Putin, Kızıl Meydan’ı açtı

”GELMESEYDİN be Gauck” dedim dün.

”Söylediklerin doğru olabilir ama bunları düşünüyorsan bu ülkeye gelmemeliydin” dedim.

Eleştirenler oldu.

”Diyecek tabii. O sizin gibi susmuyor” diyenler.

Çok şükür benim de pek sustuğum yok.

Ne bir taraftan, ne de öbür taraftan çekindiğim yok.

O yüzden de ”sevilmemek” kaderimiz olmuş.

Alman Cumhurbaşkanı eleştirdi.

Bizimkiler kızdı. Hep olduğu gibi esip gürlediler.

Ama ne oldu.

1 Mayıs günü her şey kabak gibi göründü.

Özgürlükçü yönetimimiz Taksim’i kapadı.

İstanbul yine savaş alanına döndü.

Yıllardır hep böyle oldu zaten. 1 kez hariç. Olaysız tek 1 Mayıs, Taksim’in açıldığı 1 Mayıs’tı.

Açsalar yine hiçbir olay olmayacaktı. Açmadılar, savaş oldu.

Hastanelik olan yüzlerce yurttaş.

Yaralanan 20 kadar polis.

Kolu bacağı kırılan gazeteciler.

Şimdi hükümet çıkacak ve ”Vandallar” diyecek.

Görüntülere bakın, kimin daha çok ”Vandallara” benzediğini görün.

Anayasal haklarını kullanmaya çalışan vatandaşların mı, yoksa onları engellemeye çalışanların mı!

Ben söylemeyeyim, siz karar verin.

Bu görüntüler mi Türkiye’yi ”iyi gösterecek”.

Şimdi hükümet çıkacak ve ”Dünyanın her yerinde benzer görüntüler var” diyecek.

Siz Taksim’i açın, yine olay çıkaran olursa ”Haklısınız” diyelim.

Yahu Putin bile yıllardır 1 Mayıs törenlerine kapalı tuttuğu Kızıl Meydan’ı açmış. Açıldığı zaman tek bir olay olmayan Taksim’i 39 bin polisle kapatmak neyin nesi. İşgal zamanı o kadar İngiliz askeri bile yoktu İstanbul’da muhtemelen.

Bu görüntüler bir kez daha Türkiye’nin utancıdır.

Şimdi hemen “Gauck haklı mıymış” demeyin bana.

Haklı olmak için bir duruş sergilemek gerekir.

Türkiye adım adım buralara gelirken ”ekonomik çıkarlar” uğruna tüm olan biteni görmezden gelmemiş olmak gerekir.
Sıkılmaması gerektiğini düşündüğün eli sıkmamak gerekir.
Bilmem anlatabildim mi!

Yoksa anlamamakta direnecek misiniz!

Not: Bedensel engelli bir milletvekili bile polis şiddetinden nasibini alıyorsa, ört ki ölem.

 

En utanç verici not

REYTİNG derecelendirme kuruluşları, ülkemizin ekonomi notunu milim oynatsa yer yerinden oynuyor. Ekonomi sayfalarına manşet oluyor. Siyasetçilerimiz, yazarlarımız kıyameti koparıyor.

Bunun kadar önemli, hatta çok daha önemli bir başka konuda yerlerde sürünen notumuz iyice düşüyor, kimsenin umuru olmuyor.

Basın özgürlüğü izleme kuruluşu diyebileceğimiz Freedom House, Türkiye’nin basın özgürlüğü notunu yine düşürdü.

Yakın zaman kadar ”kısmen özgür ülkeler” arasında olan basın özgürlüğü notumuz bu kez ”özgür olmayan ülkeler” arasına düştü.

Bu durumdaki ülkelerden hiçbirinde demokratik bir rejim yok.

Ve biliyorum ki, kimse buna ses çıkarmayacak.

Oysa bir ülkede basın özgürlüğü yoksa, o ülkede kimse özgür değildir.

O özgürlüğü kısıtlayanlar bile.

Türkiye açısından iyice vahim olan ise bu ”özgür olmama” durumunun bir miktar da ”gönüllü” olmasıdır.

Ve biliniz ki, bu notun düşük olması, ekonomi notunun düşük olmasından çok daha utanç vericidir.

 

Sözleri hatırlatıyorlar

HÜKÜMETİMİZ farkında mı bilmiyorum ama Doğu ve Güneydoğu’da tansiyon giderek yükseliyor.

Askerler kaçırılıyor.

Kamu kurumlarına saldırılıyor.

Bölgedeki şantiyeler yakılıp yıkılıyor.

Sağda solda bombalar, mayınlar patlıyor. Molotoflar atılıyor.

Çok övülen barış süreci sallanıyor.

Tüm bunların arkasında ise büyük ihtimalle Öcalan’la yürütülen ve artık yasal zemini de olan görüşmeler var.

Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken siyasal Kürt hareketi “varlığını” hatırlatma gereği duyuyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ”verilen sözlerin tutulması” arasındaki illiyet bağı açıkça gösterilmek isteniyor.

Öcalan’la ne konuştunuz, ne söz verdiniz biz bilmiyoruz.

Ama bildiğimiz bir şey var.

O sözleri tutmamak için verdiyseniz, 1 yıllık moladan yararlanan PKK’nın çok daha sert bir şekilde ”yeniden başlama” olasılığı yüksek.

Biliyorum, siz her şeyi, herkesten daha iyi biliyorsunuz.

Ama ben yine de hatırlatayım dedim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Küçük belaların, büyük belaların habercisi olduğunu bildiğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları