, onlardan çok daha ileriyi düşünüyorum. Bedel ödeyecek olan benim. O yüzden de onlardan çok daha fazla bu ülkedeki hassasiyetleri düşünüyorum. Sokağa adam dökmeye gelince. Geçmişte bunu yaptılar ve toplumda bu bir karşılık görmedi. Tam aksine bunun faturasını MHP’ye kesti. Bir daha böyle bir hata yapmazlar” diyor Başbakan Erdoğan.

Ardından Diyarbakır’daki Nevruz kutlamasında Türk bayrağı olmamasıyla ilgili eleştirisini hatırlatıyoruz.

“Evet, keşke olsaydı. Olmalıydı. Verilen mesaja bakın, yapılana bakın. Böyle bir şey olur mu? Mesela platformda Kürtçe Nevruz kutlanıyordu. Yanında Türkçe de ‘Nevruz’unuz kutlu olsun’ diye yazılsa ne olurdu? Yaptıkları hatanın farkındalar bana göre. Tabii bunda da bir hayır vardır. Niyet hayır, akıbet de hayır olur inşallah.”

Oradan Obama’nın İsrail gezisine geçiyoruz.

“Özür meselesi”ni soruyoruz. “Özre hazır gibiler” diyorum.

“Tam olarak özür dilemek istemiyorlar. ‘Üzgünüz’ diyelim diyorlar. Biz de bunun yeterli olmadığını söyledik. Özür dileyecek, tazminat ödeyecekler. Ablukayı kaldıracaklar. Ancak öyle olur” diyor Başbakan.
“Özrü dilemeyi kabul edebilirler. Tazminatı zaten kabul ediyorlar. Ama ablukayı kaldırmayı kabul etmezler” diyoruz.

“Özür dilesinler. Tazminatı kabul etsinler. Ablukayı müzakere ederiz. İnsani yardımla sınırlarız. Tabii onun kapsamını nasıl anlıyorlar o da ayrı tartışma ama ilk ikisini yapmaları şart. Abluka halledilir” diyor.
Dün için Obama ile telefonlaşacaklarını söylüyor. (Mayısta ABD’de Obama ile buluşacaklarını da öğreniyoruz.)

Başbakan’ın yanından ayrılmadan, aynı gün Suriye’de Sünni bir din adamı, din bilgini olan, saygın Muhammed Said el Buti’nin muhaliflerce öldürüldüğünü hatırlatıyorum Başbakan’a ve fikrini soruyorum.

“Duydum. Çok kıymetli, çok önemli bir adamdı. Üstelik de bizimle bağları vardır. Yeğeni halihazırda danışmanlarımdan biri. Kendisine defalarca ‘Esed’in yanında durma, ona destek verme, senin onun yanında durman toplumda, içeride ve dışarıda ters etki yaratıyor. O senin desteğini hak etmiyor’ dedim. ‘Gel Türkiye’ye, uzaklaş oradan’ dedim ama dinlemedi. Şimdi muhalifler Esed’le aynı fotoğraf karesine giren herkesi hedef alıyorlar. Tabii El Buti asla hedef alınacak bir adam değil, ama yaptılar bir kere. Keşke olmasaydı. Keşke El Buti daha önce ayrılıp Türkiye’ye gelseydi” dedi.

Başbakan’la seyahatimiz bu cümlelerle son buldu.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları