Sözde yakınlık ticareti

GÜÇLÜ iktidarlara ve güçlü liderlere en fazla sıkıntı yaratan mesele, büyük bir ihtimalle “çevre” meselesidir.

Çevre derken, kastettiğim “sosyal” çevre.

Liderler de herkes gibidir.

Mahalle arkadaşları vardır.

Okul arkadaşları vardır.

Asker arkadaşları vardır.

İş arkadaşları vardır.

Dostları vardır, tanıdıkları vardır.

Liderler liderlik konumuna yükseldikten ve hele hele güçlü bir liderlikle birlikte güçlü bir iktidar oldukları zaman bu çevreden bazı “tıynetsizler” çıkar ve liderin başına bela olur.

Bir dönem hasbelkader yakın oldukları liderle ilişkileri hâlâ sürüyormuşçasına “yakınlık” ticaretine başlarlar.

O liderle çektirmiş oldukları eski fotoğrafları bürolarına asarlar, küçük bir kopyasını cüzdanlarına koyarlar.

Sonra da büyük ihtimalle hâlâ sürmeyen bu yakınlığı kullanarak iş çevirmeye, iş bitirmeye soyunurlar.

Liderlerin genelde bundan haberi bile olmaz.

Bunlar siyasette, ticarette, bürokraside yakın olduklarını söyledikleri liderin adını kullanarak “legal veya illegal” ayrıcalıklar peşinde koşmaya başlarlar.

Lider güçlü ise bu ayrıcalıkları talep edenlerin gerçek yakınlıklarını bile soramaz kimse ve bu kişiler “sözde yakınlığın” nimetlerinden faydalanmaya başlarlar.

Türkiye’de de son 7-8 yılda bunu çokça görür olduk.

Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, bakanlara, hatta önemli bürokratlara yakın olduklarını söyleyen, hatta daha da garibi bu isimlere “yakın olanlara yakın” olduklarını iddia eden, buna kanıt olarak da eski bir fotoğrafı, geçmişte kalmış bir dostluğu veya yakın zamandaki bir beraberliği gösteren “dar bir grup” bunun ticaretine soyundu.

Kimi inşaatta, kimi enerjide, kimi özelleştirmede, kimi iletişim sektöründe bu “sözde” yakınlığı kullanarak ortaya çıktılar.

Kimi birkaç fazla inşaat izni için, kimi bir ihalede kayırılmayı umarak, kimi bir bakanlıkta baskı kurmak, kimisi ise başka işadamlarını tehdit etmek veya istediğini yaptırmak maksadıyla bu yakınlıklarını kullanmaya çalıştılar.

Açık söylemek gerekirse bunlar eski iktidarlar döneminde de vardı ve hep olacak.

Bunların kimler olduğunu aslında iş dünyası da biliyor ve sayıları iki elin parmaklarını geçmiyor.

Başbakan Erdoğan ise bu kişilerin yaptıklarından haberdar olduğu anda bunlarla ilişkisini kesiyor, bunlara karşı hukuk yollarını devreye sokuyor ve hatta bazen kamuoyu önünde bu kişileri “rezil” edecek kadar sert çıkışlar yapıyor.

Ama hâlâ bundan medet umanlar var. Hâlâ birileri “Beyefendi” diye başlayan cümlelerle isim ticaretine devam ediyor.

Ta ki, foyaları ortaya çıkıncaya kadar.

İşin en trajikomik tarafı ise bu “isim tacirleri”, sıkıntıya düşen iktidarları ve o iktidar mensuplarını zor günde ilk terk edenler, sırttan hançerleyenler oluyor.

Doğrusunu isterseniz bu iş artık can sıkıcı boyutlara vardı. Ve yemin ediyorum, bundan böyle bu söylemlerle ortaya çıkanları teşhir edeceğim.

 

Koç baskını

KOÇ Grubu özellikle akaryakıt şirketlerinde önceki başlatılan inceleme için “Rutin” derken, iktidara yakın olduğu intibaını vermekten hoşlanan kimi medya, “Hayır rutin değil” diye bağırıyor ve bu baskının “Gezi ile bağlantılı” olduğu hissiyatını yaratmaya çalışıyor.

İktidar yanlısı medya bunu niye yapıyor anlamak mümkün değil.

Ama eğer mesele onların dediği gibiyse… İki çift laf etmek lazım.

Koç Grubu’na vurmak doğru bir hareket tarzı değildir. Çünkü Koç Grubu’na vurarak, asıl hedef olan Koç Ailesi’ne vurmuş olmazsınız.

Koç Grubu’nda 150 binin üzerinde insan çalışır.

Aileleriyle birlikte neredeyse 1 milyon kişidir bu.

Koç Grubu’na binlerce şirket ürün tedarik eder.

Koç Grubu’nun ürünlerini binlerce küçük işletme pazarlar.

Koç Grubu’nun, Türkiye’nin ihracatındaki payı yüzde 10’un üzerindedir.

Borsa endeksini yönlendiren şirketlerin büyük bölümü Koç Grubu şirketleridir.

Türkiye’ye giren yabancı sermaye içinde Koç Grubu üzerinden giren yabancı sermayenin payı oldukça fazladır.

Bu yüzden de Koç Grubu’nu Koç Ailesi zannetmek ve değer kaybetmesinden mutlu olmak çok da akıllıca bir hareket değildir.

Üstelik de dün hükümet sözcüleri, incelemenin Gezi Parkı’yla ilgili olmadığını tekrarlarken, Koç Grubu “Rutin bir inceleme” derken, hükümete yakın olduğunu söyleyen medyanın sevinç çığlıkları içerisinde bunun Gezi’ye yönelik bir hesaplaşma olduğunu ima etmesi, bu medyanın hükümete fayda değil zarar verdiğinin de göstergesidir.

 

Şafak Sezer’in tavrı Gezi eylemini güçlendiriyor

ŞAFAK Sezer’i yakından tanımam.

Yıllarca önce, galiba 1996’da Kanal D’de yöneticilik yaptığım sırada Gani Müjde getirmişti bir kez.

“İleride çok büyük oyuncu, komedyen olacak” diye tanıştırmıştı.

İlk ve son görüşümdür herhalde.

Büyük oyuncu, büyük komedyen oldu mu onu da bilmiyorum. Değerlendirme yetkisinde değilim.

Şahsen çok beğendiğim biri de asla olmadı. Hatta biraz kaba saba, biraz nadan bulmuşumdur hep.

Ama son günlerde Şafak Sezer’e bazıları çok kızıyor. Hem Gezi eylemine destek verdi, hem de Başbakan’a gidip özür diledi diye.

Oysa bunda hiç garip bir şey yok.

Başbakan’la yaptığım ve çokça eleştirilen programda Başbakan Erdoğan’a, “Gezi eylemine katılanlar arasında sizi seven, size destek veren insanlar da var” demiştim.

Kastettiğim de tam buydu.

Şafak Sezer gibiler.

Başbakan’ı ve partisini desteklemesine, sempati duymasına rağmen çevre duyarlılığı başta olmak üzere sayısız nedenle Gezi eylemine destek verenler oldu, katılanlar oldu.

Şafak Sezer’in tavrı Gezi eylemine darbe vurmaz. Tam aksine, Gezi eyleminin gerçek amacını güçlendirir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Doyduğumuz yerde doğduğumuz yeri unutmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları