“Hâlâ top çeviriyorlar”

BAŞBAKANLIK uçağıyla yine yoldayız.

Rota St. Petersburg’daki G-20 Zirvesi.

Gerçi zirve pek keyifli değil.

Obama, Putin ile yapacağı görüşmeyi çoktan iptal etti.

Putin ise ev sahibi olarak herkese vakit ayırmak istediğini, bu yüzden de kimseye çok vakit ayıramayacağını açıkladı.

Suriye konusundaki iki kilit ülkeden gelen bu açıklamalar, zirveden beklentileri aşağı çekti ve son yılların en sönük zirvesi olmaya doğru ilerliyor St. Petersburg’daki G-20.

Obama’nın zirvenin sonuna kadar kalmayacağını açıklaması ise her şeyin üzerine tuz biber ekti.

Uçağın arka bölümünde genelde konular Suriye üzerine…

“Zirveden ne çıkar?” tartışmaları yaparken, Başbakan Erdoğan her seyahatte olduğu gibi “Hoş geldiniz’’ demek üzere uçağın arka tarafına geliyor.

Genelde bu ilk “Merhaba”laşmada pek soru sorulmaz, daha çok hal hatır sormakla yetinilir, ama bu kez ben dayanamayıp ilk sorumu soruyorum:

“Havalimanındaki basın toplantısında yüzünüz biraz asıktı.”

Başbakan Erdoğan gülmeye başlıyor, ama biraz sitemkâr bir gülüş bu, “Ya bu medya niye böyle her şeyden bir şey çıkarmaya çalışıyor?” diyor, sonra da ekliyor: “Yoo, gayet iyiyim. Yüzüm falan da asık değildi.’’

“Herhalde dün gece geç saate kadar süren programın yorgunluğu olsa gerek’’ diyerek konuyu kapatıyorum.

Ardından konuyu Suriye’ye getiriyorum.

Başbakan bu konuda haklı bir çıkış yapıyor.

“100 küsur bin insan ölmüş, hâlâ kimyasalı tartışıyorlar. Yok son ölümler kimyasal mı, değil mi? Diğer silahlarla ölenler insan değil mi? Neymiş, 1924’ten kalma bir sözleşmede kimyasal kullanmak suçmuş. Kendi halkını topla, tüfekle, bombayla öldürmek suç değil mi? Üstelik Esed rejimi bile kimyasalı reddetmiyor. Ellerinde dünyanın en büyük kimyasal silah stoku var. İran bile kimyasal kullanıldığını kabul etti. Ama tepki yok kimseden. Hâlâ konuşup top çeviriyorlar.’’

Bir kez daha soruyorum:

“Kimse bir şey yapmazsa bizim tek başımıza bir şey yapmamız mümkün mü?”

Başbakan Erdoğan böyle bir durumda “gönüllüler koalisyonu’’ oluşturulabileceğinden söz ediyor.

“Kimler olur bu koalisyonda?’’ diye soruyorum.

Net bir yanıt alamıyorum.

Buradan konuyu zirveye getiriyoruz.

Suriye’yle ilgili olarak zirveden bir karar veya sonuç çıkıp çıkmayacağına…

Başbakan, Rusya’nın “Kimyasal kullanıldıysa operasyona ses çıkarmam’’ açıklamasını önemli buluyor ve bunu Rusya’nın inadının kırılması olarak görüyor anladığım kadarıyla.

Peki ya Obama!

Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı ve “değerli yalnızlık’’ kavramının sahibi İbrahim Kalın, “Beyaz Saray, Başkan Obama’nın zirvede hiçbir Avrupalı liderle görüşmeyeceğini açıkladı’’ diyor.

Başbakan, Kalın’a dönüp “Ya görüşürse!’’ diyor.

Kalın, “Beyaz Saray açıkladı, onu söylüyorum’’ diyor.

Başbakan yine, “Ya görüşürse!’’ diye ısrar ediyor.

Kalın, “Beyaz Saray yalanlanmış olur’’ diyor.

Başbakan, “Ya da bizim Asya ülkesi olduğumuzu söylerler’’ diyor gülerek.

Kalın, “Yok, ABD bizi Avrupa ülkeleri arasında sayıyor’’ diyor.

Sonunda ben, “Belki artık Ortadoğu ülkesi sayıyordur’’ diyorum.

Başbakan Erdoğan, “Bak o da olabilir’’ diyor.

Bu sohbetten anladığımız, Başbakan’ın Obama ile görüşmeyi planladığı.

Ardından Başbakan konuyu iç politikaya getiriyor.

CHP’nin Mısır’a heyet gönderecek olmasına kızgın.

“Türkiye kiminle sorunluysa oraya gidip bizi kötülüyorlar. Suriye, Irak, şimdi de Mısır’’ diyor.

Mısır ziyaretiyle ilgili çok kızgın. Bu ziyareti, “Darbeci zihniyetin darbecileri ziyareti’’ olarak nitelendiriyor.

Araya girerek bir soru soruyorum:

“Tayyip Bey, CHP’nin bu ziyaretlerine bir yandan da olumlu açıdan bakamaz mıyız? Sizin resmi olarak görüşmediğiniz yönetimlerle Türkiye arasında bir ilişki kurup, mesaj getirip götürmek ve uzun dönemli ilişkilerde bir arka kapı aralamak olarak faydalı olmaz mı bu ziyaretler?’’ diyorum.

Başbakan’ın aslında böyle bir şeye karşı olmadığı izlenimi yaratan bir yanıt alıyorum.

“Öyle bir niyet olsa amenna. Ama bunların niyeti o değil. Gidip bizi kötülemek, bize karşı tutumlarını körüklemek için yapıyorlar. Bizi o yolla da yıpratmak istiyorlar.’’

Sonra sözü Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu’na getiriyor.

“Yargıtay Kanunu’nda orada baro başkanı da konuşur diye bir madde yok. Neymiş, teamülmüş. Yok öyle bir şey. Hakkı yok. Orada gözümüzün içine baka baka bize hakaret ediyor. Cevap verme hakkımız da yok. Ama söyledim, bir daha adli yıl açılış töreninde bunlar konuşacaksa ben gitmeyeceğim. Gidersem de Yargıtay Başkanı konuştuktan sonra çıkacağım.’’

Arada sözü Prof. Metin Feyzioğlu’nun dedesi, bir zamanların etkin siyasetçisi Turhan Feyzioğlu’na getiriyor.

Turhan Feyzioğlu ile ilgili de bir imada bulunuyor, ama açıkçası ne olduğunu çözemiyoruz. (Bunu da araştırıp bulacağım.)

Bu arada bir süredir üzerinde çalışılan barolarla ilgili yasa değişikliğinin de yakında gündeme geleceğini öğreniyoruz.

Ben yine Başbakan’a bir soru soruyorum:

“Bazen kimsenin ciddiye almadığı eleştirileri bile fazla ciddiye almıyor musunuz? Ciddiye alınmayacak eleştiriler bile siz ciddiye aldığınız için ciddiyet kazanıyor. Umursamasanız olmaz mı?”

“Nasıl almam, gözümün içine baka baka eleştiri, eleştiri bile değil, hakaret edecek” diyor.

Başbakan’la “Merhaba”laşmakla başlayan ve genelde pek de uzamayan ilk sohbet, burada bitiyor.

Zaten kısa süre sonra da St. Petersburg’a iniyoruz.

Erişilebilirlik Araçları