Libya, Suriye’yi bozar mı?

LİBYA’da ABD Büyükelçisi’nin öldürülmesi ve deli saçması rezil bir film yüzünden İslam ülkelerinde başlayan olayların Türkiye açısından çok vahim sonuçlar içermesinden korkmaya başladım,

Arap Baharı’nın başta ABD olmak üzere Batı tarafından desteklenmesindeki gaye ve neden neydi?

Arap ülkeleri diktatörlerden kurtulacak ve buralarda demokrasi yeşerecek, halkın iradesi egemen olacaktı,

Mısır, Libya ve Tunus’ta rejimler devrildi ve halkın seçimleri iktidara gelmeye, en azından iktidarı paylaşmaya başladı,

Bunun doğal sonucu ne oldu?

Bu ülkelerdeki "İslamcılık" arttı,

İşbaşına geçenler "köktendinciliği" bırakmış ve "radikallikten uzaklaşmış" makul kişilerdi ama kökleri radikallere uzanıyordu,

Benzer bir geçmişi paylaşıyorlardı, İçlerinden çıkmışlardı,

Sonradan yumuşamış bile olsalar "eski" radikallerdi,

Bunların işbaşına geçer geçmez ilk yaptıkları şey "radikallikten uzaklaştıklarını göstermek"ti, Bunu en net ve açık biçimde yapan Mısır’ın yeni lideri oldu,

Batı dünyası ve ABD rahattı, "Ilımlı İslam" demokratik yollardan gelmişti ve işler rayına girecekti,

Ancak bir film, işlerin rayına çok da kolay girmeyeceğini gösterdi,

Rezil filmin çaktığı kıvılcım bir anda alevlendi,

Libya’da büyükelçi ve ekibi öldürüldü, Olayın arkasından El Kaide’nin çıkması muhtemel görünüyor,

Yangın İslam âleminde hızla yayıldı,

Mısır’da radikaller ayakta, Yemen’de yangın büyük, Pakistan’da durum vahim,

Eminim ki, ABD şimdi düşünüyor, "Acaba buralara demokrasi geldikçe ABD karşıtlığı artacak, radikal İslam güçlenecek mi?" diye,

Ve bu düşünceden etkilenecek yerler arasında sıradaki Suriye var,

Suriye’de Esad’ı devirmek için savaşanların büyük bölümü radikal İslamcı gruplar ve El Kaideciler,

Şimdi ABD ve Batı, "Acaba Esad kalsa daha mı iyi?" sorusunu sormaya başlarsa ve bu soruya "Esad daha iyi" yanıtını verirse bizim durumumuz ne olacak!

Ben bu sorunun Batı’da epeydir sorulduğu ve Esad’ı devirme konusunda içine itildiğimiz yalnızlığın bundan kaynaklandığını zannediyorum,

Bu durumun "soru" olmaktan çıkıp bir "yanıt" haline geldiği anda ne yapacağımızı çok merak ediyorum,

 

 


ABD’yi Atatürk kandırdı

BATI, Arap Baharı’nı desteklerken aslında Türkiye’nin kurbanı oldu,

Çünkü Türkiye örneği şahane bir örnekti,

Halk, demokrasi yoluyla kendi istediği türde bir rejim kurmuş, ülke sorunsuz bir biçimde buna uyum sağlamıştı,

Demokrasi işlemeye devam ediyor, ülke radikalleşme eğilimi ve tehlikesi göstermiyordu,

ABD ve Batı bunun bütün İslam ülkelerinde yürüyeceğini zannetti,

Bilmedikleri, anlamadıkları şuydu,

Türkiye benzersiz bir model, benzersiz bir toplumdu,

İslam’ı yaşayış biçimi zaten farklıydı,

Türk halkı tarihin hiçbir döneminde radikalleşmemişti,

Türkler dindardı ama bağnazlık çok dar bir kesimde yer bulabiliyordu,

Türklerin yüzü her zaman Batı’ya bakardı,

Osmanlı döneminde İkinci Mahmud’dan başlayarak farklılaşmaya başlamıştı,

Ve hepsinden önemlisi, Türklerden bir "Atatürk" çıkmıştı,

O ülkelerde bu geçişi demokrasi içinde yapacak Tayyip Erdoğan gibi bir lider de yoktu,

Bunları hesaplamadan, tüm İslam âlemine "Türkiye modeli" getirmeye kalktılar,

Sonuç bu oldu,

Bu model elbette iyi bir modeldir ve İslam ülkelerinde de uygulanacaktır,

Ama sadece yüz yıllık bir zamana ihtiyaçları var,

Beklerlerse sonuçlarını alırlar,

 

 

 


 

Bakanlık farkında, gereğini yapıyor

DIŞİŞLERİ Bakanlığı’nın altyapısının bir dünya gücünü bırakın, bölgesel güç olmaya bile yetmeyecek durumda olduğunu yazdım,

Bakın Yardımcısı Büyükelçi Naci Koru, konuyla ilgili bir mektup göndermiş,

Ben okudum, siz de okuyabilirsiniz:

"Değerli Fatih Bey,

Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal kapasitesinin güçlendirilmesinin ülkemizin bölgesel güç olması bakımından önemi üzerinde durduğunuz 13 Eylül tarihli yazınızı ilgiyle okudum, Böylesine önemli bir konuyu gündeme getirdiğiniz için teşekkür ederim, Yazınızda belirttiğiniz hususları büyük ölçüde ben de paylaşıyorum, Zaten Bakanlığımız insan kaynakları politikasında son yıllarda yaptığımız köklü reformlar da bu ve benzeri tespitlere dayanmaktadır,

Birkaç yıl öncesine kadar Bakanlığımızda Arapça, Çince, Rusça, Bulgarca, Yunanca, Farsça, Ermenice, İbranice gibi dilleri bilen diplomat sayısı son derece azdı, Bu, kısmen bütçe imkânlarıyla, kısmen de insan kaynakları politikamızla ilgiliydi, Bununla birlikte, özellikle son birkaç yıl içerisinde Bakanlığımız insan kaynakları yapısında oldukça olumlu adımlar atıldı, Yeni Teşkilat Yasamızın yürürlüğe girmesiyle birlikte, ‘idari memurluk’ kaldırıldı, yerine ‘konsolosluk ve ihtisas memurluğu’ ihdas edildi,

,,,,,,,

Bakanlığımıza konsolosluk ve ihtisas memuru olarak alınacak gençlerin belirlenmesi için İngilizce ve Fransızca dışında farklı yabancı dillerde de sınavlar açıyoruz, Böylece son birkaç yıl içerisinde bölge dillerini bilen çok sayıda genç memur göreve başladı, Aynı durum meslek memurları için de geçerlidir,

Ayrıca, son yıllarda genç memurlarımızın İngilizce ve Fransızca dışındaki yabancı dilleri öğrenmeleri için de büyük gayret sarf ediyoruz, Genç memurlarımız Bakanlığımızın desteğiyle dil kurslarına devam ediyorlar, Bu kapsamda örneğin Korece öğrenen genç mensuplarımız dahi bulunmaktadır,

,,,,,,,

Esasen, 2012 yılında Ortadoğu ülkelerindeki temsilciliklerimizde görevlendirdiğimiz genç diplomatların neredeyse tamamı yurtdışı görevine başlamadan önce merkezde Arapça dil kurslarına devam eden kişilerdir,

Ayrıca, yurtdışında görevli çok sayıda diplomatımız da Bakanlığımızın teşvik ve yönlendirmesiyle bulundukları ülke dillerini öğrenmektedir,

,,,,,,,

Son yıllarda atılan adımlar sonucunda mensuplarımızın sayısının ve yerel dil bilme oranlarının önümüzdeki yıllarda tatmin edici bir düzeye ulaşacağını rahatlıkla söyleyebilirim,

En iyi dileklerimle,"

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İnsanın köpeği ısırmasını mumla aramadığımız zaman

Erişilebilirlik Araçları