Eczacıbaşı Holding’e teşekkür

HATIRLARSINIZ herhalde, bir süre önce İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın Tepebaşı’ndaki muhteşem merkezini satıp gelen parayla vakfın borçlarını kapatacağı açıklanmıştı.

Ben de bunu eleştiren bir yazı yazıp “Bu bina satılır mı? Vakfın yönetimindeki dev gibi işadamları, işkadınları niye böyle bir şeyi yapıyorlar? Bu vakıf sizin yönetiminizde olabilir ama İstanbul halkınındır” diye ağır bir yazı kaleme almıştım.

Yazının yayımlandığı gün vakfın başkanı Bülent Eczacıbaşı birkaç kez aramış ama görüşememişiz.

Sonra yardımcıları arayıp not iletmişler.

“Bülent Bey konuyu çözecek ve Fatih Bey’i bilgilendirecek” diye.

Bülent Eczacıbaşı önceki gün aradı.

“Fatih Bey, yazınızı okuyunca yönetim kurulu üyesi arkadaşlarımız biraz bozulmuşlardı. ‘Elbette bu vakıfla ilgili kararları biz veririz’ diye düşünüyorlardı. Ama halktan bize gelen tepki ve taleplere bakınca sizin haklı olduğunuzu anladık. Bu vakıf gerçekten tam anlamıyla halkın olmuş” dedi.

O güzelim Nejat Eczacıbaşı Binası’nın İKSV’nin elinden çıkmaması için gereken yapılmış.

Bülent Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding olarak İKSV’nin tüm borçlarını üstlendiklerini, bankalara olan borçların Eczacıbaşı Holding’in İKSV’ye yapacağı hibe niteliğindeki bir bağışla ödeneceğini ve Tepebaşı’ndaki binanın İKSV’nin malı olarak kalacağını aktardı.

“Aslında bina vakfın gibi görünüyordu ama borçlar nedeniyle bankaların gibiydi. Şimdi biz Eczacıbaşı Holding olarak tüm borcu kapatacağız ve bina artık İKSV’nin olacak. İKSV de bundan böyle borçlarla, faizlerle boğuşmayacak, tüm geliriyle kültür sanat etkinlikleri yapacak” dedi.

Birkaç gün önce basına aksettiği gibi binanın Eczacıbaşı Holding tarafından satın alınarak vakfa hibe edilmesi gibi bir formülün söz konusu olmadığını da söyleyen Bülent Bey, “Bina zaten vakfın, alalım, sonra geri verelim falan diye bir şey yok. Biz holding olarak borçları kapatacağız. Vakıf da nefes alacak” dedi.

İKSV’nin bugünlere gelmesinde büyük pay elbette ki Eczacıbaşı Ailesi’nin.

Önce Nejat, sonra Şakir Eczacıbaşı bu işe ömürlerini verdiler.

Bülent Eczacıbaşı da soyadına yakışanı yaptı.

 

Taciz mühim değil

“MİLLİ Eğitim Bakanlığı tacizci mi sever?” diye sormuştum.

Bakanlık dershanelere kilitlendiği için bir yanıt yok.

Taciz hükümlüsü, Milli Eğitim Müdürlüğü yapmaya devam ediyor.

St. Michel Lisesi’nin tacizden sabıkalı müdürü de koltuğunu korumaya.

Üstelik de bakanlık müfettişlerinin “Görevden alınmalı” raporuna rağmen.

Bu arada bana ulaşan bir mektubu da sizinle paylaşmak istiyorum:

“Sayın Altaylı,

Ben St. Michel Lisesi Müdürü Jacques Augereau’nun taciz ettiği bayanım.

Yazınızda müdürden tekrar bahsetmişsiniz.

Teşekkür ederim.

Artık bu vahim olayı kimsenin önemsemediğini düşündüğüm bir anda bu birkaç satır bana tekrar moral verdi.

Bildiğiniz gibi ben St. Michel Lisesi ve müdürüne karşı açtığım işe iade ve cinsel taciz davalarını kazandım. Fakat sizin de belirttiğiniz gibi tacizci okul müdürü, kendisi hakkında MEB tarafından daha önceden verilen disiplin cezaları, hakkında 3 defa görevden alınma teklifi ve cinsel tacizden suçlu bulunmuş olmasına rağmen hiçbir şey olmamış gibi görevine devam ediyor. Bu da bende haklı olarak bu şahsın ülkemizdeki gerçek konumu hakkında soru işaretleri yaratıyor.

Size ekte MEB’e konuyla ilgili gönderdiğim mektubu ve bana verilen cevabı gönderiyorum. Bu hafta tekrar gücümü toplayarak bir mektup daha gönderdim. Bunu da ekte bulabilirsiniz. Belki bu süreçte bir gazetecinin de bu konuda MEB’e veya ilgili diğer bir makama konu hakkında soru sorarak bir haber yapması benim yazdığım naçizane mektuplardan daha etkili olur. Bu konuda takdiri size bırakıyorum.

Saygılarımla

Ülkem Serin”

Bakanlıktan bir yanıt gelmeyeceğini biliyorum.

Çünkü meşguller.

 

Herkes gittiği için gidiyorlar

ÖRGÜTLÜ mü, örgütsüz mü bilmiyorum ama dershaneler konusunda “okur baskısı” altındayım.

Yüzlerce mail geliyor, “Niye dershaneler mevzuuna girmiyorsun?” diye.

Geçen hafta yazdım.

Ama yetmemiş.

İlle de yaz.

Yahu Türkiye’de bu konuyu yazmayan kalmadı.

Kavga alabildiğine sürüyor.

Ben neresinden tutayım bu işin?

Ne yazsan diğer taraf suçluyor.

Açıkçası benim de ilgi alanım bir konu değil.

Ama umumi arzu üzerine yazayım.

Benim dershaneler konusunda bildiğim şudur:

Yıllardan beri solcular, özellikle de aşırı solcular dershanelere karşıdır.

Dershanelerin fırsat eşitsizliği yarattığını, fakir çocukların dershaneye gidemediği için üniversite sınavlarında haksızlığa uğradığını söyler dururlardı.

Sağ kesim ise tam aksine dershaneleri savunur, dershanelerin fırsat eşitsizliğini giderdiğini, okullar arasındaki kalite farkının dershaneler sayesinde ortadan kalktığını, koleje gidemeyen çocukların dershaneler sayesinde üniversitelere gidebildiğini savunurdu.

Türkiye’deki her şey şirazesinden çıktığı gibi burada da saflar karıştı.

Şimdilerde bakıyorum solcular dershaneleri savunuyor, sağ kesimin ise bir bölümü dershaneyi savunuyor, bir bölümü ise dershanelere karşı ve hatta dershaneleri savunanlara da karşı.

Kaotik bir ortam anlayacağınız.

Öyle ki, milletvekili olduğundan beri siyasi meselelere girmeyip futbol yorumlamakla yetinen ve parti disiplininden kopmayan Hakan Şükür bile partisiyle ters düşerek dershaneleri savunmak durumunda kalmış.

Benim bu konudaki fikrim ise kendi deneyimimle sınırlı.

Geçen yıl kızım gelip dershaneye gitmek istediğini söyledi.

“Ne işin var dershanede?” dedim ama ters ters bakınca kendi bulduğu dershaneye yazdırdık.

Meğer arkadaşlarının çoğu o dershaneye gidermiş, anlayacağınız “mahalle etkisi”.

Üç hafta gitti, bir daha uğramadı.

“Niye gitmiyorsun? O kadar para verdik” dedim.

“Okuldaki derslerimi bozuyor. Çünkü okulla alakalı şeyler öğretmiyorlar” dedi.

Dershaneye sordum.

“Biz sınavlara göre hazırlıyoruz. Sınav soruları müfredattan farklı geldiği için öyle” yanıtını aldım.

Sonuçta bizim paralar gitti.

Bu yıl yine “dershaneye gitmek istedi”.

“Geçen sene gibi olmasın” dedik.

“Olmayacak” dedi.

Yazdırdık.

Şimdi haftada 3 gün gidiyor.

Memnun.

Biz de memnunuz. Hiç değilse çalışıyor.

 

Hobiye engel sınav

GEÇEN hafta Milli Eğitim Bakanı’nın “Dershane dershane koşturacaklarına hobilerini vakit ayırırlar” demesiyle ilgili bir yazı yazdım.

Hobilerin önemine değinen ama “Hobilerin ne olacağını da siz dikte etmezsiniz inşallah” temennisiyle.

Ancak kendi yazımı okuyunca bir eksik gördüm.

1 yılda çocukları 12 sınava girmek zorunda bırakan Milli Eğitim, acaba çocukların nasıl hobi sahibi olmasını bekliyor?

Dershaneye gitsin gitmesin bu çocuklar 12 kez sınava girecekler.

Bu sınav maratonunda hobilere nasıl vakit ayıracaklar?

Ardından üniversite sınavı derdi başlayacak.

Nabi Avcı acaba hangi hobiden bahsediyor?

Hobilerin önündeki engel dershaneler değil, sınavlar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Selden perişan olmuş kentlerin belediye başkanları, İzmir Belediyesi’yle dalga geçmediği zaman.

Erişilebilirlik Araçları