Tarihe tanıklık etmek

METEOROLOJİ “Kar var” dedi.

Karın zerresi yokken tribünde yerimizi aldık.

20.dakikada başladı, 30. dakikada maç tatil oldu.

Stadın otoparkından 2,5 saatte çıktık.

Oysa çok umutlu gitmiştik Ali Sami Yen’e.

UEFA maçı ertesi güne erteledi. Yani düne.

“Takımı bu havada yalnız bırakmak olmaz” dedik.

Yine gittik.

İyi ki gitmişiz.

Takımının maçlarını tribünde izleyen Galatasaraylıların başına sık sık gelen yine başımıza geldi. Tarihe bir kez daha tanıklık ettik.

O çok sevdiğimiz “Gerçekleri tarih yazar, tarihi de Galatasaray” sloganı bir kez daha gerçek oldu.

Berbat bir havada, berbat bir sahada Şampiyonlar Ligi’de bir kez daha bir üst tura çıktık.

Peki öncelikli alkış kime?

Tabii ki taraftara.

Bu havada, bu İstanbul trafiğinde, yoğun bir iş gününde tribünlerde 40 binden fazlası bir araya gelen ve takımı 90 dakika destekleyip, tarihe tanıklık eden taraftara.

Sonra kimi alkışlayacağız?

Elbette Drogba’yı. Bir an bile umudunu kaybetmeden, takımı ve hatta zaman zaman tribünleri bile zafere zorlayan inancı ve müthiş futboluyla Drogba’ya.

Bir penaltıyı Selçuk’a attırmadı diye “Spor yazarı” adı altında “Kıskançlık ve fesatlık” kumkuması halindeki “İğrenç” spor yazarlarının, “İdam etmeye çalıştığı” Drogba’ya.

Tur geldiyse, sahada buna inanan birinci adamdı. “Ben Şampiyonlar Ligi’nin adamıyım, başkasını istemem” diyen Drogba’ya.

Sonra Sneijder’ı alkışlayacağız.

Muazzam futbolu, saha koşullarına uygun pas anlayışı, bir an bile oyundan kopmaması, uzun sakatlık döneminden sonra anında sağladığı uyumuyla Hollandalı’ya.

Sadece golü için değil, maç boyunca boyundan çok çok ama çok büyük işler yaptığı için.

Ve tabii Felipe Melo’ya. Bitmeyen enerjisi, rakibi bıktıran hırsı ve en az Sneijder kadar akıllı oyunuyla.

Riera’yı da unutmamak lazım alkışlarken.

O da sol kanatta sahanın en akıllısı, yere en sağlam basanıydı.

Savunmada ise hiç kuşkusuz Semih’ti alkışı hak eden. Bu çocuk önümüzdeki yıllarda sonra ne işler yapar bilemiyorum ama çok iyiye gittiği kesin.

Sahanın kötüleri ise ne yazık ki çok sevdiğimiz Selçuk ve Chedjou; en kötüsü ise Eboue’ydi.

Diğerleri ise vasatttı ama bu sahada vasat kalmak bile başarıydı.
Vasatın üzerindekiler ise gerçek “Süpermenlerdi.”

Maçı izledikten sonra Mancini’nin takım ve değişiklik tercihlerinin tümünün doğru olması ise İtalyan teknik adamın hanesine yazılacak iyi nottu. Taktik açıdan ise bir şey söylemek mümkün değil.

Çünkü bu sahada taktik falan olmazdı.

Juventus ise yıllardır bildiğimiz “Çamur” Juventus’tu.

Yıllardır Galatasaray’la her karşılaştığında “Saha dışı taktiklere” başvuran İtalya’nın “Şikeci” ekibi yine saha dışında ve içinde her türlü pisliği yaptı.

Devre arasında bile maçı erteletmeye çalıştılar. Sahada ise “Çamura yatarak” beraberliğe razı bir oyun oynadılar.

Sahanın çamuru ile Juventus çamurunun işbirliği bile Galatasaray’ı durduramadı.

Maçı izler ve muhteşem sonucuyla sevinirken aklımda ise hep şu vardı;

“Futbol Federasyonu yabancı sınırlamasıyla Galatasaray’a büyük darbe vurmuş.”

Bu takım sürekli bir arada oynama şansını bulabilseydi Avrupa’da işi çok daha kolay olurdu.

Erişilebilirlik Araçları