10 maddede demokratik susturma yöntemleri

BAKLA ağızdan çıktı:

“Bu milleti Youtube’a, Twitter’a, Facebook’a yedirmem. Gerekirse hepsini kapatırım.”

Başbakan böyle dedi değil mi!

Şaşırdınız mı?

Ben zerre şaşırmadım.

İnternet Yasası gündemdeyken ne yazdım burada:

“Site kapatarak bu işle baş edemezler. İnternetin yayılma hızına asla yetişemezler. Ama sonunda şalteri komple indirir, gerekirse interneti toptan kapatırlar.”

Yazdım mı, yazmadım mı!

Televizyonda söyledim mi, söylemedim mi!

Bunları bilmek için âlim olmaya gerek var mı?

Kimin ne yapacağını, ne yapabileceğini anlamak için 12 yıl birlikte yaşamış olmak yetiyor.

Şunu söyleyeyim “şimdilik” hâlâ “insaflı”.

Sadece Facebook’u, Twitter’ı ve Youtube’u kapatıyor.

Benim, her gün yeni demokrasi paketleri açan, ileri demokratik ve aşırı özgürlükçü yönetimimize naçizane tavsiyelerim olacak.

Böylelikle aleyhlerindeki yayınlarda daha kolay baş edebilirler:

1. Cep telefonunu yasaklayın.

2. Turkcell, Vodafone ve Avea’nın lisanslarını iptal edin.

3. Yeni lisanslar için yerel seçimin, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ve genel seçimin geçmesini bekleyin. Yeni lisans ihalesine girecek şirketler için havuz kurun.

4. Türkiye’nin tüm uydu bağlantılarını kesin. Uplink cihazlarını mahkeme kararıyla toplatın. Ya da mahkemeye gerek yok, bakan kararıyla toplatın.

5. Normal telefonları da yasaklayın ki, insanlar aleyhinize dedikodu yapamasınlar veya duyduklarını bildiklerini birbirlerine haber veremesinler.

6. Matbaa makinelerinin ithalatını durdurun.

7. Matbaa işini yasaklayın ki, gazeteler basılamasın.

8. Televizyonların yayın lisanslarını iptal edin, lisans alabilmek için hükümetten alınmış temiz kâğıdı şartı getirin.

9. Daha kısa bir yol seçerek Türkiye’de elektrik üretimini durdurun. Böylelikle tüm haberleşme cihazları kullanılamaz hale gelsin.

10. Konuşmayı tamamen yasaklayın.
Hatırlayın diye yazıyorum

İLKER Başbuğ “tahliye” edildi.

Herkesin vicdanını yaralayan bir tutukluluktu.

Sona ermesi sevindirici.

İnşallah bir daha içeri girmek zorunda kalmaz.

Ama ben bu tahliyeden başka bir “öykü” yazmak istiyorum bugün.

Bir “ikiyüzlülük” öyküsü.

İlker Başbuğ’un tutuklanışını hatırlıyor musunuz!

Tabii ki hatırlamıyorsunuz.

Ben hatırlatayım.

“Tanık” olarak çağrıldı, o gün “sanık” haline getirildi.

3 gün sonra tutuklandı.

Tutuklama kararıyla mahkemeden ayrılırken yanında kaç kişi vardı hatırlıyor musunuz peki!

Söyleyeyim, hiç kimse.

Ne silah arkadaşları, ne bir sivil toplum desteği, ne bir siyasi partinin temsilcisi, ne bir başkası.

Yapayalnızdı ve yanında sadece ailesi vardı.

Cezaevine giderken de yanlış saymadıysam aile ve yakın çevresinden 10 kişi uğurladı.

Mafya babalarını, bırakın mafya babalarını mahalle bıçkınlarını bile cezaevine 100’lerce kişi”uğurlarken” İlker Başbuğ yapayalnız gitti cezaevine.

Ve dün en sonuna çıktı.

Reza Zarrab’ı, “bakan çocuklarını”, tahliye olan “mafyozları” cezaevi kapasında binlerce kişi beklerken, konvoylar oluşturulurken, İlker Başbuğ yine yalnız çıktı.

Ailesi dışında bekleyeni yoktu.

Diyeceksiniz ki, “Eee, niye yazdın bunları”.

Bir amacım yok.

Sadece hatırlayın ve unutmayın istedim.
Böyle teker teker olmaz

BU ülkede yargıda “adalet”in “A”sı, “vicdan”ın “V”si, “toplumu anlama”nın “T”si varsa eğer, Ergenekon, Balyoz ve hatta KCK gibi davalardan halen tutuklu olan kim varsa hepsinin tahliye olması gerekir.

Çünkü bu davaların tümü toplum vicdanında “malul” davalardır.

Toplumda hiçbir inandırıcılığı kalmamış, hiç kimsenin adalet duygusunu tatmin etmeyen, hiç kimseye hak yerini bulmuştur dedirtmeyen ve artık “sakatlanmış” davalardır bunlar.

Bu yüzden de bu davalardan dolayı içeride yatan kim varsa hepsi serbest bırakılmalıdır.

Böyle teker teker değil.

Hep birlikte…
‘Sadece biz değiliz’ demiştim

HABERTÜRK’e yapılan baskı, telefon dinlemeleriyle ortaya çıktığı zaman saklanmadım, pusmadım.

Bire birde yıllardır kimseden saklamadığım gerçeği televizyonlara çıkıp anlattım.

“Evet baskı altındayız. Ama sadece biz değil, tüm medya baskı altında. Şimdi herkes bize sövüyor. Ama herkes baskı altında. İstemem ki, yarın öbür gün medyadaki diğer arkadaşlarımıza uygulanan baskıların kayıtları da çıkmaz. Ama çıkarsa kimse şaşırmasın. Bu baskıyı herkes biliyor, herkes susuyor. Ben artık susmam” dedim.

Bekledim ki, diğer gazeteciler de çıkıp baskıyı somut biçimde açıklasınlar.

Halen görevde olanlardan kimse çıkmadı.

Kimse anlatmadı.

Hatta tam aksini yapmaya çalışanlar oldu.

Güldüm.

Ama önceki gün bir “ses kaydı” daha düştü internet ortamına.

Yaşlı başlı medya patronunun Başbakan’dan işittiği azarı ve sonunda adamın gözyaşlarını tutamayışını somutlaştıran kayıt.

Şimdi tüm “sahtekâr”lar şaşırmış gibi yapacak.

Ta ki, yeni bir kayıt daha çıkıncaya kadar…
Argoya yeni bir hakaret girmiş

TUTUKLU bakan çocuklarının tahliye edilmesiyle birlikte vicdanlarda oluşan “rahatsızlık” sokağa farklı biçimde yansımış.

Dün İstanbul’un kenar semtlerinden birinde sokakta yürüyorum.

Daha doğrusu bir adresi arıyorum.

Bir dükkânın önünde 17-18, bilemedin 20 yaşlarında üç genç kavga ediyor.
Oldukça sinirli görünen biri, diğerine “Ulan sen var ya, olsan olsan bakan çocuğu olursun” dedi.

“Bakan çocuğu” olmayı kendine yakıştıramayan diğeri hasmının üzerine yürürken “Bakan çocuğu senin sülalende olur” derken ben araya girdim.

“Çocuklar yapmayın” dedim, ama bir yandan da gülüyorum.

Bunun üzerine çocuklar da gülmeye başladılar.

Kavga bitti ama “bakan çocuğu olmak” literatüre girmiş bile onu öğrendim.
Ama namuslu, doğru düzgün bakanlar ve onların çocukları için üzüldüm.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Taşıyabileceğinden fazla gerilen her şeyin sonunda koptuğunu unutmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları