Tavır değişmedikçe kimin kazandığı mühim değil

BUGÜN seçim günü.

Gerçek demokrasilerde “hem önemli” hem de “önemsiz” bir gün.

Önemi demokrasinin bir parçası olmasından kaynaklanıyor.

Önemsizliği ise kim kazanırsa kazansın veya kim kaybederse kaybetsin adaylar dışında hiç kimsenin“yandık” duygusuna kapılmayacak olmasından.

(Batı demokrasilerinin yakın tarihinde vatandaşlara “yandık” duygusu yaşatan tek seçim sonucu, Avusturya’da Haider’in kazanmasıyla elde edilmişti.)

Türkiye’de ise özellikle bu seçim sonucu toplumu iki parçaya ayıracak ve kaybedenin “yandık”demesiyle sonuçlanacak bir havayla yapılıyor.

Türkiye için bile bir ilk olarak galip gelecek tarafın “fanatik” taraftarları, seçim sonrasını bir“hesaplaşma”, bir “intikam” dönemi olarak görüyorlar.

Bu duygu demokrat bir duygu olmadığı gibi, insani bir duygu da değildir.

Ve eğer sorulması gereken hesaplar varsa, bunun yolu sandık değil, bağımsız yargıdır.

Tabii bağımsız yargı diye bir şey varsa.

İşte bu duygularla seçime gidiyoruz.

Benim ise bu duygularla hiç işim yok.

Haftalardır dediğim gibi, bu seçimin sonucunu çok önemsemiyorum.

Çünkü seçim sonucu ne olursa olsun, kazanan veya kendini galip sayan taraf, toplumun tamamını eşit ve ortak bir sevgiyle kucaklayamadıkça herkes bu seçimin kaybedeni olacaktır.

“Ötekileştirme” 
devam ettiği müddetçe Türkiye, mutlu insanların ülkesi olmayacaktır.


REFERANDUMA ÇEVİRMENİN BEDELİ

FARKINDA mısınız bilmem, ama Türkiye bir yerel seçime değil, sanki bir referanduma gidiyor.

Özellikle iktidar partisi bu seçimi, “Bana güvenmeye devam ediyor musunuz” havasına soktu.

Muhalefet partileri de bu havaya uydular.

Ne yerel adaylar, ne de projeleri konuşuluyor.

İktidar partisinin güçlü genel başkanına güvenerek oluşturulan bu havadan iktidarın elde etmek istediği sonuç şu:
“Benim yürüdüğüm yolda aynen devam etmemi onaylıyor musunuz?”

Bu aynenin içeriği “tapelerde” ortaya çıkanları da kapsıyor belli ki.

İktidarın burada güvendiği şu: “Ben her halükârda 1. parti çıkarım, bu da onay anlamına gelir.”

Normal şartlarda bu yaklaşım doğru olabilirdi.

Ama bugün oluşturulan havada pek geçerli görünmüyor.

İktidar bu durumu “referanduma” çevirince ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor:

“İktidarın karşısındaki cephenin oy oranı, iktidarın oy oranını geçerse iktidar 1. parti de olsa, yüksek oranda oy da alsa onaylanmamış olacak.”

Bu noktada iktidar yarattığı “bloklaşmanın” bedeliyle karşı karşıya kalıyor.

Çünkü referandumun mantığı bu.

Tüm muhalefeti “ortak bir cephe” gibi gösterdiğiniz zaman, referandum sorusu da “Bu mu, bunlar mı?” oluyor.

Ve “bu”, “bunlar”ı geçemezse referandumun galibi sayılamıyor.

Ben meseleye bu yönden bakıyorum.

AK Parti, belediyelerin çoğunu kazanabilir ve yerel seçimin galibi olabilir.

Ama referanduma çevirdiği bölümün sonucunu bu akşam göreceğiz.


EN ZORU MUHTARLIK

BUGÜN oyumu kullanırken en fazla zorlanacağım yer “muhtar seçimi” olacak.

Hiçbirini tanımıyorum.

Fikriyatını bilmiyorum.

Adayların siyasi görüşü, yaşam tarzı, adamlığı, dürüstlüğü hakkında hiçbir fikrim yok.

Ne yapacağım bilmiyorum.

Bu işe bir çözüm bulmam lazım.


ÖLDÜM MÜ YAA!

ANLADIĞIM, bir görevi “gönüllü” olarak da bırakmanız dahi, toplum tarafından “ölmekle” veya “hasta olmakla” eşdeğer algılanıyor.

Gelen telefonlardaki ses tonundan; mesajlardaki, maillerdeki vurgulamadan bunu anlıyorum.

Neredeyse “Başınız sağolsun” diyecek dostlar var sağolsunlar.

Oysa ben halimden çok memnunum ve gazeteciliğin keyifli tarafına geçmekten dolayı en ufak bir sıkıntım yok, tam aksine mutluluğum var.

Aslında yayın yönetmenliğini bırakmamla ilgili en güzel yorumu kızım yaptı:

“Ooo süper, bundan sonra daha fazla Fadik” 
diyerek.

Benim için de bundan sonra daha fazla Hande, daha fazla Zeynep demek bu.

Ferrari’sini satan bilge diyorsunuz da, yayın yönetmenliğini bırakana niye “ölmüş muamelesi”yapıyorsunuz vallahi anlamıyorum. Beni yıllarca “Yazar Fatih Altaylı” olarak bildiniz, tanıdınız, okudunuz.

Bir dönem “yayın yönetmeni ve yazar” olarak arz-ı endam etmek zorunda kalmış olmam çok da önemli değil.

“Sadece” yazar olarak gerçek halime dönmem, sadece benim için değil sizin için de daha iyi olabilir!


NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Oyumuzu vicdanımız ve aklımızın eşit ağırlıklı ortalamasına göre kullandığımız zaman.

 

Erişilebilirlik Araçları