Cumhurbaşkanını mı, bakanı mı?

AVRUPALI meslektaşlarımızı kıskanmıyorum dersem yalan olur.

Haber sıkıntısı falan çektikleri yalan.

Oralarda da bol bol haber, bol bol tartışma var.

Ama tartıştıkları konular farklı.

Mesela birkaç hafta önce ingiltere’de savcılar ayaklandı.

Hükümet “tasarruf tedbirleri” kapsamında yargıya yapılan 2.1 milyar sterlinlik yardımın 220 milyon sterlinini kesmeye kalkışmış.

Bunun sonucunda savcıların maaşlarındaki bir ek ödeme azalacakmış.

Bunun üzerine savcılar eylem yapmışlar.

İngiliz gazeteleri de eyleme katılan savcılardan birinin fotoğrafını basmış “Maaşım azalacak diyen kadın savcı, 1100 sterlinlik çantayla protesto eylemi yaptı” diye manşet atmış.

Ortalık karışmış.

Savcı hemen açıklama yapmak zorunda kalmış.

“Çanta annemin hediyesi” diye.

Fransa ise çok daha eğlenceli bugünlerde.

Orada da cumhurbaşkanı “çapkınlık yaparken” enselendi. Enseleyip medyaya servis eden bir paralel yapı falan yok oralarda.

Gazeteciler kendileri takip etmişler Cumhurbaşkanı Hollande’ı.

Bir scooter’a korumasıyla birlikte binip sevgilisinin evine gidiyor Hollande.

Şimdi Fransa bunu tartışıyor.

Diyeceksiniz ki: “Bunun nesini kıskanıyorsun?”

Vallahi ben bir bakana hediye edilen 380 bin dolarlık saatleri, piyanoları, bir başka bakanın oğlunun evindeki kasaları, paraları, bir diğerindeki ayakkabı kutularını tartışmaktansa cumhurbaşkanının aşk kaçamağını tartışmayı tercih ederim.

En azından daha eğlenceli.

Ve hiç değilse Fransa Cumhurbaşkanı’nın eylemi vatandaşla ilgili değil…

 

Paralel yapı, dik yapı olunca sorun

İNGİLTERE’deki savcılardan bahsetmişken, Türkiye’deki “savcıdan” bahsetmemek olur mu?

Cuma günü, İstanbul Adliyesi’nden bir yargı mensubu aradı.

Geçmiş davalardan tanışıklığımız vardır.

Yeni adliye binasına taşındıklarından beri görmemiştim.

“Yazılarınızı ibretle okuyorum, soğukkanlı duruşunuzu takdir ediyorum” dedikten sonra mevzuya girdi.

“Zekeriya Öz, şimdi herkesin hedefi. ‘Haksızlar’ demeyeceğim ama şunu söyleyeceğim. Bilmiyorlar mıydı? Bu arkadaşımızdaki değişimi biz çok yakından gözlemledik. Havasından yanına yaklaşılmıyordu. Ama ona bu havayı atması için fırsat verenler, bugün kendisini en ağır dille eleştirenlerdir. Bugün ona demediğini bırakmayan gazeteciler, odasından çıkmazlardı.

Şimdi yurtdışı seyahatleri konuşuluyor. Bilmiyorlar mıydı?

Hepsini internet sitesine, Twitter’a koyuyordu. Herkes görüyordu da, HSYK mı görmüyordu!

Burada bazı hâkim veya savcı arkadaşlarımız hayatında bir kez yurtdışına çıkmamıştır. Çıkanlar da taksitle tura katılmışlar, bir yıl onun taksitlerini ödemişlerdir.

Bırakın yurtdışı gezilerini, yurtiçi gezilerine bakın Zekeriya Öz’ün.

Hangi kamu kurumları kendisini ağırlamış. Yaz aylarında hangi misafirhanelerde haftalarca kalmış. Kimler baş tacı etmişler.

Hangi belediye başkanlarıyla, ki bunların arasında bugün hakkında soruşturma açtığı da var, kaç kez yemek yemiş, kaç kez buluşmuş, kaç kez birlikte olmuş. Bilinmiyor muydu bunlar!

Burada yargı mensubu arkadaşlar çocuklarını devlet okulunda güçlükle okuturken Zekeriya arkadaşımızın çocukları hangi okullarda okuyor bilmiyorlar mı?”

Bu sözler üzerine soruyorum: “Peki HSYK bunları bilmiyor muydu?”

Yanıt beklendiği gibi:

“Bilmez olur mu? Hakkında onca şikâyet vardı. Bilmeseler bile basit bir araştırmayla bunu öğrenebilirlerdi. O gün makbul savcı idi. Bugün maktul savcı oldu. Paralel yapılanma dedikleri şey de bilinmeyen bir şey değildi. Ama şimdi sorun oldu.”

Benim bu işten anladığım şudur:

Sorun devletin içinde paralel yapı olmasında değil…

O paralel yapının artık paralel değil, dikine hareket etmesinde.

 

Baudelaire’den ilham alan Türk şair

MURAT Bardakçı, cuma günkü yazısında Türk edebiyatında, Batı, özellikle de Fransız edebiyatından bolca esinlenme, hatta “çalma” olduğunu yazıp bu işe Cemal Süreya gibi “sevilen” ve hatta “idol” bir şairi de katınca epey bir tepki topladı.

Cemal Süreya sevenler Bardakçı’yı bayağı bir taciz ediyorlar.

Bilmedikleri ise şu: Bilgi ancak bilgiyle alt edilir, sövüp saymakla değil.

Murat Bardakçı, bu yazısında Baudelaire’in Le Vampire adlı şiirinden “Comme aux vermines la charogne / – Maudite, maudite sois-tu!” diyen iki satır almış ve “Baudelaire’den ilham alan Türk şair kimdir?” diye sorarak bitirmiş yazısını.

Baudelaire’in Le Vampire’inin özellikle giriş bölümü çok etkileyicidir.

Buraya Fransızca’sını yazsam “Çevirsene” dersiniz, çevirmeye kalkışsam haddim değil.

Ama muazzam bir şiirdir.

Ve Fransız edebiyatının ve şiirinin bu büyük isminin Türkiye’de etkilediği isim de Türk şiirinin büyük bir ismidir.

Baudelaire’in Le Vampire adlı şiirinden “etkilenerek”, unutulmaz bir şiire imza atan ise Necip Fazıl Kısakürek’ten başkası değildir.

Necip Fazıl’ın herhalde en bilinen şiiri olan “Beklenen”, ilhamını Baudelaire’in Le Vampire’inden almıştır.

 

“BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar.

Ne de şeytan, bir günahı,

Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,

Yokluğunda buldum seni;

Bırak vehmimde gölgeni

Gelme, artık neye yarar?”

Not: Merak edenler Erdoğan Alkan’ın Şiir Sanatı adlı kitabında esinlenmeleri daha yakından görebilirler.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Milletin devlet için değil, devletin millet için olduğunu anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları