Destan yazdıranların hanesine bir utanç satırı daha

HER ölüm üzücüdür ama Berkin’inki biraz daha üzücü oldu galiba.

Gezi olaylarının bana en acı veren “evladıydı” Berkin.

14 yaşındaydı. Çok alakasızca, çok günahsızca vurulmuştu kafasından, Başbakan’ın “destan yazan kahramanları” tarafından.

Bir pazar sabahı, ailece kahvaltıda fırından çıkmış sıcacık ekmek yemek için fırına gidiyordu.
Gitti ama dönemedi.

Gezi’de iktidarı için destan yazanların “utanç destanına” bir satır olarak yazılmak vardı kaderinde.
Kafasından vuruldu.

Okmeydanı’ndaki hastaneye kaldırıldı.

Komadaydı.

Furkan gibi İsrail askerleri tarafından vurulmamıştı ya…

Esma gibi Mısır askerleri tarafından vurulmamıştı ya…

Kimse kıyamet koparmadı.

İktidar tarafından bir Allah’ın kulu çıkıp da “Geçmiş olsun” bile demedi aylarca.

Bu köşede defalarca yazdım Berkin’i “B.” diye.

O kadar çocuktu ki, adını yazmak bile yasalarla engelleniyordu.

Arkadaşlarımı yolladım hastaneye babasıyla konuşmak için.

Büyük acısı vardı ama anlattı nasıl olduğunu. Ve “Başkalarının çocuklarının başına gelmesin inşallah” dedi.

Yazdık.

Hâlâ bir “Geçmiş olsun” mesajı yoktu devletin tepelerinden.

Mavi Marmara’daki Furkan kadar, Mısır’daki Esma kadar kıymetiharbiyesi yoktu Berkin’in.

Hep soruyordum durumunu.

Giderek umutlar azalıyordu.

45 kiloluk Berkin 16 kiloya düşmüştü.

Büyük olasılıkla kendine gelemeyecek, gelse bile kendi olamayacaktı.

Öyle diyordu doktorlar.

Komanın 268. gününde nasıl olduysa Abdullah Gül’ün aklına geldi Berkin’in nasıl olduğunu sormak.

Babasını aradı.

İktidardan, Berkin’i vuranlara “Destan yazdılar” övgüleri düzenden yine ses yoktu.

Furkan kadar, Mısırlı Esma kadar kıymeti yoktu hâlâ.

Ve Cumhurbaşkanı’nın aramasının üzerinden 24 saat geçmeden Berkin mücadeleyi bıraktı.

Dün öldü Berkin.

Aynı anda bir sembol olarak doğarak.

Ve hâlâ iktidardan hiçbir ses yok.

Ekmek almaya giderken “destan yazanlara” kurban verilen 14 yaşındaki bir çocuk için bir başsağlığı, bir üzüntü yok.

Düşünüyorum da, acaba iktidarın Berkin’e bir geçmiş olsun demesini de “paralel yapı” mı engelledi!

 

Kına yakın

BİR ülkenin bölünmesinin, bir milletin birbirinden uzaklaşmasının bundan daha somut bir görüntüsü olamaz herhalde.

O kadar bölündük ki, artık en insani acıları bile paylaşamıyor, üzücü şeylere bile birlikte üzülemiyoruz.

Millet olma özelliğimizi yitiriyoruz.

İnsan olma özelliğimizi de yitiriyoruz.

Çocukken anne babamın, başı secdeden kalkmayan anneannemin öğrettiği bir şey vardı.

“Kin tutmayın.”

Bize “kin tutmanın” ayıp, utanılacak ve hatta şeytana mahsus bir özellik olduğu öğretildi.

Kinin kalbe, vicdana yük olduğunu söylediler bize hep.

Şimdi ise kinle yüklenmek isteniyor yürekler.

14 yaşındaki bir çocuğa bile üzülmemek “kin”in had safhası.

 

Abdest

BİR çöküşe tanık oluyoruz.

Ben siyaseti iyi kötü anlamaya başladığım 40, takip ettiğim 35, yazdığım 30 yıldır böyle bir Türkiye görmedim.

Tüm kurumlar hızla çöküyor.

Çalakalem, iktidarın bir ihtiyacını acilen karşılamak için çıkarılan yasaların yan etkileri, toplumun adalet duygusunu kökten yok edecek yan etkileriyle milleti sarsıyor.

Devletin kurumları arasında büyük bir uyumsuzluk.

Devletin kurumları içinde büyük bir çekişme.

İnanılmaz hatalarla aşiret, hatta kabile devletine çevrilen bir yapı.

Bunu “saflığa bağlayan” bir iktidar.

Bölünen bir halk.

Birbirinden giderek uzaklaşan kitleler.

Toplumun kendine oy vermeyen tarafını dışlayan bir iktidar.

Kendini dışlayan iktidarı kabullenmeyen diğer yarı.

Muhafazakârlaşma adı altında bir kokuşma.

İlericilik adı altında bir umursamazlık.

Tüm bunların üstesinden sandıktan çıkacak bir sonuçla gelebileceğini düşünen bir iktidar partisi. Sandıktan çıkan her sonucun, iktidarın kendilerine karşı olan baskısını artıracağını düşünen bir dışlanmış kesim.

Kendi yönettiği devletin kurumlarına güvenmediği için tüm kurumları hallaç pamuğu gibi atan bir hükümet.

Bu hallaçtan kendine bir şeyler çıkarıp nemalanmayı uman bir oportünist grup.

Bölmek istemeyenlere zorla “bölücüsün” diyen bir anlayış.

Bölenleri toplumun çimentosu zanneden bir aymazlık.

Tüm bunlar Türkiye’yi nereye götürür, tahmin etmek zor değil.

Ama bunu boğazdaki dokuz boğumdan çıkarıp söylemek çok zor.

Ama galiba en güzelini dün bir akademisyen söylemiş:

“Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, bu dönem bitince devletin tüm kurumlarının baştan aşağı bir gusül abdesti alması gerek.”

İşin kötüsü yağmur da yağmıyor.

O gün gelirse eğer bu kurumlara abdest aldıracak suyu da bulamayabiliriz!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Bilgisizlerin dolduruşuyla bilgili insanları suçlamadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları