Bu hastalıklı ruh hali geçecek biliyorum

30 küsur yıldır bu mesleği yapıyorum.

Elimden başka iş gelir mi bilmiyorum.

30 küsur yılın 30’a yakınında meslek seçimimden hiç pişman olmadım.

Ama artık bu kadar kesin konuşamıyorum.

Mesele sadece siyasetteki durum değil. İşin o tarafına nispeten alışkınız.

Asıl mesele “okur” tarafında.

En azından “bazı okur ve izleyicilerde”.

Önceki akşam Teke Tek’te AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş konuğumdu.

Mesela, program sonrası okurlardan gelen mail’leri anlatayım.

Haklı mıyım, haksız mıyım siz karar verin.

Kalabalık bir grup izleyici “öfkeli bir tonda” şöyle diyor:

“Her şeyi sordunuz ama hiç tatminkâr yanıt alamadınız. Numan Bey her şeyi geçiştirdi.”

Ben de onlara soruyorum.

“Benim sormadığım, eksik kalan bir şey var mı?”

“Hayır yok ama yanıtlar yetersizdi.”

Peki benim ne kabahatim var bunda?

İzleyici istiyor ki, soruları ben sorayım, konuk beklenen yanıtı vermiyorsa yanıtları da ben vereyim.

Olur mu?

Olmaz!

Televizyonda durum bu da, gazetede farklı mı?

Aynı okur bir gün övüyor, çünkü tam da onun istediği gibi yazmışım, ertesi gün ise hakaretin bini bir para. Çünkü bu kez tam da onun istediği gibi yazmamışım.

Bilgi, fikir, enformasyon, analiz isteyen yok.

Herkes istiyor ki, onun sövmek istediklerine her gün düzenli bir biçimde sövelim. O da okuyup rahatlasın, yalnız olmadığını hissetsin.

Bunu yapan sadece muhalif okur değil, iktidar yanlısı okur da öyle.

Kimse yazarı fikri için okumuyor.

Okuyanın fikri kesin, net, doğru ve sabit.

Yazardan istediği ise iman tazeleme.

Her iki tarafta da giderek kabalaşan, hatta galizleşen bir üslubun yaygınlaşmasını bekliyor herkes.

“O var ama bu da var” veya “Bir de şu açıdan baksak” dediğin anda döneksin, satılmışsın, şerefsizsin.

Son dönemde bir grup “Cemaatçi şerefsiz” diye bağırıyor mesela, diğer grup “Hükümete yaranmaya mı çalışıyorsun?” diye.

Aynı yazıya, iki farklı kesimden aynı suçlama.

Ama kimseye kızamıyorum işin doğrusu.

Bir ülke bu hale nasıl getirildi, bunu nasıl başardılar onu merak ediyorum.

Ama biliyorum ki, geçecek.

Bu hastalıklı durum düzelecek.

Düzelmezse, zaten dertlenmemize gerek yok.

Ortada dertlenmemizi gerektiren bu Türkiye kalmayacak!

 

Hayır hasenat gizli olur

BAŞBAKAN Erdoğan, “Hayır hasenat yapılmasını istemek suç mu?” demiş Brüksel dönüşü gazetecilerle yaptığı sohbette.

Elbette değil.

Her insan, elinden geliyorsa, elinden geldiği ölçüde “yardım” etmekle yükümlüdür.

İnsani bir borçtur.

Kefenin cebi yoktur.

Geçmişte yazdığımda bazıları çok kızmıştı, ama bana göre “zengin ölmek ayıptır”.

Bana dedemin, babamın öğrettiğine göre ise bu işler “gizli” olmalıdır.

Sağ elin verdiğini sol el bilmemelidir.

Bu yüzden de yardım etmek kadar, yardım edilmesini istemek de suç değildir.

Ancak çok önemli pozisyonlarda bulunan insanların hayır hasenat yapılmasını isterken “adres” göstermesi “hoş” değildir.

Özellikle Türkiye gibi kuralların ve kurumların tam oturmadığı ülkelerde yanlış değerlendirmelere neden olabilir.

Başbakan “hayır hasenat” talep ederken adres göstermiş midir bilmiyorum.

Bildiğim “göstermemesi gerektiğidir”.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Anlattığımız her şeyin anlaşıldığını zannetmediğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları