Gelmeseydin be Gauck

BEN iki gün Almanya’ya gittim.

Alman Cumhurbaşkanı iki gün Türkiye’ye geldi.

Ortalık karıştı.

Almanya Cumhurbaşkanı Gauck önce Çankaya’da “hafiften”, sonra da ODTÜ’de “damardan” Türkiye eleştirileri yaptı.

Gauck’un “sert” eleştirilerine, Başbakan Erdoğan “daha da sert” yanıtlar verdi ve Almanya ile de ilişkiler birdenbire gerildi.

Aslında Gauck bilerek veya bilmeyerek AK Parti “ideologlarının”, “Türkiye’de olan biten pek çok şeyin arkasında Almanya var” şeklideki komplo teorisini “doğrulamak” için fırsat bekleyenler açısından “AK Parti’nin ekmeğine yağ sürdü”.

Artık Türkiye’de olan biten her şeyde, söylenen her sözde Alman parmağı arayan AK Parti’nin mütefekkirleri, Alman Cumhurbaşkanı’nı “tanık” olarak gösterebileceklerdir.

Ben bu komplo teorilerine katılmamakla birlikte Alman Cumhurbaşkanı’nın tepeden tırnağa “hatalı” olduğunu düşünüyorum.

Sakın yanlış anlamayın.

“Alman Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri külliyen yanlıştı” falan demiyorum.

Alman Cumhurbaşkanı Gauck’un eleştirileri abartılı olabilir, tam yerinde olabilir veya eksik bile olabilir.

Türkiye’de durum, Alman Cumhurbaşkanı’nın söylediğinden iyi olabilir. Söylediği gibi olabilir veya söylediğinden bile beter olabilir.

Ancak resmi bir ziyaret sırasında, bir Cumhurbaşkanı bunları söylemez.

Söylerse ayıp olur, terbiyesizlik olur.

Abdullah Gül Almanya ziyaretinde bunları söylese Almanlar ayağa kalkar, Gauck söylediğinde de Türkler.
Çünkü misafir böyle bir şey söylemez.

Düşünün, bir tanıdığınız evinize ziyarete geliyor. Oturup yemek yiyorsunuz, sohbet ediyorsunuz. Misafiriniz başlıyor konuşmaya:

“Yemek çok kötüydü. Zaten eviniz de çok zevksiz döşenmiş. Böyle bir semtte nasıl oturuyorsunuz anlamıyorum. Üstelik de yerler pis, mobilyalar toz içinde. Çocuklarınıza da hem iyi terbiye vermemişsiniz hem de kötü davranıyorsunuz. Zaten böyle olduğunu gelmeden de biliyordum. ”
Söyledikleri doğru bile olsa bir misafir böyle konuşur mu?

Eğer böyle düşünüyorsa, zaten o eve misafirliğe gelmez.

Davet etseniz bile bir bahane uydurur ve davetinize icabet etmez, hakkında bu kadar olumsuz şeyler düşündüğü bir eve adım atmaz.

Alman Cumhurbaşkanı Gauck’un hatası ve ayıbı budur.

Madem böyle düşünüyordu, Türkiye’ye gelmeyecekti.

Geldiyse bunları söylemeyecekti.

“Dost acı söyler” cümlesi doğru olabilir.

Ama o zaman da bunları doğrudan muhataplarına söylemesi gerekirdi.

Evime misafir gelen bir dostum, evle ilgili eleştirilerini ortalık yerde söylerse alınırım.

Bir köşede kulağıma fısıldarsa dinler, teşekkür ederim.

Gerçi Gauck bunları kulaklarına da söylese teşekkür etmezlerdi ama en azından “haksız duruma düşen” kendisi olmazdı.

İdamın 1’i de birdir 1000’i de

BAŞBAKAN Erdoğan yine kızmış.

Bu kez de “bir kısım medyanın” Mısır’daki idam kararlarını “yeterince” eleştirmemesine kızmış.

“Yeterince” nedir, doğrusu bilemiyorum.

Çünkü “yeterince” çıtası her gün yükseliyor ve yakalamak mümkün değil.

O yüzden de yakalamaya çalışmak bile yersiz.

Ama herkes bilmeli ki, Mısır’daki idam kararlarını “yeterince” eleştirenlerden bile daha fazla “idam” karşıtıyız.

Üstelik de sadece Mısır’da değil, her yerde.

Ama idam kararlarına sadece “sayısal” olarak bakıp eleştirenlerle asla aynı kafada olamayız.

Çünkü idamın 1’i de birdir 1000’i de.

He 1 kişi idam edilmiş, ha 1000 kişi fark etmez.

“Fark eder” diyenler gidip o 1 kişiye sorsunlar bakalım farkı, ne yanıt alacaklar.

Adaletsizliğin veya insanlık dışı cezanın “niceliksel” farkı yoktur.

Mısır’da değil 1000 küsur kişi 1 kişi bile idam edilmemeli.

Zaten insanlık dışı bir ceza olan idam, siyasi davalarda iyiden iyiye garabet haline geliyor.

Bir çocuk katlinde toplumun tamamının nefretini kazanan bir kişi ile siyasi davalarda toplumun bir bölümüne göre suçlu bir bölümüne göre kahraman olan birinin cezalandırılmasının vicdani ve tarihi algısı elbette ki farklı.

Peki elin diktatörlüğüne talkın verirken Türkiye’deki durum ne, bakan var mı?

Bizim de Mısır’dan pek farkımız yok aslında.

Mesela sadece Ergenekon ve Balyoz gibi iki önemli davada verilen “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezalarının sayısı 9.

Eğer Türkiye’de idam cezası 3 Ağustos 2002’de DSP ile ANAP’ın önerisi ve MHP dışında neredeyse tüm Meclis’in ittifakıyla kaldırılmamış olsa, bugün Türkiye’de de bu 9 kişi hakkında idam cezası verilmiş olacaktı. Mısır’da ister 1 olsun, ister 1000, idam kararları elbette kabul edilemez.

Ama Mısır’daki “fikirdaşlar” için gösterilen vicdani tutumun, Türkiye’de de geçerli olması lazım.

Kız istemek başka, suçlu istemek başka

ABD’den Fethullah Gülen’in iadesi istenmiş.

Güldüm.

Uluslararası hukukta kimse “kız istenir gibi” istenmez.

Bu konuda Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün 16.11.2011 tarihli genelgesine bakmak yeterli olacaktır.

Buna göre iade talebine gerekçe olan
– Fiilin işlendiği yer, zaman, fiilin nasıl işlendiği, ihlali edilen yasa hükmü ve suçun ayrıntılı tarifi,

– Talepname öncesi gerçekleştirilen adli işlemlerin neler olduğu,

– İadesi istenen kişi hakkındaki tutuklama kararını veren mahkeme ve müzekkere sayısı ve tarihi,

– Yakalama emrini çıkaran makamın adı ve emrin tarihi, sayısı,

– İddianame veya mahkûmiyet kararı,

– Suça uygulanacak kanun maddeleri,

– Kımızı bülten

başta olmak üzere yapılmış olan tüm adli takibat ve işlemler eğer soruşturma safhasında ise Cumhuriyet Başsavcılığı, kovuşturma aşamasında ise ilgili mahkeme tarafından hazırlanır.

Yani “Yollayın şunu artık” diye istenmez.

Telefonda Başkan’dan hiç istenmez.

Fethullah Gülen hakkında tüm bunlar yapılmış mı, yapılmamış mı bilmiyorum.

Yapıldığını hiç ama hiç zannetmiyorum.

Ortada bir suç var ise, bu suçu işleyen ister hacı olsun, ister hoca hiç fark etmez.

İstenir.

Ama laf olsun torba dolsun diye değil, usulünce istenir.

Başta “Gülüyorum” dedim ya.

Sırf isteme şekline gülmüyorum.

Eğer Gülen’i ABD’den isteyen veya istemeye hazırlanan bir başka partinin iktidarı olsaydı AK Partililer ne derdi diye düşünüyor, ona da gülüyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kimin yaptığına değil, ne yapıldığına baktığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları