Faiz lobisi nasıl engellenir?

BAŞBAKAN Erdoğan, Gezi olaylarının sorumlusu olarak “faiz lobisini” ilan etti.

Olayları başlatanın faiz lobisi olduğunu düşünmemekle beraber, olayların geldiği noktadan “memnun” olanın “uluslararası faiz lobisi” olma ihtimali yüksektir.

Çünkü Türkiye ekonomisinin yapacağı her yalpadan kazançlı çıkacak olan, Türkiye üzerinden yıllarca kazanç sağlamış “uluslararası finans” çevreleridir.

Türkiye’nin riskindeki her artış, Türkiye’de kamu veya özel sektöre sağlanan finansmanın faizlerine yansıyacak, bu artış doğrudan Türk halkının cebinden çıkacak.

Bugün Türkiye’nin özel sektör ve kamu dış borcu toplamda 350 milyar dolarsa ve bu ortalama yüzde 3 faizle finanse ediliyorsa, bunun yıllık faiz yükü 10.5 milyar dolarken, faizlerin her 1 puan artışının getireceği ekstra yük 3.5 milyar dolar olur.

Bu yüzden de “uluslararası faiz lobisinin” Türkiye’nin “huzurlu” olmasından bir kazanç elde etmeyeceği kesindir.

Eğer bu olayların tırmanmasından “faiz lobisi” kazançlı çıkıyorsa, tansiyonun düşmesinden kazançlı çıkanın ise Türkiye olacağı kesindir.

Türkiye’de tansiyon yükseldikçe, uluslararası finans çevrelerindeki tansiyon ilacının fiyatının artacağı aşikârdır.

Bu yüzden de “faiz lobisinin” oyununu bozmanın tek yolu, Türkiye’deki yüksek tansiyonu düşürmek, en azından bünyeye zarar vermeyecek düzeye çekmektir.

Faizcileri rahatsız edecek tek gelişme budur.

Faiz lobisini alt edecek “damar ilacı” ise sadece ve sadece hükümetin elindedir.

 

Faiz demişken

GERİLİM tırmanmaya devam eder ve ekonomi bundan zarar görmeye başlarsa, Türkiye’nin “çılgın projeleri” ciddi bir sıkıntı yaşayacak.

Her şeyi, yani zaten var olan 350 milyar dolarlık kamu ve özel sektör dış borcunu bir kenara bırakalım.

İhalesi yapılan veya yapılmak üzere olan yeni projeleri ele alalım.

Boğaziçi Köprüsü projesi: 3 milyar dolar.

Yeni havalimanı projesi: 29 milyar dolar.

Kanal İstanbul Projesi: 20 milyar dolar.

Mesela yeni havalimanı projesini ele alalım.

Bu projenin 10 yıl vadeli 29 milyar dolar kredisine bakalım.

Bu proje için kullanılacak kredinin yüzde 4 civarında bir faizle sağlandığını düşünürsek bu yılda 1.16 milyar dolarlık faiz demek.

10 yıl sonunda kaba bir hesapla 11 milyar dolar faiz ödemesi demek.

Eğer faizler 1 puan artarsa bu yılda ekstradan 290 milyon dolar, 10 yılda 2.9 milyar dolar faiz anlamına geliyor.

Faizler 2 puan artarsa bu yılda 580, 10 yılda 5 milyar 800 milyon dolar “fazladan” ödeme demek.

Kanal İstanbul için aynı hesabı yaparsak bu da Kanal İstanbul Projesi’nin finansmanı için 10 yılda 4 milyar dolar fazladan Türkiye kaynağı anlamına geliyor.

3. köprü için de hesabı siz yapın isterseniz.

Basit bir toplumsal tepkinin ve bu tepkiye karşı oluşan reaksiyonun nerelere varabileceğini, Türkiye’ye nelere mal olabileceğini göstermek için yazdım bu rakamları.

Kafanız karıştıysa özür dilerim.

Ama bu hesabı yapmak gerekiyordu.

 

Açık istihbarat

BİR devletin güvenliğinin en önemli unsurlarından biri hiç kuşkusuz bilgidir.

Bilgi dediğin ise sadece üniversitelerde, bilimsel kuruluşlarda üretilen bilgi demek değildir.

Devletin güvenliği ve geleceğinin doğru planlanabilmesi için “bilgi”den kastedilen “istihbarat”tır.

Daha doğrusu “doğru istihbarat”tır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu konudaki en üst kuruluşu da “Milli
İstihbarat Teşkilatı”dır.

İstihbarat teşkilatları görevlerini ciddi yapmak zorundadır.

Türkiye’nin Milli İstihbarat Teşkilatı da görevini ciddi yapıyor olmalı ki, özellikle son dönemde “terörün bitirilmesine” yönelik politikayı doğru yönlendirmiş ve bildiğimiz veya bilmediğimiz pek çok konuda Türkiye’nin “gerilimli” dış ilişkilerinde “minimum tehditle” ilerlemesine katkıda bulunmuştur.

Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan’ın, kendisine bu görevi veren otoriteye “yalan söyleme” lüksü yoktur.

Hakan Fidan, “Kimseyi üzmeyeyim, kimseyi kızdırmayayım” diyerek “Kürt meselesinde geçmişte izlenen politikayı aynen sürdürmeliyiz. Türkiye topraklarında terörist yok zaten. Çok başarılıyız” deseydi, büyük ihtimalle çözüm süreci diye bir süreç asla başlamaz ve terörde bugün geldiğimiz noktaya gelemezdik.

Ya da MİT Müsteşarı “Suriye’den Türkiye’ye yönelik bir terör tehdidi yoktur” deyip dursaydı.

“Sol terör örgütleri bir şey yapamaz” raporları sunsaydı Türkiye’nin güvenliğinde ve geleceğe dönük politikalarında büyük riskler oluşurdu.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan, “örtülü” istihbarat alanında görevini layıkıyla yaptığı ve teşkilatının “bilgilerini, izlenimlerini” doğru olarak aktardığı için başarılıdır ve Türkiye’ye, Türkiye’yi yönetenlere katkı sağlamaktadır.

Gazeteler ya da geniş anlamıyla medya da, aslına bakarsanız Türkiye’nin resmi veya özel sektördeki “karar vericilerine” yönelik “açık istihbarat” sağlayan kuruluşlardır.

Gazetelerde yer alan “bilgiler” de bir tür istihbarattır ve bugünün dünyasında çok önemli istihbaratlardır.

Hele hele bu medya kuruluşları bir “misyon” medyası değil de tarafsız medya ise sağladıkları açık istihbarat çok çok önemlidir.

Medyanın bu açık istihbaratı sağlamaya devam etmesi, ülkelerin gelecekleri için önemlidir.

“Güvenilir” medyalar bu işi yapmadığı veya yapamadığı zaman, bu görevi “sosyal medya” denilen yer yer çok önemli ama güvenilirlik ve sorumluluk açısından “sorunlu” ve “manipülasyona açık” medyalar yerine getirir.

Bu da çok ciddi bir tehlikedir.

Sosyal medya ancak güvenilir bir “geleneksel medya” ile birlikte işlevselliğini korur.

Geleneksel medyasız bir sosyal medya “özürlüdür”.

Bu yüzden de, bir istihbarat kuruluşunun ülkeyi yönetenlerden gerçekleri gizlemesi ile medyanın gerçekleri gizlemesi arasında ülke güvenliği açısından hiçbir fark yoktur.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Okumadığımız yazıyı, izlemediğimiz programı eleştirmediğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları